İkiz seçimlerin ikincisinde de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak seçilen Ekrem İmamoğlu, belki de hiç hesapta olmadığı halde, Türkiye’nin yeni siyasi lideri olarak zuhur etti.
Bu yeni lider, hikayesi de olan bir lider.
İmamoğlu’nun kendisinden daha çok onun yoluna taş koymaya çalışan siyasi rakipleri tarafından yazılan bir hikaye bu.
Hikayesi olan liderlerin hikayeleri genellikle bir plan çerçevesinde ortaya çıkmaz, tam tersine kendi kontrolleri dışında gelişen gelişmeler tarafından biçimlendirilir.
31 Mart seçimlerinden sonra yaşanan süreçte İmamoğlu’na karşı hem rakip partiler hem de YSK gibi devlet kurumları tarafından yapılan akıl almaz haksızlıklar halkın oldukça farklı katmanlarında vicdanları harekete geçirdi. Arkasında şu ya da bu partinin desteğinden ziyade demokrasi özlemi duyan geniş ve büyük bir toplumsal kitlenin desteği birikti.
Ondan –adeta- bir "halk düşmanı" yaratma gayreti -cumhur ittifakı taraftarı olan önemli bir kesim de içinde olmak üzere- toplumun büyük kısmının adalet duygusunu zedeledi. Bu kadarı da fazla dedirtti.
Gerçekten de, İmamoğlu’nun bu kadar kısa sürede belediye başkan adayı bir siyasetçiden adeta bir hikaye kahramanına dönüşmesi siyaset biliminin irdelemesi gereken bir olgu.
Ancak bu durum, İmamoğlu’nun pek çok olumlu liderlik özelliklerine sahip olduğu gerçeğini görmemize de engel olmamalı.
İmamoğlu’nun liderlik özellikleri
İmamoğlu’nun birinci özelliği, hedefine kilitlenebilme becerisidir. Özellikle ulusal siyaset alanıyla İstanbul seçim arenası arasındaki ayrımı oldukça başarılı bir biçimde yapabildi. Bütün tacizlere rağmen İstanbul seçimlerine odaklandı ve bu seçimi kazanmayı özellikle rakibi Binali Yıldırım’dan daha fazla istediğini, siyasi enerjisini tamamen buraya yönlendirdiğini hissettirebildi.
Başarma azmini belli etti.
Bu, toplumda ona destek verme duygusunu körükledi.
İmamoğlu’nun ikinci özelliği ise, sergilediği yüksek empati yapma becerisi. Gerçekten de, her kesimden insanın ihtiyaçlarını/hislerini anlama konusunda oldukça başarılı bir profil çiziyor.
Eğitim, iş, sosyal yardım gibi konularda, odaklandığı kadın, çocuk, öğrenci, genç işsiz gibi gruplara yönelik söylemlerinin etkili olması İmamoğlu’nun bu konular ve gruplar hakkında sahici olduğunun, empati yapabildiğinin kabul görmesiyle ilgili.
Bir diğer özelliği, İmamoğlu’nun günümüz dünyasında ve özellikle de İstanbul gibi dinamik bir küresel kenti yönetmek için gerekli olan esnek bir zihin yapısına sahip olması. İmamoğlu neyin çok önemli, neyin daha az önemli olduğuyla ilgili dengeli bir muhakeme gücüne sahip görünüyor.
Dogmatik bir zihinsel yapısı olmadığı hissediliyor. Bu da onun farklı toplum gruplarıyla etkileşimini kolaylaştırdığı gibi, farklı kültürlerden gelen insanların da kendilerini İmamoğlu ile rahat ve yakın hissetmelerini sağlıyor.
İmamoğlu’nun dördüncü avantajı ise, sosyal medya üzerinden özellikle toplumun genç ve dinamik unsurlarına ulaşmayı becermiş olması. Bu belki de planlanmış bir strateji bile değildi, Türkiye medyasının ruhunu kaybetmiş olmasının getirdiği bir zorunluluktu. Ama çok işe yaramış görünüyor.
Özetle: İmamoğlu Türkiye’nin ilk post-modern lideridir. Modernitenin ihtişam vurgusundan ziyade, sıradan insanın sıradan yaşamındaki sıradan ihtiyaçlarına ses vermesi bunun işaretidir. Mega projeler üretmeyi kaba bir iktidar gösterisine dönüştürme hırsından uzak, insanların yaşamını öncelikle birey ve aile bazında kolaylaştırmanın ve geliştirmenin arayışı ön plandadır. Diğer her şey oradan türer gibidir.
Başkanlık modeli siyasete adım adım
Bütün bu özelliklerinin yanında ve bu özelliklerinin de desteğiyle, İmamoğlu’nun ortaya koyduğu en önemli liderlik yeteneği, çoğunluğu sağlayabilecek genişlikte bir siyasi ve toplumsal koalisyonu kurabilme becerisi oldu.
Böylesi bir koalisyonu kurabilmiş olmaktan daha önemli olan şey, bu koalisyonu ayakta tutabilmek, sürdürebilmektir. Bu, önümüzdeki dönemde İmamoğlu’nun önündeki en önemli sınamadır da.
Gerçekten de, başkanlık sistemine geçildikten sonra plebisiter bir yönelim yaşayan Türkiye’nin "yeni" siyaset modelini koalisyonlar (ittifaklar) anime ediyor.
Yani -hemen hemen her zaman- iki adaylı Amerikan seçimlerinde adayların yaygın olarak uyguladığı "herkesi yakala" (catch-all) düsturu artık Türkiye seçimlerinde başarılı olmanın anahtarı haline gelmiş durumda.
İki adaylı seçimlerde bir adayın başarılı olması için gerek duyulan yetenek, söylem ve donanım seti değişiyor.
Geniş ittifak kurma ihtiyacı, adayların "maksimalist" siyaset söylemini kullanışsız kılıyor; var olan ideolojik angajmanlarını törpülüyor, asgari müşterekleri öne çıkarmalarını gerekli kılıyor ve daha kapsayıcı programlar ortaya koymalarını gerektiriyor.
Siyasi söylemler merkeze yöneliyor.
Seçmenlerin gündelik yaşamdaki somut sorunları üzerinden söylemler geliştirmek anlam ve önem kazanıyor.
Öte yandan, bu durum adayların, diplomaside konsensus sağlamak için sıkça başvurulan "yapıcı muğlaklık" (constructive ambiguity) yöntemini uygulamasını zorunlu kılıyor. Muğlaklık, kişinin (grubun, partinin ya da ülkenin) bir yaklaşımı kendince yorumlayarak tatmin olması ve böylece büyük resme odaklanmasına fırsat veriyor. (Bosna’da barışı sağlayan Dayton Antlaşması’nda (1995), DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümetinin "AB İçin Ulusal Program" üzerindeki uzlaşısında (2001) bu yöntem işe yaramıştır).
İşte İmamoğlu bu "yeni" siyaset metodolojisini büyük bir beceriyle kullanabildiğini gösterdi.
Rakibi Binali Yıldırım, daha çok eski parlamenter sistemin partilerarası koalisyon tanımına uygun bir ittifak ile ortaya çıkıp yarışırken, İmamoğlu, siyasi olmaktan ziyade –önemle vurgulamak gerekir ki- oldukça
"organik" bir toplumsal koalisyonun desteğini arkasına almayı başardı.İmamoğlu’nun önündeki meydan okumalar
Elbette İmamoğlu’nun liderlik serüveni yeni başlıyor. Önünde ciddi sınamalar var.
Bunlardan birincisi, İstanbul için orta ve uzun vadede bir ana vizyon, bir yol haritası oluşturulmasıdır. Bu konuda Avrupa ve dünyadaki başarılı uygulama, tecrübe ve kapasitelerden de yararlanılması yardımcı olacaktır.
İstanbul geleceğini nasıl görmeli?
İstanbul’un hem Türkiye içinde hem de küresel olarak "konumlandırılması" nasıl olmalıdır?
Bu sorulara gerçekçi ve somut yanıtlar üretmek ve izlenecek siyasetleri bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
İkinci önemli sınama, İmamoğlu’nun söylediklerini yaşama geçirebilme kapasitesini ortaya koymasıdır. Bunu yaparken (kaynakların kıt olacağı bellidir) politika önceliklerini iyi belirlemesi, çalışma arkadaşlarını siyasi bağlantılardan ziyade liyakat esasına göre seçmesi oldukça önemli.
Son olarak, belki de en önemlisi, İmamoğlu yönetiminin, rant peşinde koşan kişi ve grupların çemberini yarabilmesidir. Sanırım ki, halkın İmamoğlu’ndan en fazla beklediği şey de budur.
Temiz ve demokratik yönetim talep eden geniş toplumsal kesimlerin ittifakıyla kurduğu organik ilişkinin devamı büyük ölçüde buna bağlı.
İmamoğlu, olağandışı bir seçim sürecinden, İstanbul’da ve Türkiye’de, yeni dönemin, yeni karizmatik lideri olarak belirdi.
© The Independentturkish