Roma'da Caesar'ın ölümüyle yeni bir döneme girmiş ve hiçbir şey eskisi olmayacaktı.
Caesar'ın suikasta kurban gitmesiyle M. Ö 43'te Octavianus, İtalya'ya gelmiş ve çok kısa bir süre sonra Roma siyasetindeki hırçınlaşmanın da ilk adımları atılmıştı.
Caesar'ın katillerine doğu eyaletleri çoktan verilmiş ve İtalya'dan çekilmişlerdir. Öyle ki Octavianus ile Antonius çeşitli çarpışmalarda karşı karşıya gelmişlerdi.
Çok geçmeden üçlü yönetimi kabul ederek zorunlu bir barışa imza atmışlardı.
Bu imza aslında koalisyon olarak adlandırdığımız bir uygulamayı ihtiva ederken, aynı zamanda Roma'nın parçalanması anlamına da gelmekteydi.
Üçlü yönetim kendi taraftarlarının çıkarlarını korumak adına çeşitli ölüm listeleri hazırlamışlardı.
Bu listelerde çeşitli konsüllerin isimleri yer alırken bir var ki yakından tanıdığımız ve daha çok hitabet eğitimlerden bildiğimiz Cicero idi.
Çok geçmeden Cicero'nun da adı bu listelere girmiş ve çaresiz kafası kesilerek öldürülmüştü. Böyle bir ölümü hak edip haketmediği konusu da mutlak surette tartışamaya açıktır.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Cumhuriyet çoktan sona ermiş ancak izleri de Roma'dan kazınmak isteniyordu. Cumhuriyete duyulan kin ve nefretin bariz örneklerinden biri ise Fulvia'nın Cicero'nun kellesinde yaptığı bir dizi eğlence ritüelleri idi.
M. Ö 42 yılına gelindiğinde üçlü yönetimin meydana getirmiş olduğu barış ortamı artık yerini çatışmalara bırakmış Brutus ve Cassisus'un birlikleri Filibe yakınlarında ağır bozguna uğratılmışlardır.
Octavianus'un düzenli bir orduya elbette ihtiyacı olmuş ve bu noktada toplumda iyiden iyiye çatırdayan bir sorun vardır ki bu sorunu lehine çevirmeyi amaç edinmiştir.
Emekli askerlerin yeniden silah altına alınıp bir reform girişimi oldukça önemli bir husustu. Hem tecrübeli bir askeri kadro yaratacak hem de emekli tayfanın memnuniyetti sağlanacaktı.
Bu da şüphesiz İtalya'da toprak istimlakı yapmak ile mümkün olacaktı. Bu reforma imza atmak için İtalya'ya geri dönen Octavianus karşısında zorlu bir muhalefetle karşılaşması kaçınılmazdı.
Toplumdaki huzursuzluk ve memnuniyetsizlik bir propaganda aracına dönüşmüş ve muhalefet bir takım davaya sahip çıkmıştı.
Mutlak otoriteyi sağlamak adına bu davalara kendince çözümler üreten Tanrının oğlu; bu muhalefeti püskürtmeyi başarabilmişti.
Üçlü yönetim sırasında topraklarına el koyulan onlarca yoksul yurttaşın toplum içindeki siyasal çatışmasın hedefi olmuşlardı.
Önemli bir eser olan Eclogues'in ana teması şüphesiz el konulan toprakların yoksul halk üzerindeki tesirini açıkça ortaya koymaktadır Virgilius.
İktidar savaşlarının şairler üzerindeki tesiri şüphesiz zamanla eserlerine yansımakta ve eserlerin çoğunun siyasete kurban gittiklerini de söylemekte fayda vardır.
Bunun bariz örneği ise İktidar şairi olarak anılan Virgilius'un Octavianus'un siyasetine büyük katkıları olmuş ve Roma topraklarındaki huzur saadet ve mutluluktan sıkça bahsetmeyi ihmal etmemiştir.
Şairilerin bu dönemdeki temalarda iktidar kuvvetlerinin birer markajı haline gelmiş ve yoksul yurttaşların iç savaşlardaki acınacak hallerini gerek pastoral gerek romantik bir şekilde işlemişlerdir.
Toplum içindeki intihar vakaları, cinayetler ve kölelerin mevcut durumları vazgeçilmez tamalardan birkaçıydı. Ağır bir travma yaşayan toplumun iktidar tarafından ne kadar önemsendikleri de ayrı bir tartışma konusudur.
Çeşitli vakalar vücuda geliyor ve kadınlar kocalarını korumak adında çöp kutularında saklıyorlardı. Çeşitli rivayetlere de göz kırpan ve abartı yönleriyle kahramanlık çabaları takdire şayan idi.
Özgür Roma yurttaşlarına köle gibi davranıp acımadan günlerce işkence eden bir yönetimden bahsediyoruz, keza bu vakalar çeşitli yazıtlarda da karşımıza çıkmaktadır.
Peki, bu dönemde askeri grubun iç savaştaki durumu ve nasiplendiği şeyler nelerdi?
Askerlerin kendi içlerinde meydana gelen çatışmaların bariz örnekleri ise Octavianus ve diğer üçlü yönetim taraftarlarının yaptıkları muharebelerden anlamak mümkündür.
Octavianus, Perguia kentini kuşatma altına aldığı vakitlerde Antonius ve Fulvia ordularının birbirlerine attıkları öldürücü gülleler son derece etkili ancak o dönemler için modern bir görünüme sahip değildir.
Çoğu merminin üzerine basılan mesajlar ise şöyleydi: Yakaladım seni! İşin bitti! Burada can vereceksin!...
Bunun gibi çeşitli mesajlar vardır ki hem onur kırıcı hem de askerleri cinsel açıdan tahrik edici durumlar söz konusudur.
Saçı dökülmüş ve kel olanlar için alaycı mesajlar verilirken aynı zamanda cinsel içerikli mesajlar da askerlerin savaş psikolojisi açısından son derece yıpratıcı özelliğe sahiptir.
Askerlerin açlık ve sefalete daha fazla dayanamacakları en başından belliydi; Fulvia ve Antonius MÖ.40'ta yenilgiyi kabullendiler.
Çok geçmeden Fulvia'nın Yunanistan'a döner dönmez öldüğü haberi alınmıştı.
Üçlü yönetim bir huzur tesis etmek maksadıyla Antonius, Octavianus'un kız kardeşi Octavia'yla evlendi; ancak bu kesin bir çözüm olarak gündeme bile giremedi.
Bu noktada karşımıza çıkan bir faktör vardır ki Caesar'ın oynaştığı Kleopatra'nın Antonius'un ikizlerini yeni doğurmuş olduğu gerçeğidir.
Antonius'un güven vermediği açıkça ortadayken Octavius'un böyle bir girişimde bulunması son derece yersizdi.
MÖ.31'de üçlü yönetimin ikiye düşmesiyle Roma idaresinin kime kalacağı sorusu zihinleri meşgul etmeye başlamıştı bile.
Caesar'ın ölümünden sonra Mısır'da yaşamını idame ettiren Kleopatra iktidarda kalabilmek adına destek arayışına girmiş Cicero ve damadıyla temaslarda bulunmuştu.
Cicero'nun öldürülmesi üzerine iyiden iyiye bağlantısı kopmuş ve çaresizce Antonius'u yanına çekmeyi başarmıştır.
Güzel ve alımlı bir kadının aynı zamanda bir iktidar sahibi olması elbette Antonius'u heyecanlandırmıştı.
Çoğu antik yazar bu durumu aşk hikayesi ile bezeyip yer yer erotizme başvursa da ortada bir çıkar meselesinin olduğu gerçeği de unutulmamalıdır…
Bu dönemde Akdeniz havzası iki idarenin arasında bölündüğü MÖ.40'a rastlarken Lepidus'a gereğinden fazla bir yer bırakışmış ve bu durumun getirileri ileri dönemde karşımıza çıkmaya başlayacaktır.
Octavianus'un ağırlıklı olarak Batı'da boy gösterirken Pompey'in oğulunun da yönetime dahil etme düşüncesi ortaya çıkmıştı. Öyle ki Adriyatik'e kadar yaptığı seferlerle anılmaya başlanmıştı bile.
Antonius ise Kleopatra kaynaklı seferlere çıkıyor özellikle Ermenistan bölgelerinde başarı sağlayamıyordu.
Küçük çaptaki başarılar Kleopatranın saraylarında büyük başarılar olarak görülüp Roma üzerinde kurulmuş tahkim gibi lanse ediliyordu.
Antik yazarlar bu durumu yeteri kadar abartırken çoğu yazar ise bu kutlamaların asıl muhataplarının Mısırlılar olduğunu söylüyorlardı.
Octavia ile Antonius kısa süre sonra boşanmış ve ona ait vasiyeti senatoda hiç de sıkılmadan okumuştu. Bu kısımlar Cesariaon'un Jul Caesar'ın olduğu yönündeydi.
Bir diğer özelliği ise Antonius'un Kleopatra'ya duyduğu aşkın bir aşk mektubu niteliğindeydi.
Son raddeye ulaşan çekişmeler sonunda MÖ. 31'de iki yönetimi savaşa soktu ve Antonius'un Kleopatra destekli orduları ile Octavianus Aktium savaşında karşı karşıya geldiler.
Çaresizce ve şüphesiz savaştan galibiyetle ayrılan Octavianus olmuştu. Bu savaş cumhuriyet idaresinin sonunu ihtiva ederken yeni kurulacak düzenin de ön bir provası gibiydi.
Mücadele bakımından dönüm noktası niteliği taşımasa da İmparatorluk sürecine giriş için son derece mühim bir hadiseydi.
Yeni bir düzenin inşası
Octavianus ile Antonius arasındaki mücadele şüphesiz dönemin en sıra dışı özelliğini de yansıtmaktaydı.
Öyle ki Kleopatra'nın bir yılan ısırığıyla intihar girişimi bunun öncesinde ikisinin de yaşam tarzı ve bununla birlikte gelişen çoğu dönem yazarlarına göre ahlaksızca bir ömür son derece mühimdi.
Yemek kültüründen yaşam koşullarına kadar ele alınan ve Kleopatra'nın mutfağında çalışmış bir adamın öğretilerine göre Plutarkos'un yüz yıl sonra kaleme aldığı eserde de bu durum detaylıca anlatılmıştır.
Augustus hak keza doğunun zihniyet yapısına karşın Batı'nın mevcut yapısını tartışma konusu dahi yapmamış ve çöküş hareketine adım atan Roma'nın içinde bulunduğu durumdan faydalanarak iktidarını kurmaya başlamıştır.
İşte bu noktada karşımıza çıkan şüphesiz değişmez tek gerçek doğu ve batı arasındaki zihniyet farkıdır.
Şüphesiz Aktium Zaferi (MÖ. 31) Augustus iktidarının resmen kurulduğunu işaret etmekteydi ve yapılan zafer kutlamaları Roma'ya yakışır bir şekilde yapılmıştı.
Tıpkı daha önceki hükümdarlar gibi bu dönemde de yeni bir Zafer Anıtı dikilip ve Nicopolis şehri imar edilmeye başlandı.
Dikilen bu anıtların detayları incelendiğinde güçlü bir ordu tasviri ve disiplin içerisinde mücadele eden askerin olduğunu görmek mümkün olsa da Augustus mevcut durum içerisindeki vaziyeti bunun aksini söylemektedir.
Kendi içindeki bölünmenin bir nedeni olan bu savaşlar her nedense kabartmalara ve anıtlara sanki yabancılara karşı verilmiş bir mücadeleymiş gibi yansıtılmaktaydı.
Roma toplumunun bu savaşlar neticesinde elde edeceği tek şey fakirliğin gerçek yüzünden başka bir şey olamazdı; çünkü hangi tarafın kazandığının pek bir önemi yoktu.
Verilen mücadeleler
Üçlü yönetimin idaresi altında verilen her türlü mücadele şüphesiz Roma idaresinin ne yönde ve hangi rejimle yöneteciliğinin merak konusuydu.
Roma toplumu içinde yaşanan kıyım, sefalet ve açılığın faturası hangi yönetime çıkarılırsa çıkarılsın mutlak surette Roma bu yükü kaldıramayabilirdi.
Caesar sonrası eskiye özlem duymak yerine otoriter rejimlerin baş göstermesi muhtemeldi; keza halk iyiden iyiye çatışmanın ortasına itilmekteydi. Halkı Caesar'dan kurtaran Brutus bile kendi adına sikkeler bastırmıştı.
İki antik dünyayı kapsayan bir idare kurmayı amaç edinen Augustus'un iktidarını elde tutma adına çeşitli revizyona ve yaptırımlara başvuracağı şüphesiz gerçekleşmesi kesin birkaç şeyden biriydi.
Unvan olarak seçtiği Augustus'u Mısır'dan henüz dönüşte ilan etmişti ve otorite olarak kabul edilmesini söylemişti.
Bu otoritenin altını doldurmak gerekirse ham siyasi hem de dini yönden hayata geçirilecek tüm yaptırımları da kapsamaktadaydı.
Ata geleneklerini ne reddediyor ne de kabul ediyordu... Kurucu atalarını dahi reddettiği anlar oluyordu ki çeşitli dini ritüellerde de karşımıza çıkabiliyordu.
Çeşitli görüşler ortaya konsa da Augustus unvanı bir anlam ifade etmiyordu; ancak bir anlam olarak ele alınacaksa eğer birçok hükümdarlık alametleri ile karşılaşmamız da mümkündür.
Augustus'un tam manasıyla kişilik profili çizebilmek o dönem için bile mümkün olmamış ve çoğu zaman kurduğu hükümetin sahip oldukları güç ve kuvvetinin sınırları dahi çizilemiyordu.
Yeri geliyor merhametiyle Mısır'a uzanırken acımasızlığa çok kişinin canını alabiliyordu. Ama tartışmasız Roma'nın en büyük inkılapçısıydı.
Bu süreçte karşımıza çıkan diğer bir durum ise demokrasi kavramının Roma siyasetinden uzaklaştırılması hadisesidir.
Seçimlerdeki etkin nüfuzu sayesinde binaları kapattırdı ve halkı tamamen siyasetten uzaklaştırmış oldu.
Gladyatör dövüşlerinin bu seçim binalarında yapıldığını ve yeni rejimin ortaya koyduğu sistem başlı başına yeni bir hal almaya başlıyordu.
Bir baskı döneminin içine giriliyor ve vatandaşlarının yaşam tarzlarına doğrudan müdahale söz konusu oluyordu.
Nüfus artışı için yaptırımlar uygulayan Augustus yönetimi üst zümre aydınalarına çocuk sayılarını arttırmaya yönelik baskısı da o dönem için oldukça dikkate değerdir.
Kıyafet düzenlemelerine de gidilmiş ve sadece toga adı verilen kıyafetler forumlarda giyilebilecekti. Bunun harici hiçbir kıyafet kabul edilmeyecek ve giyenlere ağır yaptırımalar uygulanmaktaydı.
Edebiyat dünyası her nasıl bu dönemde üst zirveye ulaşmış olarak görülse de Augustus'un maaşlı şairleri bu algıyı ortaya koymaktaydı.
Merkezi hükümete yakınlığıyla bilinen Vergilius Aeneas'ta sık sık övgüler yaptığı da bilinmektedir. Kıyım ve yıkım arasındaki bu gelgitler Roma dünyasının edebiyat anlayışını ortaya koymaktaydı.
Babasından kalma hiçbir uygulamaya kaldırmak istemeyen buna paralel olarak ısrarla devam ettiren Augustus, bu yönüyle sadece düzenlemele yaptığını söylemek mümkündür.
Senatonun ayrıcaklıklı yapısı bu dönem itibariyle iyiden iyiye arttırılmış devlet görevleri ve preatorlukların sayıları da aynı oranda attırılmıştır.
Augustus eskiye yönelik geleneklerini yani Cumhuriyetçi bir yapısıyla sık sık gündeme gelmiş, bu durumun onun Tanrı'nın oğlu gerçeğiyle yüzleştirmişti.
Diğer hükümdarların aksine son derece mütevazı bir evde oturuyor ve Roma'nın birincil yurttaşı olduğu sık sık vurgulanıyordu.
Roma'nın çeşitli yerlerine heykelleri yapılmış ve çeşitli portreler çizdirilmiştir. Öyle ki kendinin yüzünün yer aldığı sikkeler birçok hükümdarı da geride bırakmıştı.
Bu eserler birer sanat özelliği taşırken, aynı zamanda da güç ve kuvveti de yansıtmaktadır.
Roma dünyasında mevcut kimliği uzak memleketlere kadar uzanmış; İspanya, Türkiye ve Sudan gibi yerlerde farklı form ve biçimlerde Augustus tasvirlerine rastlamak mümkün olmuştur.
Yapılan her türlü tasvir mutlak surette Augustus'un keskin bir biçimde yüz hatlarını ortaya koymaktaydı. Bir bakıma BC. 5'nci yüzyıl Yunan sanatının yansıması olarak görülme ihtimali yüksektir.
Toplumsal gerilmeler elbette bu süreçte sık sık karşımıza çıkmakta ve Augustus iktidarının ne denli delilik boyutuna ulabileceği hesap dahi edilemiyordu.
Öyle ki ağır yaptırımlarla karşı karşıya kalmak an meselesi olmakla birlikte refah düzeylerinde iyileştirme çabaları da bir yandan devam etmekteydi.
Kimi antik yazarına göre Augustun'un bu yapısı dönemin karmaşık bir siyasetinde hayatta kalma mücadelesinden ileri geldiğini söylemektedir.
Augustus döneminde konan Askeri sınıfın evlilik yasakları iki yüz boyunca gündemi sık sık meşgul etmiş ve toplumsal dengenin bir türlü sağlanamadığı gözler önüne serilmiştir.
Augustus dönemi hakkında yazılmış yüzlerce ciltlik eserler olmasına karşın bu dönemi tam manasıyla anlayıp ortaya koymak ne yazık pek mümkün olmamaktadır.
Ancak bir eser vardır ki kendi kalemiye öyküsünü kaleme aldığı Res Gestae'dir (Yapılan İşler). Bu eser kendi döneminde vücuda getirmiş olduğu her türlü devrimi kendine övgü dolu sözlerle anlatmaktan çekinmemiştir.
Augustus döneminde uygulanmaya konan evlilik yasaklarının ordu üzerindeki tahribatı ve buna karşın askeri sınıfın savaşlarda elde edemediği zaferlerin temel nedenlerinden biriydi.
Bir Roma erkeğinin en az 18 yaşında askere alınıp belki de hayatının sonuna kadar asker olarak kaldığını söyleyebilmekteyiz.
Bu süre zarfı içerisinde cinsel arzularını ne denli bastırdıkları da şüphesiz savaş meydanlarına yansımıştır.
Ordu içindeki eşcinsel ilişkiler ve savaş meydanlarında güvende olmayan fahişelerin, askerleri tatmin ettiklerini de yapılan arkeolojik malzemelerden anlamak mümkündür.
Romalı bir asker, görevi süresince kati surette evlenemezdi. Ancak bu yasağa uymayıp gayrimeşru çocuk sahibi olan askerlerin sayısı da oldukça fazlaydı.
Augustus döneminde meydana getirilen her türlü düzenleme aslında bir bakıma onun yüceltilmesi ve aldığı radikal kararların saray şairlerince süslenip anlatılmasıyla da güvenilir bir hale gelmiştir.
Edebiyat dünyasında en üst zirveye ulaşan Roma yüksek zümresinin de bu işe katkı sağladıkları da şüphesiz tartışmasız bir gerçektir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish