Türkiye'de, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat darbeleri gibi karanlık 15 Temmuz olaylarıyla da demokrasi ve hukuk askıya alınmış, siyaset de kimlik ve ideolojik temelde radikalleşerek toplumu kamplara bölmüştür.
Türkiye'nin siyaset geleneğinde müdahaleler sadece askerle sınırlı kalmamış, yargı, üniversiteler, iş dünyası gibi etkin unsurların da iş birliğinin büyük rolü olmuştur.
Daha önemlisi siyasal sistem; darbeler dışında demokratikleşmeye karşı siyaset ve siyasi partilerle de direnmiş ve en büyük erozyon bu alanda yaşanmıştır.
Vesayet sisteminin sürekliliği, bir bakıma partilerle başarılmıştır. Bunun en açık örneğini 15 Temmuz sonrası mevcut iktidar uygulamalarından ve muhalefet partilerinin tutumundan biliyoruz.
Darbe girişiminin ve öldürülen bunca masum insanın ölüm nedenlerinin sorgulanması yerine, HDP dışında muhalefet ve iktidar partilerinin aynı safta/mitingde (Yeni Kapı Meydanı) buluşması iddiamı teyit etmektedir.
Bu birliktelik, otoriter ve totaliter sistemin inşasında bir dönüm noktası olmuştur. Demokrasi yerine otoriterlik, hukuk yerine keyfilik "yönetim sistemi" haline geldi.
Yüz binlerce insan keyfi uygulamalarla (KHK) mağdur edildi, ağır cezalara, görevden uzaklaştırmalara, tutuklama ve işkencelere maruz kaldı.
Bu durum, Yenikapı Mitinginin darbe karşıtlığı için değil, yeni bir vesayet sisteminin inşası için düzenlendiğini göstermektedir.
En azından sonuçları itibariyle "demokrasi ve hukuk imhası" için siyasal bir ittifak amacıyla gerçekleştiği ortaya çıkmıştır.
Bütün bunlar olurken mevcut partiler ve yeni kurulan partilerin yöneticileri de aktif siyasetin içindeydiler ve aynı safta yer aldılar. Bu durumda demokratikleşmenin önünde en büyük engel vesayet sistemi ise ikinci büyük engel mevcut partilerdir.
Derin krizlere yol açan Cumhur İttifakı politikalarına rağmen muhalefet partilerinin krizden çıkış politikalarının inandırıcı olmamasının nedenlerinden birisinin Yenikapı'da iktidarla birlikte aynı gerekçelerle görüntü vermesidir.
Bu durumda muhalefet partilerinin iktidara alternatif olmaları nasıl inandırıcı olacaktı?
Daha sonra iktidara karşı aldıkları sert tutuma rağmen alternatif olmayı başaramadılar. İktidarın itibar, güven ve destek kaybetmesi muhalefetin başarılı politikaları nedeniyle değil, Cumhur ittifakının başarısızlığı ve ceberut yönetimi nedeniyledir.
Memnuniyetsizlerin, otoriter ve totaliter uygulamalar nedeniyle muhalefet saflarında yer alması, muhalefete güvenmelerinden değil, iktidara güvensizliklerindendir.
İktidarın demokrasi ve hukuk iddiasının, toplumun çoğunluğu nezdinde artık bir inandırıcılığı, güvenirliliği ve karşılığı olmadığı gibi ulusal, bölgesel ve uluslararası itibarı da sıfırlanmıştır.
Bu durumda önümüzdeki seçimlerde iktidar ve muhalefet oylanmayacak, otoriter sistemle demokrasiye geçiş oylanacaktır.
Peki, otoriter ve totaliter sisteme, ceberut yönetime karşı muhalefet partilerinin muhtemel ittifakında, demokrasiye geçiş ve toplumsal barış için güvence olabilecek tek bir parti var mıdır?
Cumhur İttifakı'na destek vermenin demokrasi ve hukuk adına tek bir gerekçesinin kalmadığı çok açıktır. Bu bağlamda Millet ittifakını desteklemek bir sorumluluk gereği olarak düşünülebilir.
Ancak mevcut muhalefet partilerinden herhangi birisiyle de gönül rahatlığı içinde demokrasi yolculuğunda yol alabileceğimizden emin olabilir miyiz?
CB Erdoğan ve Cumhur ittifakının ülkeyi yönetme biçimine, otoriter tutumuna, yolsuzluk, yoksulluk, israf ve talan politikalarına yönelik öfke ve tepkilerin iktidar değişimine yol açacağı kesin gözükmektedir.
Amaç, sadece iktidar ve Erdoğan değişimi ise mesele yok. Gaye, otoriter sistemden ve ceberut yönetimden demokrasiye geçiş ise elbette bu değişiklik yeterli olmayacaktır.
Bu nedenle demokratik hukuk devletinin inşasına ilişkin seçmenin tereddütlerini gidermek ve yeni bir sistem inşa etmek için demokratik ittifaka, ittifakın çimentosu olacak yeni bir siyaset anlayışına ihtiyaç duyulmaktadır.
Mevcut partilerin "demokrasi" iddiası bir söylemden öteye gidememektedir. Daha vahim olanı, mevcut partilerin hiçbirisinin demokrasiye referans olacak bir geçmişi yoktur.
Muhalefet İttifakı'nda, bu sorunun mutlaka aşılması gereğine inanıyorum.
Şüphesiz benim maksadım geçmişi aramak veya geçmişe dönmek değildir ancak geleceğin referansları da geçmiştedir.
Demokrasi bir süreçtir, iniş ve çıkışları vardır, en önemlisi de bedel ödenerek inşa edilir. Batıda demokrasinin gelişme süreci de ödenen ağır siyasal ve toplumsal bedellerle mümkün olmuştur.
Peki, ülkemizde mevcut hangi partinin demokrasi geçmişi ve bu uğurda ödediği bir bedel vardır?
Bedel ödemeyen bir siyasi geleneğin demokrasi inşa etmesi mümkün müdür?
Demokratik bir sistem inşası için öncelikle demokratik bir siyaset ve demokrat aktörler gerekir. Beğenmesek de geçmişte hataları, yanlışları ve eksiklikleri olsa da demokratik geleneğin aktörleri çoğunlukla DP-AP-DYP-ANAP ve bir dönem SHP çizgisinde siyaset yapmışlardır.
1970'lerden sonra Sol siyasetin, demokratik kültürün oluşmasına ve siyasetin demokratikleşmesine büyük katkısı olmuştur ancak demokrasi inşası DP ile başlamış DYP ve ANAP'la son bulmuştur.
Demokrasi ve merkez iddiasıyla iktidara gelmiş AK Parti denemesi başarısız olmuş, aksine demokratikleşmenin yolunu kesen bir parti konumuna düşmüştür.
Mevcut iktidarın otoriterleşmesiyle tamamıyla kaybettiğimiz demokratikleşme beklentimizi, sağduyu, itidal, hoşgörü ve nezaketi siyaset merkezine alan, referansları geçmişte, hedefi ise geleceğin "demokratik hukuk devleti" inşası olacak, en önemlisi de muhalefet ittifakının güvencesi olacak demokratik bir siyasete, mümkünse yeni bir partiye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Beklentim, gecikmiş ve gerçekleşmesi zor görülebilir ancak ciddiye alanlar için imkânsız olmadığını belirtmeliyim. Çünkü demokratik siyasete milletin ihtiyacı vardır. Millet merkezli demokratik siyaset için zaman darlığı söz konusu değildir.
Esas olan millet için cesaret ve fedakarlık gösterebilmektir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish