Tavanı o kadar yükseğe çıkmıştı takımın, başarıları da sıradanlaşmıştı artık. O döneme kadar sadece bir basketbol takımıyken, bir anda elit bir takıma dönüşmüştü.
Türkiye'de herhangi bir branşta bir kültür yaratılması, pek kolay bir durum değildi.
Bütün dinamiklerin futbolu desteklediği, bütün spot ışıklarının yeşil sahaları gösterdiği bir spor kültürü varken, bir anda gazete sayfalarında büyük resimler ile çıkıyordu bir basketbol takımı.
Efes Pilsenli basketbol yılları ve 2001 yılındaki A Milli Basketbol Takımı'nın yarattığı heyecandan sonra, basketbol tekrar parkelerden, evlere girmeye başlamıştı. Daha da önemlisi, rakiplerinin güçlenmesi için de tetikleyici oluyordu.
Kimine göre bu dönem, gereksiz israf ve karşılığı olmayan başarılardı.
Fakat bir marka yaratılmıştı ve artık zirvedeydi Fenerbahçe Basketbol organizasyonu.
Fakat adım adım zirveye çıkan Fenerbahçe basketbol takımının, zirveden inişi de çok hızlı oldu. Hem de para harcayarak, serbest düşüş yaşayarak.
Coşkulu yıllardan sonra, kötü bir yönetilmeye başladı Fenerbahçe basketbol şubesi. Sekiz yıl sonra ilk defa Euroleague'de playofflara kalamadı Fenerbahçe.
Üç yılda üçüncü antrenörü ile çalışıyor ve yeni sezonda da dördüncü antrenör gelebilir şubeye. Zira mevcut Koç Sasha Djordjevic'in performansı, oldukça başarısız.
Željko Obradović ile yüzde 70'lerde olan galibiyet oranı, Igor Kokoškov ile yüzde 50'lere, Sasha Djordjevic ile de yüzde 37'lere kadar düşmüş durumda.
Her ne kadar Sasha Djordjevic, bu takımı ben kurmadım dese de imza attıktan sonra o takım, Sasha Djordjevic'in takımı olmuştu aslında.
Üç yıl önce düzenli Final Four'a kalan takım, şimdi playofflara bile kalamıyor. Ve bunu yaparken de ortalama 20 milyon Euro gideri var şubenin.
Son 2 yılda, 18 transfer yapmış Fenerbahçe basketbol şubesi. Ve her yıla, yeni bir koç ile girmiş. Yani aslında şubeyi yönetenler, futbol gibi yönetiyor basketbolu.
Aynı transfer hastalığı ve organizasyonluk, basketbola da sıçramış durumda.
İşleyen bir şubeyi devralan Ali Koç ve yönetimi, rakiplerinden en büyük farkı olan basketbol organizasyonunu, yerelleştirmiş durumda.
Euroleague'in popülaritesi yüzde 22, izlenme oranı yüzde 75 arttı
Bununla beraber bazı futbol yorumcuları ve merkezinde sadece futbol olan bazı taraftarların, basketbola karşı olan tutumu ile sadece gider olarak görmesi de popülizmden öte bir durum değil aslında.
Dünyanın önde gelen araştırma şirketi Nielsen'in, geçen yıl EuroLeague ile ilgili yaptığı araştırma dikkat çekici.
Araştırmaya göre, gelir yaratma ve operasyonel açıdan başarısız bir organizasyon olan Euroleague ve oyuna ilgi artıyor.
Son 3 yılda EuroLeague'in, Fransa'da yüzde 60, İsrail'de yüzde 47, Almanya'da yüzde 44 ve İtalya'da yüzde 36 oranında popülaritesi artmış.
Ligin popülaritesi ortalama, yüzde 22 artarken, canlı izlenme oranı da ortalama yüzde 75 yükselmiş.
EuroLeague ile ilgili sosyal medya etkileşimlerinde ise yüzde 70'lik oranla, oldukça yüksek bir artış gerçekleşmiş.
Ve salonlara en çok dönmek isteyen taraftarlar ise yüzde 85 ile Rus taraftarlar ve yüzde 81 ile Türk taraftarlar olmuş.
Euroleague, her ne kadar gider yaratan bir organizasyon olsa da giderek artan ilgi, ticari bir değere dönüşecek potansiyel barındırıyor.
Bununla beraber oluşan kültür ve marka, futbolun kaosuna hapsolmuş, spora bakış açısını da şekillendiriyor.
Fenerbahçe futboldaki mutsuzluğunu basketbol topu gidermişti
Yıllardır birçok kulüp hatta saysız taraftar, amatör şubelerin yarattığı maliyetlerden şikayetçi.
Türkiye'de futbol dışı branşların yaşaması da bu yüzden kolay değil ve futbol kadar para etmiyor.
Ama futbol diğer şubelere göre para etse de daha çok borç yaratıyor. Ve futbol ile Avrupa turnikelerden geçemiyor Türk futbol takımları.
Fenerbahçe, uzun yıllar futbolda yaşadığı mutsuzluğu, basketbol oynayarak giderdi.
Avrupa spor medyasına, basketbol topu ile girdi. Ve yönetim her fırsatta, basketbol şubesinin yarattığı giderlerin, taşınamayacağını belirterek, aslında kendi organizasyonu üstünde gölgeler yaratıyor. Ve sorun da burada başlıyor zaten.
Ya artık tavanı görmüş, ama zarar görmeye başlayan markasını koruyup doğru kişilere emanet edecek, ya da gerçekten küçülüp, şube üstündeki her yıl ortaya çıkan belirsizlik ve beklentilerden kurtulacak.
Çünkü her yıl zarar ediyor diyerek şubeyi tartışılır hale getirmek, şubenin kendisine zarar verirken, şubenin organizasyonunu başarısız kılıyor maalesef.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish