Her şey akar ve hiçbir şey kalıcı değildir; aynı nehre iki kez girilmez; biziz ve biz değiliz; her şey bir başka şeye kayboluyor ve böylelikle farklı biçimlere bürünmüş ve çok çeşitli durumlardan geçen bir şey olarak görülüyor: Her şeyden Bir, Bir'den her şey nasıl olmuştur?
Evet, bu fragmanlar antikçağ dünyasında Anadolu'nun en görkemli şehirlerinden biri olan Efes'te dünyaya gelmiş ve Batı felsefe geleneğinde, Antisthenes, Parmenides, Anaxagoras, Empedokles, Platon, Stoacılar, Hegel, Engels, Lassalle, Nietzsche, Spengler, Heidegger, Popper, McTaggart, Whitehead, Jung, Pater ve D. H. Lawrence gibi pek çok düşünürü etkilemiş Herakletios'a ait.
Herakleitos, kozmik düzeni sürekli bir değişimin hükmü altında, her daim yeni değişikliklerin etkisinde bir şey olarak tasarlamıştı.
Ona göre, her şeyin "ana madde"si ya da çıktığı kaynak ateşti ki ateş, hareket ve değişim halinde olan bir unsurdu. Yani, her şey tıpkı ateşte olduğu gibi değişim içindeydi. Tam da bu nedenle, kozmik düzen içinde bulunan hiçbir şey kalıcı değildi.
Dolayısıyla, sürekli olarak ölümle yaşam, bollukla kıtlık, yaz ile kış yer değiştirmekteydi. Evet, Herakleitos'un gözünde, "Her şeyin başlangıcını varlıklar arasındaki karşıtlık oluşturmaktaydı" ki karşıtlar arasındaki sürekli mücadele, varlıkların var olma nedeniydi.
Dahası Herakletios, karşıt olan şeylerin bir araya gelerek uzlaşmaz olanlardan en güzel uyumun doğduğunu düşünüyordu.
Sonuçta, harmoniayı, yani uyumu oluşturanlar, birbiriyle uzlaşan öğeler değil, aksine uyumsuz ve uzlaşmaz olan öğelerdi.
Herakleitos'un kozmik düzeni yöneten değişim üzerine ortaya koyduğu düşünceleri toplumlar için de anlamlı olsa gerek. Ne de olsa toplumlar da sürekli değişiyorlar.
Gerçi değişimin hızı ve biçimi bağlamında toplumların aynı süreci deneyimledikleri söylenemez. Hatta kimi toplumların değişime öncülük ettiklerini, kimi toplumların değişimi yakalamaya çalıştıklarını, kimi toplumlarınsa değişime direndiklerini ya da oldukça yavaş değiştiklerini söyleyebiliriz.
Öte yanda, değişime öncülük eden toplumların aynı zamanda güçlü siyasal bütünler oldukları aşikâr. Peki nasıl oluyor da bu toplumlar değişime öncülük edebiliyorlar?
Kanımca söz konusu toplumların değişimlerinin motoru bilim, sanat ve felsefedir. Değişimin öncüsü olan ve aynı zamanda da güçlü olan bu toplumların bilimde, sanatta ve felsefede sürekli üreten, özgün eserler ortaya koyan uygarlıklar olduklarını söyleyebiliriz.
Değişimi yakalamaya çalışan toplumlarsa bunların öğrencisi konumundadırlar. Yani öncülerin ürünlerini anlamaya, kavramaya ve edinmeye çabalarlar.
Değişime direnen toplumlara gelecek olursak değişimin öncüsü olan toplumlar tarafından ya yok edilir ya da sömürülürler. O halde değişime öncülük eden toplumların aynı zamanda güçlü siyasal bütünler olduklarını da ileri sürebiliriz.
İşte bu toplumların kaba güçlerinin de yumuşak güçlerinin de arkasında aynı fenomenler vardır; yani bilim, sanat ve felsefe.
Eğer Türkiye de bir gün değişime öncülük eden ülkeler arasında yer alacaksa bu ancak bilim, sanat ve felsefede ortaya koyduğu başarılarıyla mümkün olacaktır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish