Bir yazı aleti olan kalem, Yunanca’da “sulak yerde yetişen kamış, hasır otu, Hint kamışı” mânalarına gelen kalamos ile Latince kalamustan Arapça’ya ve oradan Türkçe’ye geçmiştir. Pek çok anlamı yanında hat sanatında farklı yazıları da (aklâm-ı sitte) ifade etmektedir. Ayrıca Farsça’dan geçen kilk ve hâme kelimeleri de Türkçe’de kalem karşılığında kullanılmıştır.
Kalem kelimesi Kur’an’da iki yerde tekil; iki yerde çoğul olarak geçer:
Al-i İmran Suresi, 44. ayet: “Bunlar, gayb haberlerindendir; bunları sana vahyediyoruz. Onlardan hangisi Meryem'i sorumluluğuna alacak diye kalemleriyle kur'a atarlarken sen yanlarında değildin; çekişirlerken de yanlarında değildin.
Lokman Suresi, 27. ayet: Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz -onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de Allah'ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
Kalem Suresi, 1. ayet: Nun. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun.
Alak Suresi, 4. ayet: Ki O, kalemle (yazmayı) öğretendir.
Genellikle kalem kelimesi düşünüldüğünde akla Kalem suresi gelir. Bir çok yorumcu Allah’ın insana kalemle yazı yazmayı öğretmesini ilme verilen değer ve önem açısından ele alıp açıklamaktadır.
Peygamber’in hadislerinde de kalemle ilgili bir çok vurguya rastlanır. Hz. Muhammed bir hadisinde ilk yaratılan şeyin kalem olduğunu söylemiştir. Buna göre kalem iki çeşittir:
a) İnsanların yazı yazmak için kulandığı yazı aracı olan kalem
b) Kalem-i a’lâ
Yazı yazmak için kulanılan aracı bir yana bırakarak ikinci maddede adı geçen Kalem-i a’lâ’dan söz edelim.
Kaynaklarda varlığından söz edilen ilâhî kalem bütün varlıkların temelini oluşturan akıllar teorisinin ilk basamağını meydana getiren ilk akıl; yani akl-ı evveldir. Yorumcular bu aklın kendisine yöneltilen hitapları aracısız anlayan soyut akıl türü olduğunu söylerler. Allah’ın varlığını anlayan ilk varlık olmasından dolayı “akıl” diye adlandırılırken diğer varlıkların meydana gelişi ve bu bilgilerin yazılışına aracılık etmesi bakımından “ kalem” adını alır. Peygamberlik nurunun yayılışına aracılık etmesi bakımından da buna Nûr-i Muhammedî adı da verilmiştir. Buna göre ilk akıl en yüce kalem ve tek bir nurdan ibarettir. Bu nur kul söz konusu olunca akıl, Allah söz konusu olunca en yüce kalem anlamında “Kalem-i a’lâ diye adlandırılır. Bazı kaynaklarda ilk yaratılan cevherin akıl, bazılarında ise kalem olduğu belirtilmiştir. Sufiler ve bir çok İslam düşünürü kalem ile aklın aynı şey olduğu ve nur adıyla birleştiği kanaatini taşımaktadırlar. Nitekim Yunûs Emre şöyle der:
Ay dahi güneş dahi nurundan Muhammed’in
Cümle şekerler tadı tadından Muhammed’in.
Seyyid Mustafa Rasim Efendi konuyu çok ayrıntılı ve çok anlaşılır biçimde ele alır.On göre; bahsedilen kalem boyuna yazmaktaydı. Aşktan başka bütün anlamları büyük bir pervasızlıkla yazıyordu. Ama aşkı anlatacak gücü kuvveti yoktu. Altından kalkacak kuvvete sahip değildi. Yine de aşkı yazmaya kalktı. Aşkın gerçekliğini yazacaktı ama kırılıp yarıldı. Çünkü gerçeği anlatmak onun boyunu aşıyordu.
Sözün özü aşk her yerde işler çalışır; ama aşk bahsinde değil…Çünkü kalem, resim; âlem ise görüntüdür, mecazdır. Aşk ise semâvî âlemden gelir ve hakikattir. O halde aşk nasıl kaleme gelir?
Çünkü kalem sonlu, aşk ise sonsuzdur. Sonsuz olan sonlu olanın idrakine nasıl sığsın. Nitekim Kur’an’da şöyle buyurulmuştur;
“Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de Allah'ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. ( Lokman Suresi, 27)
Bu ayette kalemin haline ya da acizliğine işaret vardır. Çünkü aşk ilâhî sözlerin gözde kelimelerindendir. Yani faraza kalem aşka gelse aşkın tesirinden parça parça olur. Nitekim Tur dağı tecelli anında parça parça oldu. O halde okuyup yazmak aşktan önceliklidir ama akıllıların işidir. Aşk ise akıl kârı değil… Birinin dediği gibi:
“Hayret-i aşka düşen insânın
Okuyup yazmağa aklı ermez
Kâr-ı akıldır okuyup yazmak
Aşıkın fikrine siva gelmez.”
(Aşkın hayretine, şaşkınlığına düşen insanın okuyup yazmaya aklı ermez. Okuyup yazma akıl işidir:oysa âşıkın aklına, düşüncesine sevdiğinden yani Allah’tan başka bir şey gelmez.)
Buna da vahdet sırrı yani mutlak birlik denir.Muhyiddin Arabî şöyle der bu konuda:
"Vahdet sırrını Ehrimen bilmez
Asâf a sor o bilir
Anka kuşunun yuttuğu lokmayı
yutabilir mi serçe
Bir testiye sığar mı
Koca denizin suyu.
Çünkü soyut olanın somut kelime ve anlamlara sığması denizin testiye sığması kadar muhaldir hani.
O yüzden mana iklimimizin sultanlarından Şeyh Gâlip şöyle buyurmuş:
“Bâlâ-rev olan ancak mânâ-yı mücerreddir
Tasvîri Mesîhâ’nın büt-hânede kalmıştır.”
(Yüceye, yükseğe çıkan ancak soyut anlamdır. İsâ’nın tasvirleri puthanede kalmıştır.)
Necip fazıl da yazının başında dile getirdiğimiz o ilk ve soyut yani aracısız anlayan aklın özlemini çekmiş olmalı ki şöyle demiş:
Uyumak istiyorum; başım bir cenk meydanı;
Harfsiz ve kelimesiz düşünmek Yaradanı.
İlgisizlik, her şeyden kesilmiş ilgisizlik;
Bilmeyiş ki, en büyük ilme denk bilgisizlik.
Biz yine de sözümüzü bir halk ozanın şu eşsiz iki dizesi ile bitirelim ve
Semih Sergen azar azar
Bu can yücelerde gezer
Kalem söyleneni yazar
Dost katına vardı ise
Diyelim. Belki bize de dolaysız söyleyebilmeyi bağışlarlar. (devam edecek)
© The Independentturkish