Bir alim ve aydın olarak İzzeddin Yıldırım

Nevzat Eminoğlu Independent Türkçe için yazdı

İzzeddin Yıldırım Hocayı vefatının 20'nci yıl dönümünde rahmet ve minnetle anıyoruz.

Mela İzzeddin Yıldırım Ağrı'nın Patnos ilçesinde 1946 yılında dünyaya geldi. İlkokuldan sonra bölge medreselerinde iyi bir tahsil görüp icazetname/diploma aldı.

Bu dönemde Van'ın Erciş ilçesinden Nureddin Geylani isimli hocası vasıtasıyla, Kur'an'ı bilgi çağına göre ders veren Bediüzzaman Said Nursi'nin Risale-i Nur adlı eserleriyle tanıştı ve bu eserleri tetkik etmeye başladı.

Ardından İstanbul'a gelerek askerlik görevini yaptı. Askerlikten sonra Risale-i Nur ekolünün önemli isimlerinden Tahiri ağabeyle bir süre birlikte kaldı. 


Duygu ve düşünce alemini Risale-i Nur eserlerine açan İzzettin Yıldırım, hizmet etmek için Gaziantep'e gitti ve Nazım Gökçek ağabey ile uzun süre birlikte hizmet etti.

Yıldırım'ın o tarihten itibaren çileli hizmet hayatı başlamıştı. Daha sonra ağabeylerin tensibiyle Çorum vilayetine gönderildi.

Vakıf insan olarak bu şehirde önemli hizmetler gördü. Gösterdiği üstün performansla Risale-i Nur'a kahramanca ve fedakarlıkla nasıl hizmet edilebileceğinin örneklerini sergileyen Yıldırım, birçok kişiyi o güzel, nazik, narin ve bey efendi tavrıyla kendisinden bahsettirdi.

Böylece "alim" bir şahsiyet ve hakiki bir "Nur talebesi" olarak hayatını, sadece ilme, gençleri yetiştirmeye, toplumunu aydınlatmaya adadı.  


Bediüzzaman'ın "Risale-i Nur'a herkesten ziyade şevkle, taraftarane ve iftiharla medrese taifesinden olan ulemanın koşmaları lazım ve elzem iken maalesef daha medrese ehlinin ekseri, kendi medreselerinden çıkan bu ab-i hayat çeşmesini ve bu kıymetdar baki hazinesini tanımıyor, aramıyor, muhafaza edemiyor. Lillahilhamd şimdi tam tamına başladılar" 1 diyerek hasretini çektiği ehli medrese bir Nur kahramanı olan İzzeddin Hoca dininde ve dünyasında başarılı birçok insanın yetişmesine vesile olan Zehra Vakfı'nın kuruluşuna öncülük etti.


Çorum'dan sonra ikinci hizmet noktası Eskişehir'di. Risale-i Nur mesajını insanlara iletecek yetkin bir kişiye ihtiyaç hissedilen bu şehirde İzzettin Yıldırım uzunca bir süre kaldı.

Diğer kardeşleri ve annesinin de bu şehre yerleşmesiyle Eskişehir, Yıldırım'ın memleketi oldu.

Yıldırım, binlerce gencin yetişmesine katkıda bulundu. 1990 yılında yakın arkadaşları Zekeriya Özbek, Hüseyin Daşkın, Gıyaseddin Bingöl ve Yasin Yıldırım'la birlikte Zehra Eğitim ve Kültür Vakfı'nın kuruculuğunu yaptı.

Bu nedenle, vesile oldukları bu eğitim ve kültür vakfının çalışmalarının kimlikler üstü olup evrensel İslami değerlere dayandığını ifade için toplantılarda sık sık: "Kardeşlerim ilim ve iman hizmeti amacı ile kurulmuş olan bu vakfı biz iki Kürt, iki Türk ve bir Arap kardeşimizle kurduk" derdi. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)


Yine Bediüzzaman'ın "Risale-i Nur'a çalıştığım kadar ona da çalışmışım" dediği, merkezi Van'da, şubeleri Bitlis ve Diyarbekir'de olacak şekilde, dini ilimlerle fen bilimlerinin beraber okutulduğu, Arapça, Kürtçe ve Türkçe eğitim öngören Medreset'üz-Zehra isimli üniversite projesinin alt yapısını hazırlama ve Risale-i Nur hakikatleri ile tahkiki iman dersi verme amacı ile her yerde Nur dershaneleri açılmasına vesile oldu.


Anadolu'dan ve Doğu'dan gelip üniversitelerde okuyan binlerce öğrenciye yer, yurt ve burs sağlayan, Üstat Nursi'nin takipçisi bir alim ve aydın olan İzzetin Yıldırım, birçok yerde sadece ilme çalışıp öğrenci yetiştirmeyi ifade eden "vakıf"lık hizmeti yaptı. Yani hayatını buna vakfetti, adadı.

Batı'dan, Anadolu'dan gelen binlerce gencin sahih bir iman ve istikametli bir nazar elde ederek, eski Türkiye anlayışının ve ona bağlı eğitim sisteminin ülkedeki farklı inanç, dil ve kimlikleri, ırkçı, yasakçı, tek tipçi bir zihniyetle dışlayan, düşman ve tehlike olarak gören resmi ideolojisinin kirinden kurtulmasına vesile oldu.

Özellikle doğulu gençlerin de, Bediüzzaman'ın -1908 de yazdığı "Kürtlere Hitabesi"nde2- önemle vurguladığı, korunmasını istediği ve "üç cevherimiz" dediği "İslamiyet/inanç", "milliyet/milli kimlik" ve "insaniyet" değerleri ile mücehhez kahramanlar olmasının yolunu gösterdi.


Çünkü doğu bölgemizde gençlerimizin bir kısmı mili kimliğine, kültürüne gayet duyarlı olduğu halde maalesef inanç değerlerine oldukça uzak, hatta yabancı durumdalar.

Bir kısmı da dini değerlerine oldukça bağlı ama milli kimliğine ve bunun bileşenleri olan kültürüne, diline oldukça duyarsız, uzak durumdalar.

Bediüzzaman'a göre bu iki durum da eksikliktir. Uçmaktan mahrum tek kanatlı kuş misalidir ve iki gözden birinin kör olması gibidir.

Bazıları da bu inanç ve milliyet (milliyetçilik değil) değerlerine sahip olduğu halde "insaniyet" değeri noktasındaki eksiklikten dolayı, bu değerlerine katkıda bulunacak donanım, bilgi, birikim, çaba ve çalışma sahibi değil.

Dolayısıyla Üstat Nursi ve onun sadık takipçisi İzzeddin hocanın gösterdiği yol, bu üç cevherin beraberce korunduğu ve beraberce geliştirildiği bir anlayışa dayanmaktadır.


İzzeddin Yıldırım hoca "Bir Lahika" isimli ve öncülüğünü yaptığı Nur ekolunun adeta manifestosu niteliğindeki kısa yazısında hareketinin dayandığı fikri ve teorik esasları şöyle ifade etmektedir:

Bir metin ve bir tecrübeye birlikte sırtını veren meşrepler çok azdır. Biz Risale-i Nur gibi ilmin tüm boyutlarında deruni olan, Tevhid, Risalet, İbadet, Haşir ve Adalet'ten mürekkep bir metin ile; mücadele ve tebliğden müteşekkil bir hayata sahip Bediüzzaman gibi bir şahsın tecrübesiyle önümüzü aydınlatıyoruz. Hizmetimizin ilmi yönünü Kur'an-ı Kerim'den süzülmüş olan Risale-i Nur külliyatından; fikri/siyasi yönünü Hz. Peygamberin (S.A.V.) bu çağdaki varisi olan Bediüzzaman'dan (R.A) alıyoruz. Yapılanmamız ise meşveret-i Şeriyye dairesinde, ihlâs ve uhuvvet düsturlarından oluşuyor. Biz inanıyoruz ki ilimsiz mücadele, amelsiz ilim, ihlassız amel olmaz. Duygu ve akıl kalbin derinliklerinde cem olur. Kuru bilgi değil, hal ve nazarla gelişmiş bilgi esastır. 3


İzzettin Yıldırım sıra dışı bir insandı. Kişisel ubudiyetinin ötesinde tüm hayatını İslami hizmetlere adayabilecek bir fedakarlık ve metanet sahibiydi.

Hizmet etmek için evlenmek şart değildir belki, ancak kimi insanların tüm hayatlarını bu uğurda feda etmeleri, dünyevi arzu ve emellerini geri plana itmeleri çok nadir görülen bir feragat örneğidir.

Dünyadan tam manasıyla yüz çeviren ancak hizmet boyutuyla Dünya'ya bakabilmek zor bir haslettir.

Risale-i Nur ekolünde görülen bu vakıf insan misyonu binlerce vatan evladının İslam'ın güzel değerleriyle tanışmasında önemli bir rol oynamıştır.

Ayrıca hayatının başından sonuna kadar aynı çizgiyi sürdürebilmek, tüm zorluklara göğüs gererek bu misyonu devam ettirebilmek de büyük bir metanet ve öğrencileriyle birlikte sabır gerektirmektedir.

İzzettin Yıldırım, bu güçlü iradeyi ortaya koyabilen ender insanlardandı. 


Onun dünya namına en ufak bir beklentisi veya korkusu yoktu. Tüm mesaisini, tüm hislerini ve düşüncelerini "Daha fazla nasıl hizmet edebilirim" sorusuna cevap aramakla geçirirdi.

İçindeki bu dayanılmaz coşku onu bireysel anlamda ahiretini kurtarma çizgisinin çok ötesine taşımıştı.

O adeta tüm ümmetin selameti için yaşamaktaydı. Aşırı derecede istiğna sahibi bir insandı.

Mütevazi yaşantısı onun davasının en önemli bürhanı niteliğindeydi. İnandığı gibi yaşar, yaşantısıyla numune-i imtisal olurdu.

En yakın arkadaşlarının bile misafirlik tekliflerini nadiren kabul eder, tüm zamanını öğrencileriyle birlikte geçirmeyi tercih ederdi.

Uzunca bir süre vakıf insan olarak kalabilmenin gereği belki de dünyadan ve insanlardan istiğna etmektir. İzzettin Yıldırım şoför, koruma, aşçı gibi yardımcıları kabul etmezdi.

Vapurla Üsküdar'dan Fatih'e gelir, kendi yemeğini çoğunlukla kendisi pişirirdi. Çamaşırlarını annesi dahil hiç kimseye yıkatmamıştır. 


Mela İzzeddin, 28 Şubat zulmünün hüküm sürdüğü 28 Ocak 1999 tarihinde şehit olarak vefat ettiği 55 yaşına kadar hiç evlenmemişti.

O, arkasında bıraktığı bereketli bir hizmet, yetiştirdiği ve manevi evlatları olan binlerce genç "Saidler" ve "İzzeddinler"le, haklı olarak kendisine "Vakıf insanlar ölmez" dedirtti.


Vefatının 20'nci sene-i devriyesinde kendisini rahmetle ve minnetle anıyoruz.

 

 

1. B.Said Nursi, Kastamonu Lahikası, Zehra Yayıncılık, İstanbul 2010, s. 228.
2. Kürt Teavün ve Terakki Gazetesi, Say: 1, Sayfa: 7,  5 Kanun 1908)
3. İzzeddin Yıldırım, Bir Lahika, Zehra Eüitim ve Kültür Vakfı Bülteni, 17. Sayı, 1997 İstanbul 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU