Afrika edebiyatının uluslararası camiada tanınmasına öncülük eden Amos Tutuola'nın Palm Wine-Drinkard [Palmiye Şarabı Ayyaşı] romanı, son yıllarda animizm ve edebiyat bağlamında yeniden gündeme gelmeye başladı.
Harry Garuba'nın ortaya attığı "animist gerçekçilik" kavramı, Afrika edebiyatının global bilgi üretiminde alternatif bir alan açabilir mi sorusunu yeniden tartışmaya açtı.
Garuba animist materyalizm olarak çerçevesini çizdiği üretim biçimiyle Afrika kültürünün maddiyatının modernitenin ürettiği mekanizmaya direniş potansiyelini teorize eder.
Aslında animist kültürü metinlerinin merkezine yerleştiren anglofon ve frankofon yazarlar, şairler Batı hegemonyasıyla nasıl baş edeceklerinin gayet farkındaydılar.
Garuba bir yazısında, anglofon edebiyatı, Amos Tutuolasız sürekli olarak bir "kayıp halka"nın melankolisine dönüşecekti, der.
"Sözlü kültürden yazınsal kültüre bir geçiş olarak Tutuola bizi tüm bu acı ve nostaljiden kurtarır" diye ekler Garuba.
Günümüzde, Tutuola romanlarıyla üzerine en fazla çalışılan yazar olarak dikkat çeker. 1950'lerde T. S. Eliot'un dikkat çektiği ve arkadaşı Dylan Thomas'a değerlendirmesi için yolladığı Palmiye Şarabı Ayyaşı romanı bugün çok daha fazla takdir edilmeye başladı.
Daha önce "Afrika Kültürü ve Animizm" adlı yazımda, Tutuola'nın romanından bahsetmiştim. Bugün Tutuola'ya yakın başka bir yazara, Ben Okri'ye değineceğim.
Tutuola'nın animist realizmini devam ettiren Ben Okri, İmge Yayınevi tarafından Türkçeye de kazandırılan Aç Yol romanında Afrika epistemolojisini Yoruba mitolojisi/kozmolojisi üzerinden kurar.
Batı'nın akla atfettiği anlamın yetersiz kaldığı Afrika hikâyeleri sorunu her defasında iktidar, akıl ve korku etrafında tartışmamızı sağlar.
Aç Yol şu cümlelerle başlar:
Başlangıçta nehir vardı. Nehir yol oluverdi ve tüm dünyaya kök saldı. Zira yol önceden nehirdi ve her zaman açtı.
Kutsal Kitap'a bilinçli bir gönderme olarak bu ilk cümleyle Okri, Afrika'nın genesis hikâyesini kurmaya çalışır.
Christopher Okigbo'nun tanrıça Idoto'sunu hatırlayalım. Şiirdeki persona Idoto'ya bağlılığını sunarken ilham aldığı da doğanın, nehrin kendisidir.
Afrika animist kültüründe nehirlerin, ağaçların anlamı büyüktür, çoğu tanrıça nehirlerle anılır. Nehirlerin yollara dönüşmesini kültürel dönüşüm olarak okumak gerekir.
Burada nehir metaforu animist kültürün doğasıdır. Yollar ise doyumsuz sömürgeci güçleri, modernleşme araçlarını, Hristiyanlık dinini, misyoner faaliyetleri imler.
Yol ve nehir karşıtlığı kültürel olarak okunduğunda, bir yandan sürekli kendini yenileyen bir maneviyat iklimi ve yıkıcılığıyla öne çıkan maddiyat araçlarını karşılaştırmamızı sağlar.
Şüphesiz "su" Afrika kültüründe maneviyatı temsil eder. Kültürün de taşıyıcısıdır aynı zamanda. Derek Walcott'un "Deniz tarihtir" şiiri de bu durumu açıkça kanıtlar:
Nerede anıtlarınız, şehitleriniz, kavganız?
Nerede sizin soyun hatırası? Baylar,
Gri mahzende. Deniz
Yuttu hepsini. Deniz tarihtir.
Roman daha ilk sayfadan itibaren Afrika kültürünün genesis haritasını çizer:
O başlangıçlar yurdunda ruhlar doğmamış olanlarla karıştı. Farklı farklı biçimlerde görünebiliyorduk. Çoğumuz kuştuk.
Dünya ile Ruhlar âlemi arasındaki sınırı ya da kozmolojiyi şu ifadeler net biçimde anlatır:
Sınır tanımıyorduk. Çok fazla şölen, oyun ve hüzün vardı. … Çok oynadık çünkü özgürdük. Ve çok acı çektik çünkü aramızda her zaman Yaşayanların dünyasından yeni dönenler vardı. Ardında bıraktıkları teselli edilemez aşklar için, kurtaramadıkları tüm acıları için, anlayamadıkları her şey için dönmüşlerdi ve kökenler ülkesine sürülmeden önce zar zor öğrenmeye başladıkları her şey için. Aramızda doğmayı dört gözle
"Başlangıçlar Yurdu", ruhların yeryüzüne doğmadan önceki ve öldükten sonraki anayurtlarıdır. Başlangıçlar Yurdu, İslam literatüründe "Levh-i Mahfuz" olarak adlandırılır.
Sömürgecilik ve modernite eleştirisinin belirginleştiği şu satırlar yol metaforunun gittikçe genişlediği anlam coğrafyasını bize gösterir:
Yollar çok fazla! HIZLICA DEĞİŞİYOR DA her şey!... AFRİKA'YI YIKIYORLAR! TANRILARI!, DÜNYAYI, VATANI, ve KUTSAL TAPINAKLARI.
"Yol" metaforunu Okri, Soyinka'nın The Road [Yol] adlı oyunundan ödünç almıştır, oyunda da yol açlık metaforu olarak kullanılır.
Romanda anlatıcı daha bebekken ölen ve tekrar tekrar yeniden dünyaya gelen bir abiku'dur.
Diğer abiku arkadaşlarına doğumundan hemen sonra levh-i mahfuza geri döneceğine söz verse de yeryüzünde kalmaya karar verir.
Abiku bebeğin bir özelliği de insanların içinden geçeni okuyabilmesi, geleceğini bildirmesi ve hayvanların dilinden anlamasıdır.
Ruhlar aleminden arkadaşları onu sürekli çağırmasına rağmen onları reddeder ve arkadaşları tarafından murdar bir suya atılır, orada kaptığı hastalık yüzünden ölür ve yeniden daha güçlü bir biçimde doğar bu defa.
Çünkü abiku için ölmek hayatın başka safhasına geçmektir. Anlatıcı kendisini iki dünya arasında sallanır vaziyette bulur hep.
Anlatıcı ikinci kez doğduğunda ailesi ona Lazaro adını verir. Lazarus ile Lazaro bağlantısı yüzünden annesi onu Azaro diye çağırır.
Ruhlar defalarca Azaro'nun peşine verirler, her defasında kurtulmayı başarır. Ruhların musallat olmasından dolayı kendisinin ve ailesinin başına çok dertler açılır.
Okri, Aç Yol üçlemesinin sonuncusu Infinite Riches romanında abiku hakkında şunları söyler:
Bizim ülkemiz bir abiku ülkesiydi. Ruh çocuk gibi, sürekli gelir ve giderdi. Bir gün kalmaya karar verecekse de çok güçlü oluverirdi.
Abiku figürü Afrika edebiyatında sıkça karşımıza çıkar. Wole Soyinka, Chinua Achebe ve J. P. Clark abiku mitini yeniden kuranlardan öne çıkanların başında gelir.
Romanın sonlarında ruh-çocuğun babasının uykusunda dünyayı yeniden hayal etmesi anlatılır:
Babam uyurken dünyayı yeniden hayal ediyordu. Dünyanın işleyişini görmüştü ve bundan hoşlanmadı. O siyahların her zaman acı çektiği dünyayı görmüş ve bundan hoşlanmamıştı. Yoksullukta, kıtlıkta, kuraklıkta, bölücülükte ve savaşın kanda boğulan insanlarımızı görmüştü. Halkımızın her zaman öteki güçler tarafından avlandığını, Batı tarafından manipüle edildiğini, tarihimizin ve başarılarımızın yok edildiğini görmüş.
Okri, Afrika kıtasının sürekli bir manipüle alanı olarak gösterilmesinden rahatsızdır. Kara kıtanın tabi olmaya mahkûm edilmesi, iç savaşlar, yıkımlar, otokratlarla bir korku coğrafyasına bürünmesi, anlatıcının babasının kâbusu olarak karşımıza çıkar.
Nijerya-Biafra savaşında katledilen binlerce masum insanı düşündüğümüzde Okri'nin iktidar potansiyeline dönük eleştirisini daha iyi anlarız.
Romanı aynı zamanda politik bir alegori olarak okumak da mümkün. Aç Yol, sömürgesizleştirme sürecinin yerli iktidarlar tarafından darbelerle ve iç savaşlarla akamete uğraması sonucunda gelişen Achille Mbembe'nin atfettiği anlamda bir postkoloni durumunun vehametini net olarak okura sunar.
Ülkemizin zenginlerini, politikacılarımızın dizilişini, ne kadar yozlaşmış olduklarını, geleceğimize ne kadar kör ne kadar açgözlü olduklarını da görmüş. İnsanların feryatlarına ne kadar sağır olduklarını, kalpleri ne kadar taşlaştığını, iktidar hayallerinin ne kadar dar görüşlü olduklarını da … Krizin aşırılıklarından sürekli yeniden doğan tiranların yükselişini görmüştü.
Babanın gördüğü aslında bir gerçeğin, yozlaşmanın resmidir. Rüyasında gördüğü postkolonyal kamusal iktidarın kendisidir. Şehvet, hırsla beslenen tiranlık sistemini tarif eder anlatıcı.
Romanın sonunca anlatıcı Azaro'nun şu sözü şüphesiz varlık ile yokluk sınırını aşarak metafizik bir gerçeğe gönderme olarak okunabilir.
Şöyle der Azaro:
Rüya bir hayatın en yüksek noktası olabilir.
Çünkü anlatıcıya göre, rüyalar ruhani alemle yeryüzü arasındaki tek yüzleşme alanıdır.
Aç Yol tam anlamıyla siyasi bir alegoridir, Ngugi'nin Kargalar Büyücüsü kadar eleştirel, Tutuola'nın animist imgelemi kadar gelenekseldir.
Gerek Kargalar Büyücüsü gerekse Aç Yol, Afrika tiranlığını farklı bakış açısıyla ortaya koyarken, mekân kurgusal bir Afrika ülkesidir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish