İslam dünyası çaresiz mi?

Esedullah Oğuz Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Pixabay

İslam dünyası ve onun bireyleri olan Müslümanlar ne zaman Batı karşısında bir yenilgi, acizlik ve çaresizlik yaşasalar, buna üç türlü tepki gösteriyorlar.

Birinci tepki, "asarız, keseriz, haddini bildiririz" türünde hiçbir işe yaramayan bağırıp çağırmalar.

İkinci tepki; "Batı bizi yüzyıllarca sömürdüğü için bu haldeyiz, bizi onlar bu hale getirdi, yoksa…" diyerek çaresizliğin ve acizliğin suçunu başkalarının üzerine atarak psikolojik bir rahatlama yaşamak.

Üçüncüsü ise, "Biz Osmanlı torunuyuz, Selahaddin Eyyübi'nin askerleriyiz, Fatih'in evlatlarıyız" diyerek tarihe sarılmak, bin yıl veya beş yüz yıl önceki zaferlerle ovunarak bugünkü çaresizliğe teselli aramak. 


İki yüzyıldır denendiği halde bu yöntemlerin hiçbiri -geçici bir rahatlama sağlama dışında-  işe yaramadı ve kalıcı çözüm getirmedi.

Öyleyse yapılması gereken; işe yaramayan böbürlenmelerin, atalarımızın tarihte kalmış zaferleriyle avunmanın terk edilmesi ve uzun vadeli, kalıcı yöntemlere başvurulması. 


Uzun vadeli kalıcı yöntemler nedir derseniz hemen söyleyeyim: akıl, mantık ve bilim yoluna dönmek.

Tıpkı bin yıl önce İbni Sina'nın, El-Biruni'nin veya Ömer Hayyam'ın yaptığı gibi.

O İbn Sina ki, bin yıl önce yazdığı 1100 sayfalık Tıp Kanunu adlı eseri 1700'lerin başına kadar Batı üniversitelerinde ders kitabı olarak okutuluyordu. 

İbni Sina veya Ömer Hayyam'ın döneminde ve ondan önce İslam dünyasının belli başlı kentleri, Bağdad, Kahire, Şam, İsfahan, Merv, Belh, Herat, Nişapur, Buhara ve Endülüs, dünyanın önde gelen ilim-irfan merkezleriydi.

Himayesinde yüzlerce şair ve alimi barındıran Gazneli Mahmut, Melikşah gibi sultanlar ve hükümdarlar, yeni bir eser yaratan alimleri, şairleri ve bilim adamlarını servete boğuyordu.

Böylece, büyücü kadınların diri diri yakıldığı, muhaliflerin kazıklara oturrtulduğu ve çarmıha gerildiği Avrupa cehalet girdabında yüzerken, Doğu Türkistan'dan Fas'a kadar uzanan uçsuz bucaksız İslam coğrafyasında insanlar müzikle tedavi ediliyor, Arap, Türk ve Fars bilim adamları kurdukları rasathanelerle yıldızların hareketlerini gözlemleyip hesaplıyor, matematikte yeni formüller geliştiriyor, Aristo'nun, Eflatun'un eserlerini yeniden yorumlayarak matematikte, felsefede, kimyada, cebirde yeni çığırlar açıyordu.  

750-1500 yılları aralığında İslam dünyası bilimden sanata, yönetimden ordu teşkilatına ve mimariye, edebiyattan felsefeye her kadar her alanda Batı'nın önündeydi. 


Bir de günümüze bakalım: gecenin gündüzle yer değiştirmesi gibi, bu kez İslam dünyası cehalet ve taassub denizinde yüzerken, Batı her alanda cennet hayatı yaşıyor.

Öyle ki, Müslüman'ından Budist'ine, Hintlisinden Arabına, Afrikalısından Ortadoğulusuna ve Güney Amerikalısına her renk ve inançtan, her bölgeden insanların yaşamak için can attığı, hatta ölüm riskini bile göze aldığı yerler, Batı Avrupa ile Kuzey Amerika ve onların uzantıları olan Avustralya, Yeni Zelanda. 


Konunun daha iyi anlaşılması için günümüzden ve İslam dünyasından bir örnek verelim: dikkatli dostlar hatırlayacaktır; 11 Eylül 2015 günü Mekke'de Kâbe etrafındaki dev vinçlerden biri şiddetli rüzgâra dayanamayıp Mescid-i Haram'ı ziyaret etmekte olan hacıların üzerine devrilince 107 kişi hayatını kaybetmiş, 238 kişi de yaralanmıştı. 

Suudi yetkililerin ve hacıların açıklamaları, İslam dünyasındaki akıl tutulmasını çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermişti. Suudi yetkililer, kazanın nedenini takdiri ilahi olarak açıklarken, kazada babası ölen bir Türk de Allah kutsal topraklarda babasına böylesine bir kaderi uygun gördüğü için memnun olduğunu söylüuyordu.

Oysa, kazanın nedeni, herkesin anlayabileceği kadar açıktı. Vincin işletmesinden sorumlu Alman mühendisler basit bir araştırmayla, Suudi yetkililerin, hacılara daha fazla yer açmak için vincin dibindeki beton bloklardan birkaçını kaldırması yüzünden vincin hafif bir rüzgârda dengesini kaybederek devrildiğini tespit etmişlerdi.

Yine, 2002 yılında Suudi Arabistan'da bir kız öğrenci yurdunda çıkan yangına müdahale etmek isteyen erkek itfaiyecilerin içeri girmelerine namahrem oldukları gerekçesiyle izin verilmeyince, 15 kız öğrenci yanarak can vermişti. İnanmayanlar, Google'da basit bir aramayla bunları bulabilir. 

Her İslam ülkesinden, cehalet fışkıran buna benzer yüzlerce örnek vermek mümkün.

Peki, İslam dünyası son 200 yıldır böylesine rezilce bir cehalet denizinde yüzerken, işgale uğraması, soykırıma maruz kalması ve küçücük İsrail'den habire dayak yemesi, normal değil mi?

Dünya bu kadar gelişmişken ve Allah da bize akıl vermişken, bunu kullanmıyorsak, suç kimin?


İslam dünyasının geri kalmasının sorumlusu, ne Batılı ne de Asyalı emperyalistler, ne yabancıların komploları ve sinsice oyunları, ne de bir başkası.

Tek sorumlu, biziz. Biz geri kaldığımız için işgale  uğradık, uğruyoruz ve bugünkü rezilce durumu yaşıyoruz. 

Yine de biz Müslümanlar olarak şansılıyız. Kızılderililer, Aztekler, Mayalar veya Aborijinler gibi kökümüz kurutulmadı ve topraklarımız tamamen elimizden alınmadı.

Sadece orada burada az buçuk öldürülüyoruz ve biraz dayak yiyoruz. Ama aklımızı başımıza almazsak, Kızılderililerle aynı akıbete uğrayacağız. Zaten, başladı bile.

"Hani, nerede" diye soruyorsanız, Kaşgar'dan, Uurumçi'den gelen feryatlara kulak kabartmanızı tavsiye ederim. Bugün sıra Uygurlar'da ve Filistinliler'deyse, yarın bizde. Benden söylemesi. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU