Papa Francis Irak'ı ziyaret eden ilk Papa oldu.
Sembolizmin doruklarında cereyan eden bu ziyaretin hem dinî hem de siyasî birtakım amaçlara matuf olarak tertip edildiği aşikâr.
Dinî planda "dinler arası diyalog" konseptinin izlerini bünyesinde fevkalade görünür bir şekilde taşıyan resmî diskur, Hz. İbrahim (as) vurgusu üzerinden tezahür etti.
Kardeşlik, barış ve hoşgörü gibi kavramlara sıklıkla yapılan atıflar her ne kadar belli bir yankı bulsa da mazlum Irak ulusunun işgal yıllarında ve dahi sonrasında maruz bırakıldığı tarifsiz acıları perdelemeye yetmedi.
Papa Francis'in Müslümanlarla temas arayışı yeni değil. Daha önce (2019 yılında) El Ezher Şeyhi Ahmed et-Tayyîb'le görüşmüştü.
Son olarak ise Necef merkezli Büyük Taklid Mercii Ayetullah es-Sistani'yle bir araya geldi.
Hadise yalnızca temas etmek, bir iletişim kanalı açmakla kalsa sorun yok. Ancak Papalığın tarihsel konumu itibariyle din ile siyaseti iç içe geçiren klasik metodolojisi Papa'nın her eylemini de facto "teopolitik" bir çehreye büründürmektedir.
Bu anlamda Papa Francis'in de dillendirdiği her söz ve sergilediği her tutum ne yalnızca dinî ne de yalnızca siyasî bir veçhe taşır. Aksine, eşzamanlı ve eşgüdümlü olarak hem dinî hem de siyasî ("teopolitik") vasıflar serdeder.
"Hristiyan olmayanları Hristiyanlaştırmak" ve "Katolik olmayanları Katolikleştirmek" formülüyle özetlenebilecek "dinler arası diyalog" misyonunun Hz. İbrahim (as) imgesi etrafında şekillendiği artık herkesin malûmudur.
Hâl böyle olunca Papa figürünün hem gayrı-Hristiyan dinlerin mensupları/temsilcileriyle hem de Katolisizm dairesi dışında kalan Hristiyanlarla yaptığı temasların yorumunun söz konusu "misyonun" ışığında değerlendirilmesi elzemdir.
Papa Francis'in Irak seyahatinin can alıcı noktalarını ise kuşkusuz siyasî izdüşümleri oluşturuyor.
3 Mart 2021 tarihinde yayımlanan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Geçici Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi'nde "İran'ın bölgedeki gücünü sınırlandırma" hedefinin açıklanması henüz tazeliğini korurken Papa'nın Ayetullah es-Sistani'nin evine giderek 40 dakika süren bir görüşme gerçekleştirmesi elbette kayda değerdir.
Şia âleminde Kum-Necef geleneksel rekabeti bir sır değildir. Dahası, vaktiyle İmam Humeyni tarafından sistemleştirilen Velayet-i Fakih teorisinin ihtiva ettiği siyasî faktörün Necef ekolünce kabul edilmediği biliniyor.
Bu yönüyle bugün Necef merkezli Sistani çizgisinin İran'daki hâkim anlayışa nispetle daha seküler bir görüşle kuşandığı açıktır.
Dinî perspektifle bağdaşık olarak Sistani aynı zamanda Irak'ta Şii Arap milliyetçiliğinin bayraktarlarındandır ki, bu Irak-İran arasındaki ikili ilişkilerin dengesinde gözetilmesi icap eden bir etkendir.
Her ne kadar görüşme sonrası Sistani'nin ofisi "ekonomik yaptırımlara ve ambargolara karşı" hassasiyet belirtildiğini paylaşarak İran'a yönelik "güven" telkin eden bir mesaj yolladıysa da Irak'ta İran yörüngesinde mevzilenen grupların bazıları Papa'nın ziyaretinden umutlu olmadıklarını belirtmekten geri durmadılar.
Papa ise, Sistani'nin "büyük ve bilge bir din adamı" olduğuna işaret ederken "DAEŞ'e karşı Irak Hristiyanları koruduğu" için kendisine teşekkür etti.
Papa'nın Sistani hamlesinin bir diğer boyutunu da hiç şüphesiz Ortadoğu'da devam eden "Kiliseler jeo-politiği" teşkil etmiştir.
Rus Ortodoks Kilisesi'nin bilhassa Suriye'de (ve İran'la olan ittifakı sayesinde İran'ın etkin olduğu bilumum coğrafyalarda) artırdığı nüfuzunu Katolik Kilisesi Irak'ta dengelemenin arayışına girdi dersek öyle zannediyorum ki yanılmış olmayız.
Her halükârda basit bir nezaket gösterisinin ötesinde ciddi bir taktik-stratejik manevralar manzumesi içerdiği su götürmez bir gerçek olan Papa-Sistani görüşmesi Irak seyahatinin ilk dikkat çekici olayıydı belki ancak kesinlikle sonuncusu değildi.
Papa gerek Ur'da gerekse Musul ve Erbil'de Bağdat Havaalanı'na ayak bastığı andan itibaren pratiğe dökülen teatral havayı sürdürdü.
Ama keşke titizlikle kurgulanmış mizansenlere biraz samimiyet katılabilseydi.
Papa Francis bolca barıştan, kardeşlikten ve hoşgörüden bahsetti ancak bir türlü Amerikan emperyalizmi öncülüğünde inim inim inletilen Irak'ı hatırlayamadı ve hatırlatamadı.
Papa her şeyi söyledi fakat işgal esnasında ve sonrasında katledilen 1 milyondan fazla insanı, sakat bırakılanları, tecavüze uğrayan kadınları, işkencehanelerde can verenleri, yağmalanan ve talan edilen ulusal serveti, petrol sömürüsünü bir türlü aklına getiremedi.
Örneğin Felluce kentinde, savaşın bitiminden tamı tamına 18 yıl sonra bugün bile hâlâ sayısız anormal doğum vakasına tanık olunuyor. Keza kanser vakalarındaki artış da savaş öncesi yıllarla mukayese edildiğinde akıl almaz katsayılarla ifade ediliyor.
Böylesine canlı ve güncel bir dram, nasıl "yok hükmünde" sayılabilir? Oysa riyaya bulanmamış hiçbir adil hafıza ve hiçbir temiz vicdan bu perişanlığa duyarsız kalamazdı.
Her şeyi geçtik, Papa terörün hangi kirli emel sahiplerince kışkırtıldığını, finanse edildiğini ve desteklendiğini "ima" etmekten dahi imtina etmiştir.
Hoş, aksi bir tavırla karşılaşsaydık asıl o zaman şaşırırdık belki.
Keza Papa, Musul'da Doğu Hristiyanlarının sükûnet içinde evlerine dönmeleri için çağrıda bulundu.
Elbette yerli ahalinin, Musul yerlisi Hristiyanların evlerine huzurla dönmelerinin temini mühimdir. Ancak Musul özelinde bir çeşit "demografik hokkabazlığın" önünün açılmamasının denetimi de bir o kadar belirleyicidir.
Başka bir deyişle Musul'da olası bir nüfus mühendisliğinin önlenmesi hayatîdir.
Nitekim böylesi bir tehlikenin varlığı Kuzey Irak'taki Bölgesel Yönetimin Papa Francis'in Erbil ziyaretinin onuruna tasarladığı skandal pulla tescil edilmiştir.
Pulda tasvir edilen sözde "Kürdistan" haritasına Irak'ın Musul dâhil pek çok önemli kentinin yanında Hatay'dan Mardin'e ve hatta Sivas'tan Kars'a kadar pek çok ilimizin rezilce kazındığı görülüyor.
Türkiye'nin toprak bütünlüğüne doğrudan ve arsızca kasteden bu alçak girişimin yaptırımsız bırakılmaması gerekmektedir. Dahası, umulur ki Irak'ın da toprak bütünlüğünü yerlere seren bu teşebbüs Irak merkezî hükûmetinin de yaptırımına muhatap olsun.
Velhâsıl, Papa'nın Irak ziyareti hâlihazırda zaten parçalara ayrılmış bu mazlum ulusun yaralarını ne yazık ki daha çok deşmiştir.
Irak'ın kurucu karakterinin kayıtsız kalınması mümkün olmayan büyük ve tarihsel bileşenlerinden Sünniler ile Türkmenleri belli hesaplar uyarınca denklem-dışı tutmaya yeltenilmesi bile yabancı menşeili etnik ve mezhepsel bölünme planlarında henüz sona gelinmediği intibaını kuvvetlendirmeye yetmiştir.
"Birleşik Irak" gereksinimi bölgede hakiki barış, kalkınma ve istikrar için olmazsa olmazdır.
Bu noktadan uzaklaşmaya dönük her sinsi teşvik, her manipülatif inisiyatif, her düşünce ve her fiil Ortadoğu'yu yeni bir cehennem çukuruna itmekle eşanlamlıdır.
Dilerim bütün hücumlara ve psikolojik harekâtlara rağmen Iraklılar vatanlarına, egemenliklerine ve birliklerine lâlıkıyla sahip çıkabilirler.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish