Türkiye kurulduğu günden bu yana Kürtçe inkar edildi, baskılar yapıldı, yok sayıldı, asimilasyon politikalarına maruz kaldı.
Ama Kürtler bunca şeye rağmen ne milli kimliklerinden ne de dillerinden taviz verdiler.
Evlerinde gizli gizli Kürtçe konuştular, çocuklarına öğrettiler, konuşturdular.
Evlerine, analarının babalarının dillerinde yayın yapan bir Kürtçe kanal için çift çanak anten taktılar.
Sonraları yavaş yavaş Kürtler kabul edilmeye başlandı, Kürtçe konuşma yasağı gevşedi. Süreci detayıyla yazmaya gerek yok, zira meselemiz zaten o değil.
AKP hükümeti zamanına gelince bir çözüm süreci başladı. Türk kanallarında bir Kürtçe parça duyunca sevinen biz Kürtlerin çözüm süreci içerisinde devlet eliyle ve devlet televizyonu olan TRT aracılığıyla TRT 6 (Şeş) adında (şimdilerde TRT Kurdî) Kürtçe TV kanalı kuruldu (Özel Kürtçe kanallar da dahil).
Bunun hemen ardından okullarda Kürtçe dersi verilmesi için öğretmen yetiştirmek amacıyla üniversitelerde yüksek lisans ve lisans düzeyinde eğitim veren Kürt Dili ve Edebiyatı bölümü kuruldu. Yılda yaklaşık 40 kadar öğrenci kabul eden bu devlet üniversitelerinde Kürtçe öğretmenleri yetiştirilmeye başlandı.
Ama çözüm süreci o kadar hızlıydı ki bu öğrencilerin mezun olması beklenmeden ilköğretim düzeyinde 5-6-7 ve 8. sınıflarda okuyan Kürt öğrencilere seçmeli Kürtçe dersi vermesi için Kürtçe yüksek lisans eğitimini tamamlamış Kürt Dili ve Edebiyatı öğretmenleri alelacele atanmaya başlandı.
Kürt dilinin durumu buraya kadar gayet güzel devam ediyordu.
Ta ki çözüm süreci bitene kadar.
Çözüm süreci bitti, peki Kürtçe eğitim devam etti mi?
Evet, Kürtçe eğitim verilmeye devam edildi.
Kürt Dili ve Edebiyatı bölümünü bitiren öğrenciler ellerine diplomalarını aldılar ve diğer öğretmenler gibi atama yapılmasını beklediler.
Ama ne mi oldu? Zazakî ve Kurmancî öğretmenlerine toplam 3 kontenjan ayrıldı.
20 bin kontenjandan Arapçaya, Almancaya, Fransızcaya Kürtçenin 10 katı hatta 20-30 katı kadar kontenjan ayırıldı.
Kürtler de “Biz kardeşiz, bekleriz” dediler beklediler. Bir daha 20 bin kontenjan açıklandı. Yine diğer dillere kontenjanlar dağıtıldı ama Kürt dili öğretmenlerine 20 binin zekatı olan 3 kontenjan verildi.
Öğretmenler yine ses etmedi, “Elbet gelir hakkımız” dediler.
Sonra bir 20 bin kontenjan açıklandı, yine aynı şekilde Arapça, Fransızca ve Almancaya kontenjan ayırılmış, ama Kürt Dili ve Edebiyatı mezunu öğretmenlere hiç kontenjan verilmemiş (0 kontenjan verilmiş de diyebiliriz).
Peki, “Neden hiç kontenjan verilmedi?” diye sorduğumuzda da “Talep yok ki canım” cevabını aldık. Türkiye’de yaklaşık 15-20 milyon civarı Kürt var ama Kürtler toplam 1 öğretmenin atamasını sağlayacak yeterlilikte ders talebinde bulunamayacak kadar ahmak bir millet midir?
Onca baskıya rağmen dilini unutmayan bu halk, çocuklarına Kürtçe dersini seçtirmeyen bir halk elbet değildir.
Dönem başı seçmeli derslerin seçilmesi için velilere ve öğrencilere bir liste verilir, hangi dersi seçmek istiyorlarsa oraya tik konur ve öğrenciler seçtikleri derslerde eğitim görürler. Sistem budur.
Ama Türkiye’de bazı okullarda (ki şu an geneli böyle) eğer Kürtçe dersi seçildiyse yetkili öğretmen gelir ve “Ya zaten Kürtçe öğretmeni yok ki, seçsen de öğretmen göndermezler. Siyer'i seçin, Kur’an’ı seçin, din kültürünü seçin” der (ki burada Kürtçe dersinin karşıtı olarak özellikle din derslerinin ismi zikredilir.
Sanki Kürtçe dersi gören din dersi göremezmiş gibi). Veliler de ne yapsın, mecburen başka seçmeli dersleri seçerler.
Kontenjan dağılımında Kürt kardeşlerine 0 kontenjan verilince ve sebebi sorulunca da “Eee ne yapalım talep yok, olsa dükkan sizin, atamanızı yaparız” diye cevap verirler.
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu.
Gel gelelim asıl meseleye.
Çözüm sürecinde Kürtçe eğitimin önü açıktı ve lisans mezunu Kürtçe öğretmen yok iken sırf derslere girsinler diye yüksek lisans mezunlarını atayanlar neden çözüm süreci bitince lisans mezunlarını ortada bıraktılar?
Bu bölümü okuyan ve mezun olan bu öğretmenler Kürt çocuklara dillerini öğretsinler diye mi yoksa oy kazanmak için mi bu bölümde okutuldular?
Şayet bu öğretmenler Kürt çocuklara dillerini öğretsinler diye okutulmuşlarsa bu da atamalar yapılarak gösterilmelidir. Türkiye’de Türklerden sonra en büyük nüfusa sahip olan Kürtlerin çocukları, bir İngiliz, Alman ya da Arap çocuğundan değersiz midir ki dil eğitiminden mahrum bırakılsın?
Bakınız Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk 2018 Ekim’inde Birgün gazetesinin haberine göre şu cümleyi kurdu:
Suriyeli öğretmenler var. Hem Arapça hem Türkçe bilen öğretmenlere ihtiyacımız var.
Toplam nüfusları Kürtlerin yarısı kadar bile olmayan Suriyeli ailelerin çocukları için Arapça ve Türkçe bilen öğretmen ihtiyacı olduğunu beyan eden Milli Eğitim Bakanı, nüfusu milyonları bulan Kürt çocukları için hiç Kürtçe öğretmeni ihtiyacı hissetmiyor ama Arap çocukları için hissediyor.
Bakınız, çözüm sürecini Kürt Dili ve Edebiyatı öğretmenleri bozmadı, bu öğrenciler ellerine silah almadı; kalem aldı, defter aldı, kitap aldı, Melayê Cizîrî’nin, Feqîyê Teyran’nın dîvanını, Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn’ini aldılar. Okudular, mezun oldular.
Tek istekleri atanıp Kürt çocuklarına dillerini öğretmek, Kürtçeye hizmet etmek.
Dediğim gibi çözüm sürecini bu öğretmenler bozmadı ki faturasını Kürt dili öğretmenleri ve öğrencileri çeksin.
Şimdi milletvekilleri ve üst düzey yetkililer düşünsün: Çözüm sürecinin faturası neden bize kesildi?
O’nun kanıtlarından biri de, gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. Kuşkusuz bunda bilenler için ibretler vardır.
(Rum/22)
* https://www.birgun.net/haber-detay/bakan-ziya-selcuk-tan-zorunlu-din-dersi-aciklamasi-235022.html
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish