Takriben 11 yıl önce cezaevlerine karşı duyarlı olan tekil insanlar, siyasi tutsaklarla yazışma ve dayanışma çabası içindeyken, akıl almaz yasaklara karşı siyasi tutsakların ayakta kalma ve üretme mücadelesi içerisinde olduklarını, en çok da "dışarıdan" yeterince mektup alamadıklarından şikâyetçi olduklarını fark ediyorlar.
Bunun üzerine mahpus mektuplarının ve sanatsal ürünlerinin daha geniş bir kitleye ulaşması için güçlerini birleştiriyor ve ilk elde bir web sitesi kurmaya karar veriyorlar.
Tutsaklara moral verme, okuyucuları mektup yazmaya teşvik etme amacıyla kurdukları sitenin adı www.gorulmustur.org oluyor.
İlk sergilerini de 10 yıl önce "Görülmüştür Mahpus Resimleri ve Mektupları" adıyla açıyorlar. Zaten isimleri de oradan geliyor.
Geçen zaman içinde site aynı zamanda bir arşiv merkezi haline geliyor. Kendilerinin ve arkadaşlarının özel arşivlerinde bulunan mektupları, mahpus fotoğraflarını, şiir-öykü ve resim-karikatür çalışmalarını derli toplu paylaşmak amacıyla siteye yüklemeye girişiyorlar…
Bugün itibarıyla "Türkiye'nin kamuya açık, kolay ulaşılabilen, en zengin sanal tutsak kütüphanesi" cümlesi gerçeğin ifadesi. Bu çerçevede başka bir çalışma yok zaten. Varsa da ben bilmiyorum.
Tutsakların içeride elle hazırladığı, bu arkadaşlarımızın e-dergi haline getirdiği sanat-edebiyat dergileri, yüzlerce resim, karikatür, şiir, öykü, deneme, makale, belgeseller, videolar ve binlerce mektup ile bu mektupları yazanların hapishanelerden yolladıkları kendi fotoğrafları site arşivinde paylaşıma açık. Ayrıca, kolektif olarak yayımlanan kitaplar da var…
Bu kadar mı? "Sizin hala bir mektup arkadaşınız yok mu, iyi ama onlar sizin için hapiste… Haberiniz yok mu?" adlı kampanyalar açtılar.
Hemen her yıl yeni bir tema belirleyip siyasi tutsaklarla ortak sergiler düzenliyorlar. Bu sergileri kitaplaştırıyorlar.
Bütün bu çalışmaları başından itibaren fonsuz-sponsorsuz, imece yöntemi ile sürdürüyorlar…
1 Eylül'de İstanbul'da 78'li arkadaşımız Feyyaz Yaman'ın Koordinatörü olduğu Karşı Sanat Çalışmaları'nın merkezinde açtıkları ve redfotoğraf grubu ile birlikte hazırladıkları "İçeride Dışarıda" adlı sergiyle sürdürecekler…
- Söyleşiye başlamadan önce Adil Okay'ın kurucuları arasında yer aldığı Görülmüştür Kolektifi'nin amacını yol yürüyüşünü açıklama ihtiyacı doğdu… Sevgili Adil Okay, ilk sorum 'Hapishanede sanat' denince aklına ne geliyor, olsun.
İyi bir soru. Hapishanede sanat… İçeride üreten tüm sanatçıları, yazar, şair, çizer, oyuncu ve müzisyenleri de kapsayan bir tanım. İyi ki 'Hapishane edebiyatı' diye başlamadın. Sanırım sen de bu kavramı tartışmaya açtığımızı biliyorsun.
- Evet, ama yine de kısaca değinsen diyorum.
Biliyorsun Geç Osmanlı'dan başlayarak bugüne kadar hemen hemen tüm iktidarlar sanatı ve sanatçıyı düşman bellemiştir. Kısa demokratik rahatlama dönemleri dışında bu hep böyle olagelmiştir.
Muhalif karakterleri nedeniyle sanatçılar sansürle, açlıkla, sürgünle cebelleşmiş, kimi zaman da zindana düşmüş, kimi zaman da egemenler tarafından katledilmişlerdir. Sivas Katliamı'nın acısı halen yüreğimizde.
Velhasıl neredeyse yüzyıldır bu zulüm sürmektedir. Zindanla tanışmayan muhalif sanatçı yok denecek kadar azdır. Bugün itibarıyla ise hapishanede üreten yüzlerce sanatçı ismi sayabiliriz.
İşte bu sanatçıların tümünü Hapishane Edebiyatı çerçevesinde değerlendirmek yanlıştır. Örneğin halen hapishane olan Nüdem Durak müzisyendir.
- 'Hapishane edebiyatı' kavramı artık yerleşti ama değil mi? İçeriğinin doldurulmasından söz etmek gerekir belki…
Evet, doğru. Tarihçesini uzun yıllar öncesine götürebileceğimiz 'hapishane edebiyatı' kavramı tartışmalıdır. Yoruma açık olsa da bu tanım artık edebiyat diline yerleşmiştir. Ancak bu kategorinin yanlış yorumlanmasına itirazımız vardır.
'Hapishane edebiyatı' denince 'içeride yazılan ve sadece hapishane temalı olan edebi eserler' anlaşılmaktadır. Bu yanlış bir kanıdır.
Nazım Hikmet'ten, Cigerxwin'a, Sebahattin Ali'den Kemal Tahir'e, Orhan Kemal'den Atilla İlhan'a, Çetin Altan'dan Musa Anter'e, Rıfat Ilgaz'dan Ahmed Arif'e, Enver Gökçe'den Arif Damar'a, Süleyman Okay'dan Feride Çiçekoğlu'na, Sevgi Soysal'dan Hasan Hüseyin Korkmazgil'e, Yılmaz Güney'den Mehmet Uzun'a ve diğerlerine kadar yolu hapishaneden geçmiş birçok şair ve yazarın şiir, öykü, roman, piyes, senaryo ve hatırat türlerinde yazdıkları kitapların bazılarında içeriyi anlattıkları doğrudur.
Ancak aynı yazar ve şairler içeriden dışarıya da bakmışlar, dışarıdaki mekânları ve hayatları da betimlemişlerdir.
Bu nedenle ben içeride yazılan tüm kitapları tartışmaya açık olan 'hapishane edebiyatı' kategorisine sokmak ve böyle adlandırmak yerine, "hapishanede üretilen eserler" veya senin zarif ifadenle "sapishanede sanat" demeyi tercih ediyorum.
Dr. Ayhan Kavak ile beraber hazırladığımız Firari Yazılar adlı kitabımızın önsözünde bu konuyu tartışmaya açmıştık.
Ayrıca yukarıda değindiğim gibi içeride plastik sanatlarla ilgilenenleri de unutmamak gerekiyor. Örneğin geçtiğimiz yıllarda Görülmüştür Kolektifi olarak içeride olan 22 ressam ve karikatüristle birlikte özgürlük temalı bir karikatür sergisi düzenlemiş ve daha sonra bu sergiyi 'Duvarları Delen Çizgiler' 1 adıyla kitaplaştırmıştık.
Bu kitapta yer alan çizerlerden 45 yaşındaki Aynur Epli 18 yaşından beri tutsaktır. Resim yapmaya içeride başlamış, üslubu olgunlaşmış ve belli bir ustalığa ulaşmıştır. Epli'nin ilk sergisi 'İçeride Dışarıda Kadın' 2 adıyla Görülmüştür Kolektifi'nin çabasıyla benim küratörlüğümde açılmıştır.
- Hapishanede üretmek zor değil mi? Basına da sık sık yansıyan keyfi yasaklardan ve diğer olumsuz koşullardan kaynaklanabilecek sansür ile otosansür sorununu nasıl aşıyor tutsak sanatçılar?
Elbette zor. Kimi zaman imkânsız görünüyor. İşte tutsaklar o engelleri aşıyor. Aşıyorlar ama ne bedeller ödüyorlar. Keyfiyet diz boyu. Akıl almaz kötülük yöntemleri icat ediyor hapishane idareleri. Devlet vur diyor, onlar öldürüyor.
Yani macera filmlerine ya da romantik aşk öykülerine benzemiyor içerideki hayatlar. İçerisi her daim ayaz, karanlık. Dayanışma diyeceksiniz ama o da kolay değil. Koğuş sistemi de ortadan kalktı. Tek kişilik hücrelerde, üç kişilik hücrelerde dayanışmak kolay mı?
Bizim dayanışmamız da çoğu zaman engelleniyor. Tutsak ressam Aynur Epli'ye çizim kalem seti yolladım vermediler. Yolladığımız onlarca yasal kitap "sakıncalı, tehlikeli" diye sahiplerine verilmedi. Hapishane depolarında çürümeye bırakıldı.
Aynur da bana yolladığı mektupta bu konuya değinmişti. Ondan da bir alıntı yapayım:
Maalesef, yüzyıllar boyunca sansür sanatın ve sanatçıların baş belası olageldi. Sanatçının toplumla buluşmasının önü alındı. İktidarın sanat ve sanatçıdan bir korkusu söz konusu. Çünkü özgür yaratıcılık, marifet iktidarın doğasına terstir. Onlar üretmek, yaratmak yerine tüketiciler, o yüzden sanatçının büyülü üretim dünyasına tahammül edemiyorlar. Yaratmaya ve yaratana yabancılar. Mikro iktidarlar kraldan daha kralcı oluyorlar. Bizler zindanda olmamız dolayısıyla daha fazla sansüre maruz kalıyoruz. Çok absürt gerekçelerle insanın en mahrem alanına kadar bir müdahale, kendine göre ayar verme oluyor; olmadı çok rahat el koymak, keyfi şekilde yaptığını tahrip etme hakkını kendilerinde çok rahat görüyorlar.
Yine Aynur gibi tutsak olan karikatürist Mehmet Boğatekin ile de bir söyleşi yapmış, ona da benzer bir soru yöneltmiştim.
Güney dergisinde yayımlanan o söyleşiden, Mehmet'ten de alıntı yapayım, sanırım aydınlatıcı olur.
Mekânın yazı - çizim süreci üzerinde etkisi muhakkak var. Birincisi yaptığınız çizim birkaç gözden geçerek esas muhatabına (dışarıdaki okuyuculara-izleyicilere) ulaşacak. Her aşamayı sorunsuz aşması gerekiyor. Hele ki politik konuyu çizmişseniz hassasiyetler artar ve bazen kastetmediğiniz anlamlar bile yüklenebilir, başınız derde girebilir.
(…) Bakınız C. Pavese'in 'Hayatın saldırılarına karşı bir savunmadır sanat -edebiyat' sözü hapishanede üretim yapanlar için daha bir anlam ifade ediyor. Çünkü çoğu zaman içeride bir şeyler üretmek bizim için bir varoluş gerekçesine dönüşüyor. Hapis hayatının ağır hükmüne karşı direnebilmek için üretiyoruz.
Ömrümüzden alınan on yılların ruhumuzu ve bedenimizi 'çürütmemesi' için, yaşamı daha katlanılabilir kılmak için yazıyoruz-çiziyoruz. Başka türlü 25-30 yılı nasıl devirebilirdik ki!
- Sen ve tutsak Doktor Ayhan Kavak şair ve yazarlarla söyleşiler yaparak bir kitap hazırladınız. Biraz önce değindin. Firari Yazılar adını verdiğiniz bu kitap Klaros yayınlarından çıktı. Çok da ses getirdi, bir boşluğu doldurdu. Söyleşi sorularından biri içeride zor koşullarda hazırlanan bir kitap dosyasını yayınlatabilmenin zorluğu hakkındaydı. Bu konuda birkaç istisna dışında içerideki yazar ve şairler çok dertliydi. Dışarıdan yeterince destek alamadıklarını, teknik engelleri aşamadıklarını, hapishane okuma komisyonun engelini aşsalar bile yayınevlerinde dosyalarının yıllarca bekletildiğini belirttiler.
Evet, bu konuda şikayetler genelde birbirine paralel. Firari Yazılar'a katkı sunan tutsak yazarlardan İbrahim Şahin bize şöyle yanıt vermişti:
Sanırım pek çok edebiyatçı için ürününü yayınlatmak, sürecin en sıkıntılı dönemi olsa gerek. Temel zorluk gene sınıfsal düzlemde gösteriyor kendisini. İdeolojik bakış farkı, yayınevlerinin, daha doğrusu parayı ölçüt alan yayınevlerinin 'beğeni'lerinin de farklılığını açık ediyor, bu da kitabınızın yayınlanmamasının gerekçesi oluyor.
Bir defasında yazdıklarımın sert olduğu dahi söylendi bana. Yahu sizin temsil ettiğiniz sınıfın halka saldırılarından daha sert yazmam mümkün mü? Ben ne kadar sert yazsam gene de sizin zulmünüzü anlatmaya kifayet etmez.
Yine Firari Yazılar'daki söyleşisi yayımlanan tutsaklardan Selahattin Demirtaş'tan da bir alıntı yapayım:
Mahpusun en çok yaptığı şey hayal kurmaktır, bunun için yeterince zamanı da vardır. Ancak kalabalık koğuşlarda yazmak için yoğunlaşma ve konsantrasyon sorunları mutlaka yaşanıyordur. Kısıtlı imkân ve kısıtlı mekânda edebiyat ürünü yaratabilmek elbette kolay bir iş değil. Zaten hapishane edebiyatını değerli kılan da budur.
Özgürlüğünüzün elinden alındığı bir ortamda özgürce yazabilmek ciddi bir iştir. Cezaevinde birçok arkadaşın okuma yapma, araştırma imkânı da son derece kısıtlıdır. Oysa iyi bir yazar her şeyden önce iyi bir okurdur. Bu engellere rağmen içerdeki okuma oranı dışardakinden yüksektir.
Siyasi tutsakların özel azim ve çabaları sayesinde kendilerini geliştirdikleri, olağanüstü koşullarda yazarlığa adım attıkları düşünüldüğünde içerde yazılmış her kitabın farklı bir anlamı ve değeri olduğuna inanıyorum. Genelde küçümsense de bu eserlerin edebiyat dünyasına önemli bir katkı sunduğu gözden kaçırılmamalıdır.
- 1 Eylül'de İstanbul'da Karşı Sanat Galerisinde yeni bir serginiz açılacak. Siz istikrarlı biçimde her yıl farklı bir temada tutsaklarla beraber yeni bir sergi hazırlıyorsunuz. Birkaçı hariç diğerlerini "Red fotoğraf grubu" ile beraber hazırladınız. 'İçeride Dışarıda' adını verdiğiniz bu sergi hakkında da konuşsak...
Evet. Daha önce de "Görülmüştür kolektifi" ve Redfotoğraf Grubu olarak birlikte hazırladığımız "İçeriden Dışarı - Dışarıdan İçeri Fotoğraf Köprüsü" ile "Düşler Tutsak Edilemez" ve 'Özgürlüğün Sesi' adlı sergilerle kamuoyunun dikkatlerini hapishanelerde Tecride Rağmen Üreten tutuklu ve hükümlülerin yaşadıkları hak ihlallerine çekmiştik.
Bu kez 'İçeride Dışarıda' adını verdiğimiz şiddet temalı yeni sergi projesi için yola çıktık.
- Neden sergiye "İçeride Dışarıda" adını verdiniz…
Çünkü şiddet hem dışarıda hem içeride sürüyor. Hayatın her alanında. Tabi Sergimizin adı şiddet sarmalında dünya ya da şiddet sarmalında ülke olabilirdi.
'Hak, hukuk, adalet ve şiddet kavramları size neyi ifade ediyor, bize metinle, fotoğrafla, şiirle, resimle, karikatürle betimleyin' diye yazabilir, içerideki/dışarıdaki sanatçılardan bu temada eser isteyebilirdik.
Ama biz çalışmanın daha spesifik olmasına özen gösterdik ve 'İçeride Dışarıda' adını verdiğimiz bu sergi için başvurduğumuz sanatçılardan kadına, çocuğa, emekçiye, mülteciye, LBGTİ+lara, tabiata, hayvana uygulanan şiddetin ve/veya bu şiddete karşı direnişin betimlenmesini istedik.
Özellikle tecrit içinde tecridi yaşayan, zor koşullarda üreten içerideki yazar, şair ve çizerlerden yanıt gelmesi uzun sürdü.
Ama sonuçta başardık. Sergimize şiddet temalı olduklarını düşündüğümüz eski tutsak mektuplarından, şiir ve desenlerinden de örnekler koyduk.
Sergimize gönüllü küratörlük yapan Ezgi Bakçay'ın ve Karşı Sanat ekibinin ince dokunuşlarıyla projemiz gerçekleşmiş oldu.
- Hapishanelerde yüzlerce sanatçının, binlerce üniversite mezununun, onlarca bilim insanı var, biliyorsunuz. İçeride üretmeye devam ediyorlar.
Evet. Türkiye hapishanelerinde binlerce politik mahpus özgürlük ve eşitlik taleplerini tecrit şiddetine ve sansür kılıcına rağmen yazıyla ve mısrayla, fırça ve tuvalle, söz ve nota ile kimi zaman da sloganla sürdürmektedir.
Görülmüştür Kolektifi olarak hazırladığımız sergilerde ve kitaplarda yer alan tutsak eserleri, 10, 20, 30 yıldır zindanda olan binlerce insanın kesintisiz üretiminin sadece küçük bir bölümüdür.
- Merakla bekliyoruz. Buradan duyuru da yapmış olalım.
Sergimizi İstanbul'dan sonra başka kentlere ve ülkelere taşıyacağız. Daha önce olduğu gibi. Bunun için destek, davet bekliyoruz.
Biz fonsuz, sponsorsuz faaliyet gösteren bir grubuz. Bu anlamda Demokratik Kitle Örgütlerinin, Meslek Odalarının, belediyelerin, sanat örgütlerinin desteğini bekliyoruz. Zira bu sergi aynı zamanda sizin serginizdir diyoruz.
- İzleyiciler neler görecek bu sergide?
Bu sergide içeride / dışarıda yaşanan şiddetin -acıları yarıştırmadan- açık, kapalı metaforlarla betimlendiğini göreceksiniz.
Bu sergide tabiatın çığlığını duyacaksınız. Katledilen doğanın, kesilen ya da yakılan yüz milyonlarca ağacın, nesli tükenen hayvanların, suları kirlenen ya da kuruyan nehirlerin, göllerin çığlığını hissedeceksiniz.
Bu sergide sermayenin ekolojik talanına karşı mücadele eden insanların uğradıkları baskıya rağmen başkaldırışlarını göreceksiniz.
Bu sergide kimlik hakkı için, özgürlük ve eşitlik için mücadele eden, bu uğurda şiddete uğrayan, zindanlara düşen insanların seslerini duyacaksınız.
Bu sergide sınıf/emek diyen, iş cinayetlerine, kapitalist yağmaya karşı mücadele eden insanların umutlarına tanıklık edeceksiniz.
Bu sergide siyasi zor, savaş, açlık ya da kuraklık gibi afetler nedeniyle umuda yolculuğa çıkan, Akdeniz'de boğulup ölen, dağlarda soğuktan donan ya da sığındıkları ülkelerde ırkçılar tarafından katledilen, fuhuşa zorlanan, yarı köle gibi çalıştırılan milyonlarca "göçmenin- mültecinin – sığınmacının" trajedisi ile bir kez daha yüzleşeceksiniz.
- Teşekkürler Adil Okay!
Kaynak:
1. Duvarları Delen Çizgiler, yayına hazırlayan Adil Okay, Ütopya yayınevi, Ankara, 2018.
2. https://www.milliyet.com.tr/yerel-haberler/mersin/cezaevinde-kadina-siddeti-cizdi-11116353
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish