Türkiye'de geçmiş zamanlarda ve son günlerde artış gösteren döviz kuruyla birlikte, her alanda yaşanan sıkıntı, yayıncılığa en tepeden büyük bir sıkıntı olarak inmiştir.
Döviz artışının yüksek bir seviyeye yanaşmasıyla, özellikle kağıt alımı, matbaa ve telif giderleri nedeniyle yayıncılık durma noktasına geldi. Birkaç yayınevi bazı kitaplarda tekrar baskı yapmayacaklarını, bazıları ise artık kitap basmayacaklarını kamuoyuyla paylaştı.
Üretim koşullarının içerisinde yer alan herkeste doğal olarak bir endişe de ortaya çıktı. Sadece bugünün değil, yarının başat sorunlarına kapı aralayan kur artışı insanların işlerini kaybetmelerine bile yol açabilecek seviyeye ulaşmış durumda.
Yayınevlerinin kâğıt alımında yaşadığı sorun, ilk başta sadece kâğıtla çözülebilir gibi görünse de, çevirmenlerden editörlere kadar sirayet eden bir krizle karşı karşıyayız.
Çünkü yurt dışı telif alımlarında dövizin yayıncıların karşısına çıkması, kitabın telif haklarının ödenemeyecek seviyeye gelmiş olması birçok çevirmenin işsiz kalması anlamını taşıyor. Keza, yayınevlerinde çalışan editörlerin durumları da bu zincirleme sorunların arasında yer almaktadır.
Döviz kurunun yükselişiyle birlikte kitap fiyatlarında, buna bağlı olarak zamlar gerçekleşti. Fakat kitapların zamlanması bir çözüm yolu gibi görünse de aslında hiçbir sorunu çözeceğe benzemiyor. Çünkü insanların alım güçlerinin giderek düşmesi, krizle boğuşması öncelikli bir alımın içine almıyor kitapları.
Yüzde 200 oranında artan maliyetler; en yüksek yüzde 70-100 oranlarında yapılan zamlar yayıncılık dünyasındaki endişeleri daha da tetikliyor. Elbette hepimizin saran bu ortamda, yalnızca yayıncılık değil, tekstil, gıda sektörüne kadar birçok alan bu durumdan etkilendi.
Tüm etkilerin birbirini sıkıştırmasıyla insanların psikolojik olarak yönelimlerini başka yere çekmekte ve gelecek kaygısını yüksek seviyede tutmakta.
Yayın ve matbaacılık sektöründe yüzde 100 döviz ile satın alınan hammaddelerin temininde bile sorunlar yaşanmaya başladı. Döviz kuru sadece küçük yayınevlerine değil, büyük yayınevlerini de aynı ölçekte etkiliyor, etkilemeye devam edecek.
Tüm bu sorunların ortasında ben de küçük ölçekli yayınevleriyle, gelecekte yaşanacak sorunlar, dijital yayıncılık, devlet desteği ve SEKA kâğıt fabrikası hakkında sorular yönelttim. Soruşturma küçük ölçekli yayınevlerinin katılımıyla devam edecek.
1- Öncelikle şununla başlamak istiyorum. Döviz kurunun yükselişiyle birlikte SEKA kâğıt fabrikası sürekli gündeme geliyor. SEKA kâğıt fabrikası 1998 yılında özelleştiriliyor, 2005 yılında ise bir şirketle birleştirilip kapatılıyor. Genel olarak kimse SEKA'nın üretim koşullarını, ne kadar kâğıt ürettiğini, nasıl kâğıt ürettiğini, kâğıt kalitesini bilmiyor. Şunu söylemek istiyorum: SEKA kâğıt fabrikası kapanmasaydı, Türkiye'deki yayıncıların kâğıt ihtiyacını karşılayabilir miydi?
2- Yayıncılığın içinde olanlar, yayıncılığın sadece kâğıt satın almakla kitap basılmayacağını iyi biliyor. Çünkü, yurtdışından telif hakları satın alınmaya çalışıldığında da döviz kuru yine önümüze çıkıyor. Bu süreçte, yayımlamaya hazır olup da ertelediğiniz kitaplarınız var mı? Bu süreci aşmak adına bir planlamanız var mı?
3- Öte yandan yayıncılığın devlet tarafından desteklenmediğini biliyoruz. Desteklenebilmesi için neler yapılabilir, ne tür bir destek çıkması gerekir, bununla ilgili beklentileriniz var mı?
4- Yayıncılığın dijitale geçiş yapması mümkün mü? Mümkün değilse nedenlerini sıralayabilir misiniz? Yayıncılığın geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz?
Soruşturmanın ilk bölümde Holden Kitap'tan Baran Güzel ve Pinhan Yayıncılık'tan Mahmut Sever soruları yanıtladı:
Baran Güzel / Holden Kitap: SEKA kapanmadan önceki şartlarla devam etseydi, bugün Türkiye'nin kâğıt ihtiyacını karşılayamazdı
1- Bu konuyla alakalı ben de merak içindeydim. Ancak sektördeki büyüklerimiz (SEKA ben 9 yaşındayken kapanmış) o fabrikada üretilen kâğıdın kalitesiz olduğunu, o zamanlarda da kâğıtta dışa bağımlı olduğumuzu anlatıyorlar.
Yani Avrupa'dan, Çin'den gelen kâğıtlarla kitap basıyoruz şu anda, o kaliteye çıkabilmemiz için ciddi yatırımlar yapılması gerekiyordu ve kimse de elini taşın altına koymak istemiyordu zannediyorum. Üstelik bizdeki temel sıkıntı selüloz azlığıymış.
Kâğıt üreten ülkelerde selüloz bakımından zengin ağaçların, sırf kâğıt sanayii için özel olarak ürerimi yapılır. Bizde bu sorun da bir türlü aşılamamış. SEKA kapanmadan önceki şartlarla devam etseydi, bugün Türkiye'nin kâğıt ihtiyacını karşılayamazdı.
Ama eğer geliştirilseydi, devlet eliyle desteklenmeye, fabrikanın hammadde ihtiyacını karşılayacak ormanlar yetiştirilseydi, ülkedeki her şey gibi özelleştirilip, üç kuruş paralara yandaşlara satılıp, arazilerine çökülmeseydi. Bunu düşünmekten geceleri uyuyamıyorum.
2- Türkiye'de çeviri kitap yayımlamak giderek zorlaşıyor. Telif, kağıt, matbaa, lojistik gibi birçok başlık kur üzerinden fiyatlanıyor. Yurt dışı telif avansları 500 dolar/euro ile başlayıp on binlerce dolar/euro'ya kadar çıkabiliyor.
Yurt dışındaki ajanslar, yayıncılar ülkenin içinde bulunduğu sıkıntıyı anlıyorlar ama genelde yardımcı olmamayı seçiyorlar. Kendi para birimimize göre ödeyebileceğimiz telif onlar için komik görünüyor.
2013'te Amerikalı bir yazarın X kitabın avansı 1000 TL'yken, şu an 9 bin TL. 2013'ten bu yana Türk lirası dolar karşısında 9 kat değer kaybetmiş. Kağıt 9 kat pahalanmış, matbaa giderleri 9 kat pahalanmış. Yani yayıncılık 9 kat zorlaşmış.
Biz Holden olarak kurulduğumuz günden beri yerli edebiyata şans veriyoruz. Dünya edebiyatındaki pek çok yazara bu sebeplerle kapılarımızı açamıyoruz. Bütün bu zorluklarla nasıl baş edeceğimizi bilmiyoruz. Bir yerden 50 bin dolar bulsak işimiz çözülür aslında ama…
"Korsan e-kitabın önüne geçilebilirse, e-kitap okuyucular yaygınlaşırsa dijital yayıncılık yükselişe geçebilir"
3- Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yayıncıları desteklemek için bir iki küçük fonu var aslında. Her yıl, başvuru yapan yayınevlerinden seçilen kitaplardan ya da süreli yayınlardan 200'er adet alım yapıyor. Bu alımların sayısı yayınevinin büyüklüğüne göre değişiyor.
Yine bazı bakanlıkların bazı yayınevlerinden (sayıları beş altıyı geçmez) toplu alımlar yaptığını biliyorum. Ancak bu yardımların tamamı bana kalırsa göstermelik. Hiçbir yayıncıyı rahatlatmaya yetmez.
Devletin bu destekleri artırmak için neler yapılabileceğini bugüne kadar hiç düşünmedim sanırım. Türkiye'de böyle şeylerin hayalini kurmuyoruz artık. Devlet bizden neler istiyor, bunu düşünüyoruz. yüzde 25 gelir vergisi ödüyoruz mesela, bağımsız, küçük bir yayınevi sattığı her dört kitabın birini devlete veriyor.
4- Korsan e-kitabın önüne geçilebilirse, e-kitap okuyucular yaygınlaşırsa dijital yayıncılık yükselişe geçebilir diye düşünüyorum. Dolar olmuş 14,20 (yazı yayımlanana kadar artabilir, bunu yazdığım tarih 14 Aralık 2021) "ama kitap kokusu" demek lüks artık.
Sadece ülkemiz için değil, iklim krizleri yaşamaya başladı dünya, iki sene sonra bile neler olacağını kestiremiyoruz. Sadece bir günde binlerce hektarlık ormanlar yanabiliyor. Mevzu çok basit, kâğıt olmazsa basılı kitap olmaz. Kâğıt azaldıkça dijital yayıncılık büyüyecek.
Mahmut Sever / Pinhan Yayıncılık: İthal kağıdın yerli olana göre teknik üstünlüğü açıktır ancak bu ürünün Türkiye'de üretilmesi için siyasi iradenin de hiçbir şey yapmadığı aşikardır
1- SEKA özelleştirilmeseydi de bugün gerekli kalite düzeyini yakalayabilir miydi bilemiyorum, neticede bir ürünün piyasa arz edildiğinde talep görebilmesi kalitenin de varlığına bağlıdır.
Her ne kadar Türkiye'de özelleştirme siyasi iradenin rant dağıtma aracı olarak kullanılsa da uluslararası standartlarda üretim yapan ve kar eden bir şirket kolay kolay özelleştirilmez.
Yerli üretimi yüceltmek ve bunu bir fetiş haline getirmek genelde yaptığımız bir şey ama yüksek standartlara ilişkin know-how sahibi olmadan üretim yapmanın rasyonel olmadığını kabul edemiyoruz bir türlü.
İthal kağıdın yerli olana göre teknik üstünlüğü açıktır ancak bu ürünün Türkiye'de üretilmesi için siyasi iradenin de hiçbir şey yapmadığı aşikardır, yeterli destek ve planlama yapılsaydı bugün her şey daha farklı olabilirdi, burada sade vatandaşın ya da müteşebbislerin yapabileceği çok fazla bir şey yoktu.
Hakeza olay SEKA ile de bitmedi bir de Toprak Kağıt ve tasfiyesi hadisesi var. Yayınevleri sadece kağıt temini için uğraşmıyor, maliyetleri her gün daha da artan matbaaların fiyatları karşısında da bir bocalama içine düşüyorlar.
Matbaaların tutkal, cilt bezi, kalıp, boya gibi kullandığı ürünlerin neredeyse tamamı ithaldir. Maliyeti artan matbaa vermiş olduğu hizmete zam yaptığında yayınevleri de kitaba zam yapmak zorunda kalıyor.
Mesela yerli tutkal ile ithal tutkal arasındaki farka bakmak bile neden devamlı olarak ithal ürüne talep olduğunun açık bir örneğidir. Bir ürünü uluslararası genel kabul görmüş kalite esaslarına göre üretmezseniz yok olmaktan kurtulamazsınız.
Bunu becermek zorundayız. Kağıt konusunda da durum buydu aslında, yüksek maliyetli ve kalitesi düşük ürün üreten işletmeler yok olurlar.
"Çeviri kitaplarda düşük sayfa sayılı kitaplar için bile 500 ile 1000 USD arasında telif ücreti ödemek zorundasınızdır"
2- Şirket ortakları olarak bizlerin yaşı 50'yi geçtiği için Türkiye'nin bir sürprizler ülkesi olduğunu gayet iyi biliyoruz. Onun için de katı bir mali disiplinle yol alıyoruz, şu an için ertelediğimiz bir projemiz yok ama gelecek günlerin ne getireceğini bilemiyoruz.
Bir yayıncı her an batabileceğini ve tasfiyeye gitmek zorunda olabileceğini bilmek zorundadır. Çok düşük kar marjları ve yüksek risk altında yapılan bu işten zengin olan kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmez, o yüzden yayıncı kişisel harcamalarını bile kontrol altında tutmak zorunda olan kişidir.
Zaman zaman sosyal medyada kitapların çok pahalı olduğunu söyleyen gönderiler görürsünüz, bunları yazanlar bir paket A4 kağıdının fiyatına bakıp kitabın pahalı olduğunu düşünürler.
Oysaki çeviri kitaplarda düşük sayfa sayılı kitaplar için bile 500 ile 1000 USD arasında telif ücreti ödemek zorundasınızdır. 160 sayfalık bir kitaba 500 USD telif ödediğiniz takdirde 1000 adet basılan bir kitap için bugünkü kurdan 7,75 lira masrafla yola çıkarsınız.
2022 yılı için fiyatlarda en az yüzde 70 civarında bir artış olması kaçınılmazdır. Türkiye'de üretim süreci içinde emek hariç neredeyse tüm girdilerin ithal olması bütün sektörlerin belini kırıyor desek yeridir, buna yayıncılık da dahildir.
3- Devlet desteği ile ilgili herhangi bir beklentimiz yok, sektörün gelişimi için bugüne kadar ne yapılmış ki bundan sonra ne bekleyelim diyebilirim. Bakanlık alımları diye nitelendirilen alımların çok cüzi rakamlar olduğunu söyleyebiliriz, yılda 20 bin ila 30 bin liralık bir alımın destek olarak nitelendirilmesi mümkün değil, bunun arttırılmasını talep eden yayıncılar olsa da, anılan rakam 2 katına bile çıksa 1 yıllık bir bütçe içinde ne kadar etkili olabilir.
Bir marka olarak ortaya çıkabilmiş yayınevleri yaşamlarına devam edecektir, diğerleri maalesef piyasadan çekilmek zorunda kalacaklar. Biz mesleğimizi sevdiğimiz için her ne kadar kitaba kutsiyet atfetsek de kitabın ticari bir ürün olduğu ve yayınevlerinin de kapitalist ekonomi içinde birer aktör oldukları gerçeği ortadadır.
Basılan kitaplar satılmazsa işletme faaliyetine devam edemez, faaliyetine devam edememe dışında çevirmenler, editörler ve diğer çalışanlarına karşı da yükümlülüklerini yerine getiremez.
Devletin yapabileceği belki vergi oranları ve sigorta primlerinde bir indirime gitmesi söz konusu olabilir ama butik yayıncıların kazançları o kadar az ki indirdikleri oranlar ne derece yardımcı olur bizlere o da tartışmalıdır.
4- Yakın gelecek için pek mümkün gözükmüyor, basılı kitaba talep devam ettiği sürece dijital yayın zayıf bir şekilde var olacaktır. Bu dönüşümü sadece talep belirleyecektir.
Satılmayan gazeteler dijital yayına geçmiş olabilir ama tirajı hala yüzbinlerle ifade edilebilen gazeteler basılı olarak hayatlarına devam etmektedirler. Ayrıca Türkiye'de dijital korsanlık diyebileceğimiz illegal şekilde pdf dosyalarının paylaşımı hala büyük bir sorundur.
Bunu engelleyebilecek yasal düzenlemeler ve ciddiyet olmadan dijital dönüşüm pek mümkün gözükmüyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish