Bilgi, güç müdür?

Esedullah Oğuz Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Pixabay

Gündelik hayatta tamamen doğru kabul edilen, bu yüzden hiç sorgulanmayan bir sürü klişe laflar vardır. Bunlardan biri de sürekli tekrarlanan "Bilgi, güçtür" sözüdür.

Bilgi güçse, bilgi küpü bir sürü öğretmen, doçent veya profesör aldığı maaşla zar zor ay sonunu getirirken, zeka düzeyi ortalamanın altında kalan çok sayıda işadamı binlerce insanı yanında çalıştırıp milyon dolarlara hükmetmiyor mu?

Nobel ödüllü bir sürü profesör orta halli bir hayat sürerken, üniversiteyi yarıda bırakan Mark Zuckerberg, Steven Spiegelberg veya Steve Jobs gibi insanlar olağanüstü icatlar gerçekleştirip milyarlar kazanmıyor mu?

Aynı durum, Türkiye için de söz konusu değil midir? Başarılı bir market sahibi, ODTÜ veya Bilkent'teki en iyi profesörden 20-30 kat daha fazla para kazanmıyor mu?

Bilgi güçse, çok kitap okuyan kitap kurtlarının herkesten daha iyi kazanması gerekmiyor mu? 


Bir yerlerde duvar yazını andıran şöyle bir yazı görmüştüm:

50 yaşındayım ve şu ana kadar 3 binden fazla kitap okudum ve ama bu, köşedeki manavın beni her gün kazıklamasına engel olmuyor.


Öyleyse, bilgili ülkeler nasıl gelişip zenginleşti?

Almanya, Fransa, İngiltere ve ABD gibi ülkeler nasıl oldu da bilgi sayesinde bu kadar güçlenip zenginleşebildi ve büyük bir refah seviyesine ulaştı?


Kuru bilgi, tek başına bir şey ifade etmez. Bilgi, ancak onu kullanabildiğiniz zaman bir güce dönüşür.

Bu yüzdendir ki, üniversitelerde sürekli kuru ve teorik bilgi öğreten profesörler vasat bir hayat sürerken, onların ürettiği bilgiyi kullanan müteşebbisler, olağanüstü işler gerçekleştirerek büyük servetler kazanıyorlar.

Vehi Koç veya Sakıp Sabancı, hiçbir zaman ODTÜ'deki bir profesör kadar bilgili olmadı, ama elde ettiği bilgiyi kullanabilecek pratik zekaya sahipti. 

Batı ülkeleri teorik bilgi ile pratik zekayı birleştirerek harika işler başardı ve Batı'nın buluşları sayesinde tüm insanlığın hayatı kolaylaştı.

Bugün yol, su, elektrik gibi hiçbir altyapının olmadığı Afganistan'ın ücra bir köyündeki bir insan, internet sayesinde dünyanın öbür ucundaki akrabalarıyla görüntülü görüşebiliyor.  

Diğer bir deyişle, kendi devleti bu insana yol, su ve elektrik gibi en temel ihtiyaçları bile sağlayamazken, bu yüzden 200 yıl öncesinin koşullarında yaşarken, Silikon Vadisi'ndeki mühendislerin yıllarca kafa patlatarak geliştirdikleri teknoloji sayesinde, günümüzle, 21'inci yüzyılla bağ kurabiliyor. 

"Batı'da geliştirilen teknolojilerde Müslümanların da katkıları büyük" diyebilir ve örnek olarak hemen Uğur Şahin ve Özlem Türeci gibi birkaç isim sayabilirsiniz.

Buna şöyle bir soruyla karşılık vermek mümkün:

Şahin ve Türeci çifti, Türkiye'de olsaydı, Almanya'da gerçekleştirdiği buluşu yine gerçekleştirebilir miydi?


California'daki Silikon Vadisi'nde Japon, Çinli, Türk, Hintli, Arap, Brezilyalı, birçok ulustan olağanüstü yetenekli mühendisler çalışıyor.

Ama tüm bu insanlar, insanlığın hayatını kolaylaştıran ürünlerini kendi doğup büyüdükleri ülkelerinde değil, ancak ABD'de gerçekleştirebiliyorlar. 

Demek ki, bilgi üretmek ve ürün geliştirmek için sadece yetenekli olmak yetmiyor, onun için uygun ortam da gerekiyor.

Nasıl ki, serada yetiştirilen meyvelerin ve sebzelerin gübresinden nem oranına ve sıcaklığına kadar her şeyini ayarlamak gerekiyorsa, bilimin serpilip gelişmesi ve ürün vermesi için de demokrasi, insan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü, hukuk devleti gibi birçok normun mevcut olması gerekiyor. 

Bunlardan biri veya ikisi yoksa bilim yine gelişir ve ürün verir ama elde edilen sonuç gerektiği gibi değildir. ABD, AB, Japonya ve Güney Kore'de çok sayıda teknolojik ürün geliştirilirken otoriter Rusya'nın bu konuda güdük kalması, bu yüzdendir.

Çin'e gelince, bu ülkedeki tüm teknolojik ürünlerin Batı'dakilerin birer kopyası olduğunu söylemek mümkün. 


Elbette ki, bilgili herkesin milyoner olması gerekmiyor. Ama halkın bilgi düzeyi geliştikçe, ülkenin çehresi, görüntüsü de değişiyor ve herkes için çekici hale geliyor.

Coğrafi olarak en olumsuz koşullara sahip ülkeler bile bilgi ve teknoloji sayesinde çekici hale gelebiliyor. Sürekli depremlerle sarsılan adalar ülkesi Japonya, kış mevsiminin 8-9 ay sürdüğü İsveç, Norveç ve Finlandya gibi ülkelerin pek çok insana çekici gelmesi, bu yüzdendir. 

Bir ülke veya bölge, ne kadar gelişirse gelişsin, demokrasi, düşünce ve ifade özgürlüğü ve hukuk devleti gibi temel yapılardan yoksunsa orası herkese çekici gelmez.

Nitekim, kurak bir çölde biten bir lale gibi duran Dubai sadece işadamlarının, yatırımcıların ve Hollywood yıldızlarının ilgisini çekerken, Suriyeli ve Afgan mültecilerin rotası, aynı kültürel ve dini değerleri paylaştıkları Dubai değil, aksine kendileriyle hiçbir ortak yönü olmayan Avrupa'ya doğrudur. 


Türkiye'ye gelince; bu ülkedeki bilgi ve gelişmişlik düzeyinin pek de tatmin edici olmadığını söylemek mümkün.

Türkiye son yıllarda insani gelişmişlik sıralamasında 200 ülke arasında 80 ile 50. sıralar arasında bir yerlerde bulunuyor.

Ekonomik olarak G20 içerisinde yer alan ve ilk 10'a girmeyi hedefleyen bir ülke için bu sıralamanın yeterli olmadığı açıktır. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU