Yakın tarihimizin hiç kuşkusuz üzerinde en çok tartışılan devlet adamı olan Atatürk hepimizin de bildiği üzere bir devrimciydi.
Devrimci bir liderin seveni olduğu kadar kendisine muhalif olan bir kesimin de olması anlaşılabilir bir şey; çünkü devrim, bir toplumda belki de yüzyıllardır egemen olan bir sistemi, sosyo-politik kurumları, değerler dizgesini yıkmak ve bunun yerine yenilerini getirmek anlamına gelir.
Böylesine köklü bir değişime toplum içinde tepki verenler elbette olacaktır.
Göründüğü kadarıyla Atatürk Osmanlı'da Tanzimat döneminde başlayan ve reformlarla devam eden modernleşme sürecini devrimlerle hızlandırmak istedi.
Bu da anlaşılabilir bir tavır; çünkü Avrupa ile deyim yerindeyse aramızdaki makas iyice açılmıştı. O kadar ki imparatorluk yıkılmış, Anadolu dahi büyük zorluklar içinde elde tutulabilmişti.
Dahası Batı'da insan her geçen gün birey ve yurttaşa, dolayısıyla temel hak ve özgürlüklere sahip siyasal bir özneye dönüşüyordu.
Oysa bizde insan maalesef tebaa konumundan öteye geçemedi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Öte yanda, coğrafi keşifler, bilimsel devrim, Rönesans, Reform ve Aydınlanma gibi süreçlerin içinden geçen Avrupa dünyanın hegemonik gücü haline gelirken biz neredeyse yarı sömürgeye dönüşmüştük.
Dolayısıyla da reformlarla kaybedecek vaktimiz yoktu. Üstelik Avrupa da yerinde saymıyordu.
Statik, "donmuş" bir geleneğin içine kapanmış bir toplumun reformlarla dönüşmesi büyük bir olasılıkla yüzyıllar alır.
Bu da bilim, sanat, felsefe ve teknik gibi alanlarda yaratıcı olmaktan çok, "alıcı" durumunda olan toplumumuzun kalıcı olarak Batı'nın pazarına dönüşmesi anlamına gelir.
Evet, Tanzimat'tan Cumhuriyet dönemine kadar Batı ve onun kültürüyle olan ilişkimizi "hazır sonuçları alma" şeklinde kurduk.
Oysa hazır sonuçları alan bir toplum sürekli "alıcı" olarak kalmaya mahkumdur; çünkü bilimde, sanatta ve felsefede ortaya konan başarılar sürekli bir değişim içindedir.
Dolayısıyla dünün "hazır sonuçları" ile bugünün "hazır sonuçları" birbirinden farklıdır.
Avrupa uygarlığı yüzyıllardır bilim, sanat, felsefe ve teknikte durmadan yeni yapıtlar, başarılar ortaya koymaktadır; söz konusu yapıtlar ve başarılar da yeni sonuçlara neden olmaktadır.
Bu durumu görmek için Facebook, Instagram, Twitter, Periscope, Youtube ve Tiktok gibi uygulamaların neden olduğu sonuçlara bakmamız dahi yeterli sanırım.
Sonuçta, "hazır sonuçlara" konan bir toplumun her zaman "alıcısı" olduğu toplum ve/veya uygarlığın bir basamak gerisinde durmasının kaçınılmaz olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Evet, Tanzimat'tan Cumhuriyet'e bizde egemen olan yaklaşım Batı'da ortaya konan başarıların hazır sonuçlarını toplumumuza aktarmadan ibaretti.
Söz konusu aktarmanın sonucunda toplumumuzda dış görünüşü "alafranga" kafasının içi "alaturka" olarak tanımlanabilecek bir insan tipi ortaya çıktı.
Oysa değişimin odağında dış görünüşümüz değil kafamızın içi olmalıydı. Yani bilime, sanata ve felsefeye değer veren, akıcı bir gelenek anlayışını savunan bir insan tipi.
Öyle görünüyor ki Atatürk'ün Cumhuriyet devrimleriyle başarmak istediği şeyler arasında katılaşmış, donuklaşmış, statik gelenek anlayışının yerine toplumumuzda akıcı bir gelenek anlayışının egemen olması vardı.
Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran büyük devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK'ü ebediyete intikalinin 84'üncü yıldönümünde saygı ve minnetle anıyorum.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish