Pardon!

Yusuf Kenan Küçük Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: @xabxab32

Baş aktörlerinin neredeyse tamamı vefat etmiş 2005 yapımı "Pardon" adlı film gerçek bir olaydan esinlenilerek Ferhan Şensoy tarafından senaryolaştırılmıştı. 

Filmde devlet görevlilerinin usulsüzlükleri ve yasaları ihlal etmesi nedeniyle kendi halindeki üç arkadaşın hayatlarının altüst olması ve masumiyetleri en baştan bilinmesine rağmen yıllarca hapis yatmaları anlatılır. 

Filmin sonunda cezaevi müdürünün şahsında temsil edilen devlet, hayatlarından altı yıl üç ay çalınan vatandaşlarına "arada bir böyle yanlışlıkların olabildiğini" söyler ve "pardon" der. 

Komedi olmasına rağmen bu film, Türkiye'de devletin kendi koyduğu kurallara uymaması nedeniyle vatandaşlarını mağdur etmesini resmeder. 

Filmdekine benzer sayısız örnek hemen her gün yazılı ve görsel basında yer buluyor. 

Ancak son dönemde ülkedeki diğer göçmen gruplarla birlikte Afrika kökenlilerin de benzer hukuksuz uygulamalara maruz kaldığına şahit oluyoruz. 

Yatırımcıların beyanlarına göre, Ankara Sümer Sokak'ta Somalili yatırımcılara ait işyerlerinin maruz kaldığı hukuksuz müdahaleler bunun en çarpıcı örneklerinden. 

Büyük çoğunluğu üçüncü ülke vatandaşlığına da sahip bu girişimciler baskılara dayanamayıp sessiz sedasız Türkiye'den ayrılmak durumunda kalırken, Saab Cafe&Restoran'ın direniş ve hak arama mücadelesi, Afrikalı girişimcilerin çeşitli hukuksuzluklara maruz kaldıklarını gösteriyor. 

Saab Cafe&Restoran'ın Somali ve Etiyopyalı yatırımcılarına yönelik ırkçı olarak nitelendirilebilecek uygulamalar, Türkiye'nin özelde Somali, genelde ise Afrika'daki imajını ciddi şekilde zedeleme potansiyeli barındırıyor.

Saab'ın ortaklarının yaşadıkları esasen "Pardon" filminde anlatılan absürtlüklerden geri kalmayacak cinsten. 

İşletme sahiplerinin kendi ifadelerine göre yetkili makamlar işyerini kapatmaya ve tasfiye etmeye zorluyor, mülk sahibinden kiracı işletmeyi çıkarması isteniyor. 

Baskılar burada da bitmiyor. 

Restoranın ortakları ve müşterileri zaman zaman polis tarafından gözaltına alınıyor, müşterilerin bulunduğu saatlerde restoran içerisinde polis tarafından kimlik kontrolü ve video kaydı yapılıyor, polis ekipleri çeşitli bahanelerle restoranın belirli saatler arasında müşteri kabul etmemesini talep ediyor, gelen müşterileri, kapalı olduğunu söylenerek restoranın kapısından geri çeviriyor. 

İşletmenin tabelası Türkçe olmadığı ve standart dışı olduğu gerekçesiyle değiştirmeye zorlanıyor. 

Geçtiğimiz günlerde DEVA Partisi Milletvekili Mustafa Yeneroğlu'nun da katılımıyla gerçekleşen yeni tabela açılışına polis müdahale etmiş ve kullanılan renklerin 'terör örgütünü çağrıştırdığı' gibi trajikomik bir gerekçeyle ve hukuki süreçler işletilmeksizin tabela beyaza boyanmıştı. 

Olay sırasında Yeneroğlu polis amirinin tehdit ve hakaretlerine maruz kalmıştı.
 

1.jpg
DEVA Partisi Milletvekili Mustafa Yeneroğlu / Fotoğraf: Twitter - @myeneroglu

 

Yaşananlar hakkında detaylı bilgi almak için görüştüğüm Saab'ın ortaklarından Mohamed İsa Abdullahi, işletmenin 2019 yılında faaliyete geçmesine rağmen baskıların geçtiğimiz yıl ağustos ayında başladığını, süreç içerisinde birçok defa gözaltına alındıklarını, muhatap oldukları polis amirlerinin "Kızılay'da siyahi istemiyoruz", "Somalilileri söküp atıp burayı Türkleştireceğiz" dediklerini, sınır dışı edilmek ve Türkiye'deki malvarlıklarına el konulmakla tehdit edildiklerini söylüyor. 

Maruz kaldıkları hukuksuzlukların son bulması amacıyla Çankaya Kaymakamlığı, Ankara Valiliği, Göç İdaresi Başkanlığı, İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, Kamu Denetçiliği Kurumu ve Cumhurbaşkanlığına başvurduğunu belirten Abdullahi, aldığı tek yanıtın "polis görevini icra ediyor" şeklinde olduğunu, görevi vatandaşlarının hak ve menfaatlerini korumak olan Somali makamların ise kendilerine "zorluk çıkarmamayı" salık verdiğini belirtiyor. 

Öte yandan, şimdiye kadar yetkili hiçbir makam/kurumdan kendilerine yazılı hiçbir uyarı veya ceza gelmediğinin altını çizen Abdullahi, baskı ve hukuksuz işlemlerin tamamının işyerlerine gelen polis ekiplerince gerçekleştirildiğini, Kızılay'da açılan çoğunluğu Somalili 10 kadar işletmenin neredeyse tamamının iflasa sürüklendiğini veya kapandığını, bu işletmelerin hemen hepsi Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleri vatandaşı olan sahiplerinin  tüm yatırımlarını sonlandırarak Türkiye'yi terk ettiklerini kaydediyor. 

Yaşadıkları tüm baskılara rağmen Türkiye ile Somali arasındaki ilişkilerin zarar görmemesi, halklar arasındaki kardeşâne ilişkilerin zarar görmemesi için kendilerinden birçok kez randevu talebinde bulunan Somalili ve uluslararası medya kuruluşlarını ısrarla reddettiklerini kaydeden Abdullahi, Türkiye içerisinde de mağduriyetlerini uzun süre kamuoyuna mal etmeyip tamamen resmi kurumlar nezdinde çözmeye çalıştıklarını, bıçağın kemiğe dayandığı bu aşamada yaşadıklarının en azından kayda geçmesi için bu tutumlarını terk etmek durumunda kaldıklarını belirtiyor. 

Aynı sokaktaki diğer yabancı uyruklu işletmelere dokunulmadığının ve sadece Afrika menşelilere ait işyerlerine baskı yapıldığın kaydeden Abdullahi, görüştüğü üst düzey bir yetkilinin kendisine, ten renklerinin farklı olduğu imasıyla, Somalililerin göze battığını söylemesine dikkat çekiyor.  
 

2.jpg
DEVA Partisi Milletvekili Mustafa Yeneroğlu Saab Cafe&Restoran'ın ortakları Mohamed Abdullahi ve Mesaret Karakaya ile birlikte / Fotoğraf: Twitter - @myeneroglu

 

Görünen o ki Saab Cafe&Restoran, mevzuata aykırı hiçbir faaliyeti bulunmamasına rağmen "gözünün üstünde neden kaşın var?" taktiğiyle Sümer Sokak'taki diğer Afrikalı yatırımcılar gibi ortadan kaldırılmak isteniyor. 

Tabiri diğerle ortadan kaldırmak için yasal mazeret bulamadıkları Afrikalılara ait şirketi zorbalık ve mafyavâri olarak addedilebilecek kanunsuz işlemlerle kapatmaya zorluyorlar. 

Öte yandan Ankara'nın diğer semtlerinde veya başka illerde Afrikalı göçmenlere ait işyerlerinin Sümer Sokak'takilere benzer baskılara maruz kaldığını henüz bilmiyoruz. 

Dolayısıyla ilk bakışta Saab'ın yaşadıkları münferit bir olay gibi anlaşılabilir. 

Fakat olaydan sonra restorana müdahalede bulunan ve Milletvekili Yeneroğlu'na hakaret eden polis amirine Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından sahip çıkılması, hukuksuzluk ve ırkçı uygulamanın münferit olarak değerlendirilemeyeceğini gösterdi. 

Restoran ortaklarının dikkat çektikleri emniyet makamlarının söylem ve eylemlerinin mevcut veriler ışığında sadece ırkçılıkla açıklanabileceği gerçeğini değiştirmiyor. 

Daha vahimi, yetki ve sorumluluk sahibi diğer kurumların, işletme sahiplerinin başvurularına istinaden veya re'sen bu hukuksuzluklara son verilmesi için hiçbir adım atmaması, açıklama yapmaması veya en azından işletme sahipleriyle temas edip konu hakkında bilgi talebinde bulunmaması, sağır sultanın dahi duyduğu kanunsuzlukların devlet yöneticilerinin bilgisi ve en azından zımni onayı çerçevesinde gerçekleştiğini gösteriyor. 

İşin acı tarafı, hümanizmi, din kardeşliğini dilinden düşürmeyen, başka ülkelerde meydana gelen ırkçı uygulamaları ivedilikle kınayan devlet ricalimiz, kendi sorumlulukları altındaki benzer hadiselere sessiz kalmayı yeğliyor.

Ülkedeki diğer göçmen gruplara benzer şekilde Somalililere ve diğer Afrika kökenlilere vurmak kolay. 

Çünkü "göçmen" statüleri nedeniyle zaten dezavantajlı olan konumlarında sırtlarını dayayabilecekleri tek enstrüman hukukun üstünlüğü ve kanun önünde eşitlik ilkesi. 

Bu teminatların da bizzat devlet gücünü elinde bulunduranlar tarafından ihlal edilmesi, normal şartlarda can simidi mahiyetindeki güvencelerin zayıfların boynuna demir bir boyunduruk gibi geçmesine yol açıyor. 

Esasen devletin hakkını da teslim etmek gerek. 

Zira hukuksuzlukta da olsa tutarlı bir duruş sergiliyor. 

Bu tutarlılık (!) kamu gücünün uygulanmasında güçlü ile güçsüzün itinayla ayrılmasında kendisini gösteriyor. 

Bu minvalde hukuksuzlara maruz kalanların ister vatandaş olsun ister göçmen, ekonomik, siyasi ve sosyal açıdan güçsüz kesimler olduğu görülüyor.

Ankara'nın merkezi Kızılay'da Afrika menşeli bir restoranın tabelasına müdahale edilmesi küçük bir hadise gibi görülebilir. 

Ancak, olay sırasında yaşananlar ve devamındaki tepkisizliğin, başta Somali olmak üzere Afrika ülkelerinde not edildiği bilinmeli. 

Sosyal medya, ulusal ve uluslararası basında yer bulan bu hadise Türkiye'nin Afrika politikasını da olumsuz etkileme potansiyelini haiz.  
 

3.jpg
Üçüncü Türkiye-Afrika Ortaklık Zirvesi aile fotoğrafı / Fotoğraf: AA

 

Somalili yatırımcıların maruz kaldığı uygulamaları Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın daha altı ay önce gerçekleşen Türkiye-Afrika Üçüncü Ortaklık Zirvesi'nde sarf ettiği Türkiye'deki Afrika diasporasının yatırımlarının desteklenip teşvik edildiği sözleriyle telif etmek zor. 

Ayrıca, Mısır'da kurulan Türk devletlerinden başlayıp Osmanlı dönemini içeren 11 asırlık bir "kadim dostluk"tan söz edip kıtada Türk kültür mirasının izlerini taşıyan eserlerin Harar, Mogadişu, Timbuktu ve Cape Town'da bulunmasıyla övünürken, diğer taraftan bugün Afrikalıların Türkiye'de bulunmasını istemeyen ve bu tutumunu kanunsuz işlemlerle gösteren kamu görevlilerine karşı gerekli tepkinin verilmemesi ciddi bir tezat teşkil ediyor. 

Bu durumda insani ve kültürel yönlerine dikkat çektiğimiz Afrika ortaklık politikası ile kıta halklarıyla kardeş olduğumuz vurgusunun altı boşalıyor.

Ayrıca üstenci, nobran ve samimiyetsiz olmakla itham edilen eski sömürgeci güçler ile Türkiye'nin kıtaya yaklaşımı arasındaki farkın gittikçe flulaşmasına yol açıyor. 

Bu çerçevede Türkiye'nin Afrika politikası çerçevesinde sıklıkla dillendirilen karşılıklı saygı, kazan-kazan, insani ilişkiler temelli diskurun ilk defa ciddi bir sınamayla karşı karşıya kaldığını ve maalesef iyi bir sınav verilmediği söylenebilir. 

Bu başarısızlığın temelinde ise başta işaret ettiğimiz Türkiye'nin kendi iç tutarsızlıkları bulunuyor. 

Saab Cafe&Restoran'ın ortakları hukuksuzlara karşı direnişleriyle Türkiye'de devletin içindeki birtakım odakların, nihai hedefi ne olursa olsun, ırkçı politikalarını gün yüzüne çıkarıyor, devlet ve topluma kendisini görmesi için ayna tutuyor. 

Nihai tahlilde, anayasamızda kayıtlı hukukun üstünlüğü ve kanun önünde eşitlik gibi temel prensiplere aykırı uygulamalara maruz kalan Somalili göçmenlere devletin günün birinde "pardon" deyip demeyeceğini şimdiden kestirmek zor. 

Ancak, her hâlükârda mevcut durumdan kaynaklanan zarar Somalili yatırımcılarla sınırlı kalmayacak. 

Afrika ülkelerinden Türkiye'ye gelebilecek diğer yatırımcıların gözünün korkmasına neden olabileceği gibi, Türkiye'nin Afrika halkları nezdindeki imaj ve saygınlığı da zedelenecek.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU