New York'taki dünyaca ünlü Modern Sanat Müzesi, 1984 yılında "'Primitivizm' in 20th Century Art: Affinity of the Tribal and the Modern" [20. Yüzyıl Sanatında Primitivizm: Modern ve Kabile Yakınlığı] adında bir sergi düzenledi.
Serginin kataloğunda primitivizm, kabile sanatına karşı modern sanatın tepkisi olarak yansıtılır. Yani primitivizmle modern olanın yan yana durması rahatsız edici olduğu için, bu kavram Batı'nın ilgisini yansıtır yine de.
Primitvizm burada modern sanat tarihinin bir görüşü olarak tanımlanır yoksa "kabile sanatının" ehemmiyetini falan vurgulamaz.
Serginin küratörüne göre, 1970 Sonrası Batı sanatından oluşan söz konusu seçki, ilhamını "kabile objelerinden çok Primitif kültürlerin zihniyetine, malzemelerine ve metotlarına karşı gelişen daha kavramsallaştırılmış bir sempatiden" alır.
Serginin küratörü W. Rubin, mitik ve kozmolojik yapıların, modern ve kabile tasarımı arasında güçlü bir şekilde değiştirilmiş ancak yine de hayati bir bağı somutlaştırmak için ilkel bir sanat yapma etkinliği duygusuyla birleştiğini iddia eder.
Picasso'nun Demoiselles d'Avignon resmi Afrika sanatının etkisinin rahatlıkla görülebildiği en önemli eser. Rubin bu eserde Afrika masklarının modellemesini göreceği yerde masklar üzerinden cinsellik ve ölüm temalarına bakar.
Açıkçası Afrika sanatının modern sanatın oluşumundaki biricik rolünü bertaraf eden çağdaş yorumcular, primitif ifadesini kullanarak modern sanatın biçimselliğine helal getirmek istemezler.
Afrika masklarının, heykellerinin modern avangart sanattaki işlevini kültürel unsurlara indirgeyen bakış açısı, bir yanıyla kendi bilinç dışını da rasyonalize ederek koca bir çelişki üretmektedir.
Avrupa'daki sanat müzelerinin çoğunda bu tarz sergiler yapılagelmektedir. Afrika sanatı için uygun görülen tanım, bugün hâlâ "primitif"tir.
Şüphesiz modernizmin primitif kültüre ilgisi birdenbire ortaya çıkmadı. Hem edebiyatta hem de avangart yaklaşımlarda modern yaşamın mekanik tonu, burjuvanın iki yüzlülüğü sanat ve yaşam arasında gerilime neden olmuştu.
Afrika söyleminin, antropoloji vasıtasıyla icat ettiği "primitif" tanımlaması, sanatta da modern olmayan toplulukların ürettikleri için kullanılmaya başlar.
Afrika sanatından bahsederken aslında modernitenin dışından, yani zamanın ve mekânın ötesinden bahsediyoruz, zira antropoloji modern olmayanları hem zamansal hem de mekânsal olarak yeniden icat etti.
V. Y. Mudimbe, Invention of Africa [Afrika'nın İcadı] eserinde Batı epistemik ve hegemonik yapının Afrikalı'yı yeniden primitif olarak icat ettiğini ileri sürer.
Frederick Cooper'in "barbar, yerli ve köle olmadan Batı değerlerinin anlaşılması güçtür" ifadesini burada anayım.
Buna bağlı olarak, Postkolonyal Afrika çalışmalarının duayenlerinden Harry Garuba ise pozitivist değerlerin animizm olmadan anlaşılmasının güç olduğunu iddia eder.
Zira Garuba'ya göre, modern disiplinler olarak beşerî ve sosyal bilimler Afrika'nın karşısında konumlanmıştır.
"Afrika akıldışılığı, Afrika animizmi ve sözlü kültürü, kısaca Afrika antropoloji alanı dışında hiçbir disiplinin sahasına girmemektedir" der Garuba.
Yirminci yüzyılın başlarında modernist sanatçıların "avangart" çıkışında Afrika geleneksel sanatların etkisi yadsınamaz.
Modernist sanat üretimi pek çok yönüyle Afrika sanatına borçludur. Henri Matisse ve Pablo Picasso dahil olmak üzere dönemin en önemli diğer avangart sanatçılarının ilham kaynağı şüphesiz, "primitif" olarak gördükleri, öteki olarak dışladıkları siyahların ürettiği heykeller, figürler ve objelerdi.
Hatta Picasso'nun sanat yaşamında 1907-1909 yılları "Negro Period" (Siyah Dönem), yani Afrika sanatının etkisinde olduğu dönem olarak nitelendirilir.
Picasso'nun Afrika ilgisi, zaman zaman takdir edilir. 1972 yılında Senegal'de düzenlenen Picasso sergisi, dönemin devlet başkanı ve entelektüel, şair Leopold Senghor'u hayli memnun etmişti.
Senghor, Afrikalılığı yeniden ürettiği Siyahi Bilinç [Negritude] akımıyla Picasso'nun resimlerindeki Afrika imajı arasında bir çeşit ilişki kuruyordu.
2006 yılında Picasso, bu defa Güney Afrika'da düzenlenen bir sergide yeniden gündeme geldi. Serginin adı "Picasso ve Afrika" idi.
Bu sergide amaçlanan aslında primitif diye ötelenen Afrika sanatının, avangart sanatın en önemli ismi Picasso'ya ilham kaynağı olduğunu ve belki de primitif algısının tersyüz edildiğini göstermekti.
Dönemin Güney Afrika Cumhuriyeti devlet başkanı Thabo Mbeki'ye göre, sergi, Afrika Rönesansı ideallerinin temsili olan Afrika sanatının öneminin Picasso'nun eserlerinde belgelendiğini ifade etmişti.
Mbeki bu yaklaşımında haklıydı, modernistler Afrika sanatı sayesinde avangart tekniği geliştirme ve ilerletme fırsatı yakalamışlardı. Afrika sanatı olmasaydı bu pek pek mümkün olmayacak gibiydi.
Picasso, Afrika sanatının hayatı boyunca onu bir virüs gibi takip ettiğini söyler. Afrika geleneksel sanatının masklarına da ilgi duyan Picasso için maskeler "kesinlikle sıradan herhangi bir heykel gibi değillerdi. Maskeler büyülü objelerdi" ifadelerini kullanır.
Picasso maskelerin gizemini şöyle anlatır:
Estetik bir süreç değil; bizle ve düşman evren arasına giren bir sihir biçimi, korkularımıza ve arzularımıza bir biçim dayatarak gücü ele geçirmenin bir yolu.
Afrika sanatı, geleneksel biçimler dışında yeni formlar peşinde olan modernist sanatçılar için yeni kapılar açıyordu.
Dönemin önemli ressamlarından Juan Gris, siyah heykellerin anti-idealist bir olasılığın çarpıcı kanıtı olduğunu söyler. Gris, "Afrika heykelleri, dini bir ruhtan esinlenerek, büyük ilkelerin ve evrensel fikirlerin çeşitli ve kesin bir temsilini sunduklarını" iddia eder.
Picasso, Matisse ve çağdaşlarının en büyük paradoksal gerçeği de sömürgeciliğin meşruiyetine dair itirazlarının olmamasının yanı sıra Afrika sanatının antropolojinin dayatması altında "primitif" olarak görmeleridir.
Şüphesiz bu tavır edebiyatta da karşımıza çıkmaktadır. Modernizmin önemli şairlerinden Dylan Thomas, 1952 yılında Amos Tutuola'nın Palm-Wine Drinkard [Palmiye Şarabı Ayyaşı] romanını okuyunca hayranlığını gizleyemez.
Modernistlerin "primitif" kültüre hayranlığı bir yönüyle egzotikleştirme eğilimi de gösterir. Bugün bile, Afrika sanatı ve edebiyatı özgünlüğünden çok Avrupa merkezci bakışın antropoloji disiplinine hapsettiği kültürel özellikleriyle dikkat çeker.
Günümüzde primitif sanat tanımlaması Afrika sanatını ötekileştirmek, küçük düşürmek için kullanılmaktadır. Oysa Modernist avangart sanatın mayasında "primitif" Afrika sanatının biçimselliği yatar.
Modernistler, Afrika sanatının cazibesinden hiçbir zaman kurtulamadılar. Kaldı ki Afrika sanatı, Picasso, Matisse ve diğerleri için paha biçilmez bir yaklaşımdı.
Şunu kimse inkâr edemez: Klasik Afrika sanatı, avangart sanatın her döneminde belirleyici bir role sahiptir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish