20. yüzyılın ilk yılları ile 21. yüzyılın ilk yılları birbirlerine çok benziyor.
20. yüzyılın başlarında Müslüman aydınların tartıştıkları konular bir yüz yıl sonra neredeyse aynı. Sorunlar çözülmeyince aynı konular etrafında dönülmeye devam ediliyor.
Osmanlı İmparatorluğu için ilk olarak “Hasta Adam” tabirini kullanan Rus Çarı 1. Nikolay (1796-1855)'dır.
Büyük bir mirasa sahip bu “Hasta Adam”ı Batılılar tez zamanda öldürüp, malını mülkünü talan etmek isterken, içeriden de birçokları bilerek veya bilmeyerek Batılıların değirmenine su taşıyordu.
Osmanlı Dışişleri Bakanı meşhur Keçecizade Fuat Paşa Fransa Kralı 3. Napolyon'a “Haşmetmeap Osmanlı Devleti çok güçlü bir devlettir. Yüzyıllardır siz dışarıdan, biz içeriden bir türlü yıkamadık” ironisinde bulunurken aslında bir gerçeği dile getiriyordu.
Osmanlı'nın sayıları çok da fazla olmayan yüreği yanan aklı başında evlatları ise “Nasıl iyileşir, nasıl ayağa kalkar?” diye kafa patlatıyordu.
İşin en ilginç yanı “hastanın” kendisi iyileşmek için ciddi bir çaba göstermiyor, üstüne üstlük kendisi için çırpınan evlatlarına da haşin davranıyordu.
Ziya Paşa Adana'ya, Namık Kemal Sakız Adası'na tayin edilerek İstanbul'dan uzaklaştırılıyor, yüzlerce Kürt ağa, bey, şeyhi gibi padişahtan ihsan peşinde koşacağına, Van'da bir üniversite kurulmasını isteyen Said-i Nursi tımarhaneye konuluyor, Said Halim Paşa, Prens Sabahaddin ve Mehmet Akif gibiler dikkate alınmıyordu.
“Hasta Adam”ın çok ciddi hastalıkları vardı.
1789 Fransız Devrimi'nden sonra yayılan milliyetçilik önce Sırplar, Yunanlılar, Bulgarlar ve Ermeniler gibi gayrimüslim halkları, sonrasında ise Türkler, Arnavut, Araplar ve Kürtler gibi Müslüman halkları etkiliyordu.
Klasik zımmi hukukuna bağlı gayrimüslimler yeni dönemde mevcut statülerine itiraz ediyor, yeni taleplerde bulunuyorlardı.
Batı'nın bir kaç yüzyıl öncesinden değiştirmeye başladığı yönetim şekli (Ordu ve toprak düzeni, din- devlet ilişkileri, devlet bürokrasisi, ticaret hukuku...) ile bilim ve teknolojideki baş döndürücü gelişmeler karşısında
Osmanlı şaşkın ve çaresiz kalıyordu.
Açık denizlere açılma, Amerika Kıtası'nın keşfi, Ümit Burnu'nun deniz trafiğinde devreye girmesi, Süveyş Kanalı'nın açılması binlerce yıllık İpek Yolu'nu devre dışı bırakıyordu.
Bunların hepsinden önemlisi yeni dönemin üretim ve tüketim ilişkileri, makineleşme ve bununla birlikte hızlı şehirleşme eski düzeni yerle bir ediyordu.
Ezcümle dünyanın devranı başka bir yöne doğru dönüyordu.
Olan biteni anlamayan/anlamak istemeyenlere göre bizim hiç bir eksikliğimiz ve suçumuz yoktu!
Her şeyi İslam’a ve Müslümanlara düşman Haçlılar ve Yahudiler yapmıştı!
Hatta ve hatta Cemel Savaşı'nın, Sıffin'in, Haricilerin ve dahi Kerbela'nın sorumluları da onlardı!
Ne oldu, nasıl oldu, niye oldu, kim ne dedi, kime dedi, niye dedi?..
Uzun uzadıya anlatacak değilim.
“Osmanlıcılık”, “İslamcılık”, “Türkçülük” hiç biri çare olmadı, olamadı.
Sonunda olanlar oldu!
Her taraftan çatırdamakta olan bir binayı derme çatma payandalarla ayakta tutma çabaları işe yaramadı, bina çöktü ve İslam Dünyası kaybetti.
20. yüzyıl Müslümanlar için bir felaket yüzyılıdır.
21. yüzyılın ilk yılları “Yalancı Bahar”;
Arap Baharı'ndan sonra 2019 yılı itibariyle şu anki ise durum “Kara Kış”tır.
Yenilen ama teslim olmayan bir medeniyetin çocukları olarak bugün ne yapmalıyız?
Birçok siyaset bilimci Ortadoğu'da barış ve istikrar sağlanmadan dünyanın rahat etmeyeceğini, edemeyeceğini söylüyor.
Ortadoğu ise hala 19. yüzyıldan kalma sorunlarla boğuşuyor.
Etnik, dini, mezhebi, sosyal, kültürel, ekonomik... sorunlar çözümsüz, kangrenleşmiş bir halde çare bekliyor.
Dünyanın devranı yerinde durmuyor, Sanayi Devrimi ve Bilişim Çağını da aşarak devran yine başka ufuklara doğru dönüyor.
Daron Acemoğlu 2010'da yayınlanan “Ulusların Yükselişi” kitabında sorunların kökeninin tek başına ne “coğrafyanın kader oluşunda”, ne “kültürel sebeplerde” ne de “bilgi eksikliğinde (cehalette)” olduğunu; esas meselenin “yönetici kadroların yetenekleri ile devlet kurumlarının doğru veya yanlış oluşturulmasında, kısaca ülkelerin iyi veya kötü yönetilmelerinde” olduğunun altını çiziyor.
İslam Dünyası'nın Ortadoğu'daki 3 önemli merkezi olan Mısır, Türkiye ve İran büyük sıkıntılar içinde.
Bugün için her şeye rağmen Türkiye, iyi yönetilebilirse en iyi durumda olanı.
En azından umutsuz vaka değil.
Müslümanların alternatif bir medeniyet oluşturma hedefleri uzun ve meşakkatli bir çaba gerektiriyor.
Alimlerin, bilginlerin, filozofların, sanatçıların... velhasılı kelam kafası çalışan herkesin büyük gayreti gerekiyor.
Batı Dünyası ile insanlığın binlerce yıllık deneyimi sonucu oluşan ortak değerler üzerinde bir ittifak ve iş birliği ile “Demokratik ve şeffaf bir Türkiye” oluşturmak en kestirme ara yol olarak gözüküyor.
Hepimizi daha ileriye, daha güzele götürecek bir yol.
Bütün kurumlarını yeniden yerli yerine oturtacak, ekonomisini rasyonalite üzerinden yeniden yapılandıracak, başta eğitim ve hukuk olmak üzere tüm reformlarını doğru bir şekilde gerçekleştirecek, iç ve dış barışını sağlayacak demokratik bir Türkiye.
“Boş ver insanlığın binlerce yıllık süreçten sonra üzerinde ittifak ettiği ortak değerleri, şeffaflaşma, hukuk, demokrasi, bilgi, ehliyet, liyakat, İslam Dünyası, Ortadoğu barışını... Bunların hiç biri önemli değil!
Esas olan 'Beka Sorunu', önemli olan ayakta kalmak, iktidarı sürdürmek, biz olmasak gerisi zaten boş!” diyorsanız;
“Yandı gülüm keten helva!”
21. yüzyıla da el Fatiha!
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish