Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran büyük devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK'ün ebediyete intikalinin 83'üncü yıldönümündeyiz.
Mustafa Kemal ATATÜRK hiç kuşkusuz tarih boyunca yetişmiş en büyük devlet adamlarından biridir.
Peki, bu büyük devlet adamıyla Fransız yazar ve feminist filozof Simone de Beauvoir'ın ismi bir metinde hangi bağlamda yan yana gelebilir?
Simone de Beauvoir felsefe tarihinde varoluşçu feminizm alanındaki katkısıyla bilinmektedir. Varoluşçuluğu kadının varoluşu bağlamında yorumlayan Beauvoir, düşüncelerini geliştirirken Fransız yazar ve filozof Jean Paul Sartre'dan önemli ölçüde etkilenmiştir.
Sartre'a göre bir bilinç varlığı olan ve farklı olanaklara açık olan insan her zaman eksik, hep tamamlanmaya çabalayan ama tamamlanamayan bir varoluş içindedir.
Dolayısıyla eylemleriyle kendini sürekli ve yeniden kuran, değişim içinde olan insan önceden belirlenmemiş bir varlıktır.
Kendi yaşamını kendi kararlarıyla biçimlendiren insan yaşamının akışı içinde tercihleriyle kim olacağını ve ne olacağını belirler. Sartre'a göre, "varoluş özden önce gelir."
Özetle, önceden belirlenmiş bir öze sahip olmayan insanın seçimleri ve eylemleri varoluşunu biçimlendirir. Sartre'ın bu düşüncelerinden etkilenen Simone de Beauvoir günlük yaşamda kadının varoluşuna ve erkek karşısındaki konumuna dikkat çekmiştir.
Kadının bir birey olarak kendi varoluşunu gerçekleştirmesi gerektiğini savunan Beauvoir, ataerkil dünya görüşünün toplumsal yaşamın her alanında erkeği avantajlı bir konuma yerleştirdiğine, kadını ise bir nesne statüsüne indirgediğine işaret etmiştir.
Beauvoir'a göre kadın ve erkek gibi cinsiyete dayalı kategoriler, bir taraftan kadını erkeğe göre belirleyerek ikincil konuma yerleştirmekte, diğer taraftan da kadının ikincil konumunun doğal olduğu yanılsamasını yaratarak, kadınların ataerkil dünya görüşünü içselleştirmelerini sağlamaktadır.
Oysa varoluşçu felsefe geleneği her erkek gibi kadının da önceden belirlenmiş bir özü olduğu düşüncesini reddeder.
Tarih boyunca kadının ataerkil bir söylem ve yaşam biçimi tarafından ikincil plana atılarak nesne gibi görülmesinin bir özgürlük sorunu olduğuna dikkat çeken Beauvoir, kadının kendi varoluşunu, özgürlüğünü merkeze alan düşüncelerini ortaya koyar.
Kadının kendi eylemleriyle, tercihleriyle kendini kurması, özgür bir özne olarak yaşamını sürmesi belirli toplumsal, siyasal koşulların varlığını da gerektirir.
İşte Atatürk ile Simone de Beauvoir'ın isimleri tam da bu noktada yan yana gelmektedir. Atatürk'ün "en büyük eserim" dediği Cumhuriyet kadınlarımızın özgür birer özne, yurttaş olmalarını mümkün kılmıştır.
Osmanlı döneminde eğitim ve iş yaşamı da dâhil olmak üzere toplumsal yaşamın hemen hemen her alanından soyutlanan kadınlar Atatürk'ün vizyonu sayesinde "Cumhuriyet" döneminde erkeklerle eşit haklara sahip olmuşlar, eğitimde, iş yaşamında, siyasette etkin birer yurttaş olarak kamusal alandaki yerlerini almışlardır.
Atatürk'ün kadınlara ilişkin 1923'te söylediği şu sözü, onun çağının ne kadar ötesinde vizyona sahip bir devlet adamı olduğunu göstermektedir:
... Bir toplum, cinsinden yalnız birinin asrî gerekleri elde etmesiyle yetinirse o toplum yarıdan fazla zaaf içinde kalır. Bir millet gelişmek isterse bilhassa bu noktayı esas olarak kabul etmek mecburiyetindedir... Binaenaleyh bizim toplumumuz için ilim ve fen lâzım ise bunları aynı derecede hem erkek hem de kadınlarımızın elde etmeleri lâzımdır...
Evet, Simone de Beauvoir (1908-1986) Fransa'da kadınların özgürleşebilmeleri için mücadele verirken; Atatürk ülkemizde Türk kadınının özgür bir özne olarak kendisini kurabilmesinin önünü açmıştır.
Çağdaş, uygar bir toplumun yurttaşları olmamızı mümkün kılan büyük devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK'ü saygı ve minnetle anıyorum.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish