Son yıllarda dünya siyasetinin küreselciler ile yerelciler karşıtlığı üzerinden biçimlenmeye başladığı biliniyor.
Küreselcilik, Anglo-Amerikan kapitalizminin ve söz konusu kapitalizmin değerlerinin tüm dünyaya yayılmasını amaçlayan güçlü politik ideolojiyi ifade etmektedir. Bu politik ideolojiyi savunanları ise küreselciler olarak tanımlayabiliriz.
Küreselcilerin demokrasi üzerine ortaya koydukları argümanları dikkate alacak olursak, küreselleşme aracılığı ile demokrasinin dünyamızda daha hızlı ve kolay yayılacağını varsaymalıyız.
Oysa küreselcilerin söylemlerine muhalif tavır takınan kesimler bunun aksini savunurken, gelecekte dünyamızda parlamenter demokrasinin yerini küresel bir teknokrasiye bırakacağını düşünüyorlar.
Dünyamızda demokrasinin gidişatına bakacak olursak, söz konusu kaygının çok da yersiz olduğu söylenemez. Eğer bir gün dünyamız küresel teknokrasi tarafından yönetilecek olursa böylesi bir durumu "siyasal olanın sonu" olarak yorumlayabiliriz.
Evet, Alman filozof, siyaset kuramcısı ve hukuk profesörü Carl Schmitt (1888-1985) "siyasal olan"ı çatışma ve karşıtlık üzerine kurmuştu.
Düşünce tarihinde siyasal olanın kategorilerini ilk ortaya koyan düşünür olan Carl Schmitt'e göre, tıpkı ahlak, estetik ve ekonomi gibi alanlarda olduğu gibi siyasal olanın da kendine özgü bir kategorisi vardı.
İşte Schmitt'in gözünde siyasal eylem ve saikleri açıklamakta kullanılabilecek özgül kategori dost-düşman ayrımıydı.
Evet, küresel teknokrasi tarafından yönetilen bir dünyayı Schmitt'in "siyasal olan" tanımı perspektifinden nasıl yorumlayabiliriz?
Sözü uzatmadan söyleyelim; siyasal olanın sonu.
Peki, neden siyasal olanın sonu?
Küresel teknokrasi tarafından yönetilen bir dünyada çatışma ve karşıtlık yerine büyük bir olasılıkla tarafsız bir etik politik benimsenecek. İşte bu yaklaşım depolitizasyona yol açacak ve dolayısıyla da siyasal olanın sonunu getirecektir.
Eğer küresel teknokrasiye ilişkin iddialar bir gün ete kemiğe bürünürse, yani iddia olmanın ötesine geçip gerçekleşirse, insanlık seçilmişler yerine atanmışlar tarafından yönetilmeye başlayacak.
Gerçi Schmitt, tarafsızlık ilkesinin depolitizasyona yol açtığı düşüncesiyle liberal parlamenter demokrasiyi ve onun hukuk öğretisini de eleştiriyordu.
Ona göre, demokrasi içi boş bir form, bir kabuktu. Bu içi boş kabuğu kitleleri etkileyebilen herkes kendi amaçları doğrultusunda kullanabilirdi.
Diğer bir ifadeyle, herhangi bir amaca hizmet edebilen demokrasi siyasi içeriği olmayan, amaca giden yolda araç işlevi görmesi bakımından eşsiz bir örgütlenme biçimiydi.
Malum hepimizin bildiği üzere demokrasilerde "halkın iradesi" egemendir. Tam da bu noktada şu soruyu sormamız yerinde olacaktır:
Peki, halkın iradesine kim egemen?
Her kim ki halkın iradesini manipüle edecek güç ve araçlara sahipse tabii ki de o.
Çağımızda medyanın ve propagandanın kitleleri etkileme bağlamındaki gücü bilinmektedir. Kim ya da kimler bu araçlara hükmederse halkın iradesini de manipüle edebilir(ler).
Sonuçta demokrasi uzun vadede bir gün yerini tam da küreselcilerin hayal ettiği gibi küresel bir teknokrasiye bırakabilir. Yeter ki küreselciler kitleleri manipüle etmeyi başarsınlar.
Üstelik de bunu demokratik yöntemlerle başarmış olacaklar! Yani demokrasi yoluyla demokrasinin sonu getirilmiş olacak (tabi eğer başarılırsa).
Böylesi bir dünyada ise siyasal olana elveda demiş olacağız.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish