Bir savaş suçu ne zaman savaş suçu sayılmaz? Elbette bizim tarafımızdan işlendiğinde...
Ancak bu apaçık gerçeğe (sadece Trump ve etrafındaki kafadan çatlaklar Ortadoğu'da başka bir gaddarlık planlayabileceği için de değil) bugünlerde yeni ve meşum bir anlam yüklendi.
Batılı devletlerin, insanlığa karşı işlenen askeri suçlara müsamaha göstermeye, bunları onaylamaya ve uluslararası hukukun bu iğrenç ve mide bulandırıcı ihlallerine göz yummamızı beklemeye şimdilerde her zamankinden daha hazır olduğuna dair tehlikeli bir eğilim giderek daha görünür hale geliyor.
Iraklı ve Afganları öldürüp paçayı kurtarabileceğimiz ama mesele Kuzey İrlanda olunca bir parça daha soğukkanlı davranmaya zorunlu olduğumuz anlamına gelen “tarihi soruşturmaların affı”ndan bahseden son savunma bakanımızın içler acısı ve grotesk davranışından bahsetmiyorum. Yanlış anlamayın, Belfast ve Derry’deki Britanyalı yurttaşları öldürme ruhsatını genişletmek için ciyak ciyak bağıran pörsümüş eski generallere ve şakırdayan Muhafazakar Partili genç elitlere bakınca bu konuda da ortada pek ihtiyat göründüğünü söylemek mümkün değil.
Bu durum, Kuzey İrlanda’da Britanya yurttaşlığı alan İrlandalı erkeklerin ve kadınların insanlığına karşı hakaret olmakla kalmıyor; aynı zamanda, ortadan kaldırıldıktan 10 yıl sonra unutulabilen Ortadoğu’nun kahverengi gözlü Müslümanlarıyla, mavi gözlü Britanyalıları arafta bir dünyaya yerleştiriyor. Bu ikincisinin katillerinin peşine düşmek ve onları adalete teslim etmek için polis ve terörle mücadele mangaları ülkenin sokaklarında koşuşturuyordu.
Elbette bu, yalnızca kurbanlarımızın DNA’ları arasındaki bir fark değil. Asıl fark; "tarihi" kelimesinde. Zira Penny Mordaunt ve onu takip eden kabadayılar, bir zamanlar binlerce Nazi’nin II. Dünya Savaşı’ndan sonra peşinde koşup duasını ettiği şeyi, yani savaş suçlarında zamanaşımını teklif ediyor.
Hayır, Britanya askerleri, Nazi değil; ABD Deniz Piyadeleri, Wehrmacht (II. Dünya Savaşı Alman Silahlı Kuvvetleri) değil; Kraliyet Hava Kuvvetleri (RAF) ve ABD Deniz Hava Kuvvetleri (USAF), (Hamburg ve Dresden'i bir kenara koymak zorunda olsak da ) Luftwaffe (II. Dünya Savaşı Alman Hava Kuvvetleri) değil. Burada kıyas yapmıyorum, katilleri daha suç işlemeden temize çıkarmaya niyetlenen tehlikeli ve çarpık zihniyetteki ani yükselişteki benzerliklerden söz ediyorum.
Pekala birçok Brexitçi bu konuya dönmeye çoktan can atsa da yönümüzü Britanya’nın kuzeydoğu İrlanda’daki cafcaflı mücadelesinden uzaklaştırıp, Atlantik’in karşı tarafına geçelim: Michael Behenna’nın Trump tarafından ABD ordusunda afla ödüllendirilen ilk teğmen olduğu Washington’daki daha büyük bir tımarhaneye.
Behenna, 16 Mayıs 2008’de Ali Mansur adında bir Iraklıyı öldürdü. Mansur, yol kenarına döşenen ve 2 Amerikan askerinin ölümüyle sonuçlanan olayla ilgili ABD istihbarat ajanları tarafından sorgulandı, daha sonra da Behenna’ya Mansur’u evine bırakması emredildi. Mansur’un suçlu olduğuna dair ortada hiçbir kanıt yoktu. Buna rağmen Behenna yanındaki tutsağı çöle götürdü, bu adamın üstünde ne var ne yoksa çıkardı, silahını doğrultup bir kez daha sorguladı, ardından başına ve göğsüne ateş etti. Mesele gayet anlaşılır ya da siz öyle düşünebilirsiniz. Kasıtlı olmadan adam öldürdüğüne hükmedilen Behenna, 25 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Gel gör ki ABD Adalet Bakanlığı, Behenna’nın hapis cezasını önce 25 yıldan 15 yıla indirdi, 2014’te de şartlı tahliye kararı verdi. Behenna, memleketi Oklahoma’da arkadaşlarının hayranlık duyduğu, örnek bir mahkum oluverdi.
Trump çok değil daha 10 gün önce, bu katili çıkardığı bir afla bağışladı. Elbette Trump’ın cephesinden bakınca şaşırtıcı değil. “İşkence işe yarar” diyen Trump, toplu katliamın da işe yarayacağına inanıyor.
Trump 2015’te verdiği bir röportajda, “Bu teröristleri ele geçirdiğinizde onların ailelerini ortadan kaldırmak zorundasınız” demişti. Behenna cinayeti işleyeli 10 yıldan fazla zaman geçtiğine göre Mordaunt ya da onun Londra’daki ahbaplarından buna bir itiraz gelmez: Suçu, Mordaunt’un Müslüman dünya için koyduğu, cinayette 10 yıllık zamanaşımının dolmasından hemen sonra işlemişti.
Amerikalı başka bir Irak savaşı gazisi, savaş suçlusu Behenna’nın Trump tarafından özgürlükle kutsanmasından bir gün sonra bu saçmalığı çürüttü. Askerlerine, Iraklı sivillere düşmanları değil komşularıymış gibi muamelede bulunmasını isteyen bu kişi, süvari alayından Waitman Wade Beorn’du. Washington Post için kaleme aldığı dikkate şayan makalesinde Beorn, ABD başkomutanının “çarpık yurtseverlik ve kahramanlık fikri uğruna”, ciddi boyutlarda savaş suçlarını görmezden gelmeyi tercih etiğini yazdı. Trump, askerlik hizmetinden kaçmış bir adam için kulağa garip gelen, “savaş zihniyetinde kötü şeyler olabilir” sözüne katkıda bulunuyordu.
Bununla birlikte Beorn, Alman ordusunun katıldığı Holokost hakkında bir kitap yazmasıyla da emsalsiz biri. Wehrmacht’ın önceden planlanmış, ırkçı ve yüksek oranda ideolojinin güdümünde yarattığı ortam dikkate alındığında Beorn’un vardığı sonuç şu oldu:
“Savaş suçlarının işlenip işlenmeyeceğini genellikle doğrudan belirleyenler, her birimin kültürü ve kurumsal liderlikti. Katil liderler, katil birimleri yönetti.”
Beorn, ABD ordusunu Wehrmacht’la kıyaslamıyor. Hatta (biraz tiksindirici olsa da) Amerika’nın “değerlerini ve silahlı çatışma hukukunu vurgulayan askeri eğitim sistemi”nden ve sahip olduğu “güçlü ahlaki dayanak”tan söz ediyor.
Diğer taraftan Beorn, Nazilerin Sovyetler Birliği’ni istila etmesinden önce Adolf Hitler’in Mayıs 1941’de çıkardığı yüz kızartıcı “Yetkilendirme Kanunu”nun altını çiziyor. Söz konusu yasa, “Wehrmacht mensupları ve çalışanlarının, düşman sivillere karşı işlediği suçlar söz konusu olduğunda, ki bunlar aynı zamanda askeri bir cürüm ya da ihlal bile olsa, kovuşturma açmanın şart olmadığı konusunda” Alman birlikleri bilgilendiriyordu.
Beorn’un işaret ettiği üzere, “kelimenin tam manasıyla askerlere, Avrupa’nın herhangi bir yerinde suç sayılabilen davranışları nedeniyle yargılanmayacakları söyleniyordu.”
Tablo -gerçekten de- korkutucu bir şekilde savunma bakanımızın ortaya attığı önerilere benziyor. Yalnızca münasip bir süre tanıyor olsa da katilleri, Afganları ya da Iraklıları öldürmeleri halinde kurtaran ancak aynı şey Britanyalıları öldürdüklerinde geçerli olmayan bu yaklaşım, Wehrmacht gazilerinin durumuyla epey benzerlik gösterebiliyor. Beorn yazısında, bir ABD başkanı savaş suçlularını, politik doğruculuğun asıl kurbanı cesur yurtseverler olarak müdafaa ettiğinde, “bu kişilerin ahlak dışı ve suç içeren davranışını da görmezden geliyor” diyor. İşte tam da burada tahmin ettiğiniz gibi Kanlı Pazar, birdenbire kadraja giriyor. Dahası, bu hafta 1971 Ballymurphy toplu katliamıyla ilgili yürütülen tahkikatta konuşan Britanyalı bir asker, içinde yer aldığı hava indirme tugayından bazı silah arkadaşlarını, gerçekten dehşet verici sözlerle tanımladı. İyi ve uzman askerlerden övgüyle bahsetse de ardından şunu ekledi: “Orada aynı zamanda psikopatlar ve etrafta dolanması tehlikeli kişiler vardı.”
Elbette vardı. Belfast tahkikatında söz alan M597 kod adlı tanık, “Haydut askerler kontrolden çıktı. Sokaklardaki insanları öldürdüler ve bunu yaparken himaye edileceklerini biliyorlardı” dedi. Ne var ki o tarihte Kanlı Pazar’ın üzerinden henüz bir yıl geçmemişken bu askerlerin ne kadar “haydut” oldukları tartışılır. Ancak unutmayın, Ballymurphy 48 yıl önce, Kanlı Pazar’sa 47 yıl önce yaşandı. Bu, geçmişe sünger çeken Britanyalı siyasetçiler arasında şimdilerde kaybolan bir düşünce şekli.
Trump’ın alenen desteklediği Amerikalı Binbaşı Matt Golsteyn, 2010’da Afganistan’da silahsız bir adamı vurup cesedini yaktığı için yakın zamanda taammüden adam öldürmekle suçlandı. Trump, bu kişiyi “ABD ordusunun kahramanlarından” ilan etti.
Beorn, Trump’ın bir dönem ABD donanması özel kuvvetlerinde görev yapmış Edward Gallagher’a destek verdiği davanın da peşini bırakmadı. Gallagher, The New York Times’a göre, 2017’de Musul’da “Dicle Nehri kenarında çiçek desenli elbise giyen bir kızı, diğer kızlarla birlikte yürürken vuran” bir diğer savaş suçu zanlısıydı.
Midesini tutarak yere düşen kızı, diğer kadınlar sürükleyerek uzaklaştırmıştı. Beorn’un aynı yıl hatırladığı bir diğer olaydaysa, –şimdi 2 yıldan kısa zaman öncesinden bahsediyoruz- iddialara göre Gallagher, bir genci birkaç kez boynundan, bir defa da göğsünden bıçaklayarak öldürdü.
Trump, “geçmişteki hizmetlerinin şerefine” Gallagher’ın daha iyi şartlarda tutulmasını isteyen bir tweet paylaştı. Beorn ise “pek çok kişinin diyeceği üzere, kendisi o onuru çok uzun zaman önce çarçur etmişti” diye yazdı.
Tanrıya şükür bu dünyada Beornlar var, diyebilirsiniz. Peki ya Ortadoğu’da ordularımızın ve hava kuvvetlerimizin verdiği resmi ölü rakamlarını, gıkımızı çıkarmadan kabullenişimiz ne olacak? “Koalisyon” güçleri, Ağustos 2014’ten bu yana Irak ve Suriye’de 34 bin 464 saldırı gerçekleştirdiklerini ve bin 257 sivili kazara öldürdüklerini söylüyor. Uluslararası Af Örgütü ise sadece bir şehirde, Suriye’nin Rakka kentinde, 2017’nin 4 aylık döneminde sivil kayıpları incelediğinde, ortaya sivil ölümlerin bu şehirde bin 600’den fazla olduğu sonucu çıktı.
Daha da rahatsız edici olan –belki doğru kelime, daha fantastiktir- Kraliyet Hava Kuvvetleri’nin 4 yıldan fazla sürede Irak ve Suriye’de bin 19 “düşman savaşçının” öldürüldüğünü iddia etmesiydi. Bir de yalnızca bir sivil kayıptan bahsedildi. Öldürülen bin 20 kişi arasında yalnızca bir -sadece ve sadece bir- kişi sivil. İngiliz Savunma Bakanlığı, Eylül 2014-Ocak 2019 dönemini kapsayan bu rakamları, Silahlı Şiddete Karşı Eylem (Action on Armed Violence) adlı yardım kuruluşunun haber alma özgürlüğü uyarınca yaptığı talep üzerine paylaştı. Dahası, Savunma Bakanlığına göre, tüm bu rakamlarda, “saldırı sonrası en doğru analizler” dikkate alınmıştı.
Saçma olduğu aşikar bu rakamlar kadar üzücü olan bir şey daha varsa o da BBC'nin konuyu 7 Mart'ta basit bir haber öyküsü şekilde duyurması ve daha sonra hikayesine, yardım kuruluşunun, bunun “modern çatışmada dünya rekoru” olması gerektiği yönündeki yorumuyla birlikte düpedüz inanılmaz içeriklerle vasıf kazandırmasıydı.
BBC’nin savunma muhabiri, daha sonra bu sayıların, “fevkalade kesin rakamlar” olduğuna dikkati çekecekti. Ancak savaş meydanı analistliği, “kesin bir bilim değildir”. Bu da -bir kez daha işin görünen kısmına göre- aynı zaman zarfında koalisyonun hava saldırılarında RAF’ın bin 257 sivilden yalnızca birini “kasıt olmadan” öldürdüğü anlamına geliyordu.
Şunu söylemeliyim ki bu tür istatistikler inandırıcı olmamakla kalmıyor, aynı zamanda akıl almaz ve bu rakamları okuyan ya da üzerinde çalışma yürüten herkes için küçük düşürücü. Bunlar, açıkçası hayret verici, saçma, güvenilmez, akla sığmaz, acayip, garip, olağanüstü, rüya gibi ve -geride kalan 40 yılda yaşanan savaşları haber yapan herkes için- külliyen uydurma. Bu zımbırtıya gerçekten inanan biri, Marslıların, Noel Baba’nın ya da arka bahçede küçük yeşil adamların varlığına da tümden iman etmiş olmalı.
İngiliz Savunma Bakanlığı’nın ettikleri şimdiye kadar yanlarına kar kaldı. Sivillerin hava saldırısında öldürülmesi, tek bir askerin bireysel olarak sivilleri öldürmesinden daha az suç olmayabilir. Dahası sivilleri “kasıtlı olmadan” uçaklar ya da insansız hava araçlarıyla havadan öldürmek, askeri kuvvetleri masum yapmıyor.
Af Örgütü’nün Rakka’daki saldırıları içeren soruşturmasına göre, sivil ölümleriyle ilgili gerçek rakam şok edici olmakla birlikte bu saldırıların tamamen gereksiz olduğunu da gösteriyor.
Gelgelelim buna da alıştık. İnsanları gökyüzünden, sokaktan ya da çölde öldürüyoruz ve kendimizi temize çıkarıyoruz.
Hayır, “kovuşturma şart değil”. Katillere kahraman da diyebiliriz. Bugünlerde cinayetler yanımıza kar kalıyor ve bu konuda şikayet bile etmiyoruz. Suça bile bile göz yumuyoruz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
https://www.independent.co.uk/voices
Independent Türkçe için çeviren: Elvide Demirkol
© The Independent