Türkiye Cumhuriyeti’nin 26. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, “Türkiye Cumhuriyeti’nde Güç Odaklarının Mücadelesi” serisinin üçüncüsünde Türkiye ve dünya için çok önemli bir dönem olan 1961-1980 dönemini anlattı.
İlker Başbuğ, son kitabı ve kitabın anlattığı 27 Mayıs darbesi ile 12 Eylül darbesi arasındaki dönemde yaşananlara ve tespitlerine ilişkin Cumhuriyet gazetesinden İpek Özbey’in sorularını yanıtladı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
“Menderes erken seçim tarihini açıklasaydı 27 Mayıs önlenebilirdi”
23 Mayıs 1960 günü DP Genel İdare Kurulu toplantısında Sıtkı Yırcalı’nın, “Derhal seçimleri yapacağımızı açıklayayım” deyince, Adnan Menderes’in “derhal” diye yanıt verdiğini belirten Başbuğ, “Eğer Menderes, 25 Mayıs 1960 günü Eskişehir’de erken seçim tarihini açıklasaydı, 27 Mayıs askeri darbesi büyük bir olasılıkla önlenebilirdi. Çünkü erken seçim kararı almış bir hükümete karşı bir askeri darbenin gerçekleştirilmesi, açıkça milletin siyasi iradesine de vurulacak bir darbe olurdu” dedi.
“Talat Aydemir’in darbe girişimi 15 Temmuz ile kıyaslanamaz”
Talat Aydemir’in başarısız darbe girişimleri ile 15 Temmuz darbe girişimlerinin kıyaslandığı ve kendisinin bu kıyaslamaya katılıp katılmadığı sorulan İlker Başbuğ, “Hayır, katılmıyorum. Elbette ikisi de darbe girişimi. Fakat aralarında dağlar kadar fark var. Her şeyi bir tarafa bırakın, 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963’te darbe girişimlerinde, Talat Aydemir ve arkadaşları Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içinde olabilecek çatışmaları önlemek için darbe girişimlerine son verdiler. Hatta 21 Mayıs’ta Aydemir, ölüme gideceğini bile bile bu kararı aldı. 15 Temmuz darbe girişiminde ise FETÖ’cüler bırakın TSK içindeki çatışmayı, Türk milleti üzerine ateş açmaktan bile çekinmediler. Bu iki darbe girişiminin kıyaslanmasının doğru olmadığını düşünüyorum” şeklinde yanıt verdi.
Öcalan cezaevine girmeseydi PKK kurulabilir miydi?
Başbuğ, “12 Mart sonrası Abdullah Öcalan cezaevine girmeseydi, PKK yine de kurulabilir miydi?” sorusuna ise şöyle yanıt verdi:
“Bu soruya kesin cevap verilmesi zor. Ancak, Öcalan’ın Mamak Askeri Cezaevi’nde geçirdiği yaklaşık altı ayın onun düşünceleri üzerinde büyük etki yarattığı da ortada. Kendi anlatımıyla Öcalan o süreci şöyle tanımlıyor: “…Okuldan kopmuştuk. Ütopyadan kopmuştuk. Benim profesyonel devrimciliğe girişimdir. Mamak’ta ilk defa tutuklu olan devrimcilerle kaldım. Bu tutukluluk döneminden çıkarsak, neyi nasıl organize edeceğiz diyorduk”
“Ilımlı İslam projesi önemini kaybetti
“Laiklik tehdit altında mı?” sorusuna “Siyasal İslamın ana hedefi; dini değerlerle siyasal alanın yönünü değiştirmektir. Elbette bu düşünce laik düşünceye aykırıdır” diye yanıt veren İlker Başbuğ , Siyasal İslamın yükselişiyle ABD’nin dünya siyaseti arasındaki ilişkiyi şöyle anlatıyor:
“ABD, 2000’li yılların başında, şeriat sistemi ile yönetilen ülkeleri İslam ülkelerini “Radikal İslam” modelini uygulayan ülkeler olarak görüyordu. Bu ülkelerde İslami hukuk kuralları yanında, demokratik bazı kurumları, yasal uygulamaları da gerçekleştirerek “Ilımlı İslam” modelini yaratmayı düşündüler. Ancak 2010’lu yıllarda bunun uygulanabilme olanaklarının olmadığını gördüler. “Ilımlı İslam” projesi biraz önemini kaybetti”
“Ne gördüm ne de şahit oldum”
İlker Başbuğ, “Siz Genelkurmay Başkanlığı yaptınız. Kontrgerilla var mıydı?” sorusuna “3 Aralık 1990 günü Genelkurmay Başkanlığı’nda yapılan meşhur Özel Harp Dairesi’ne ilişkin basın toplantısında, Özel Harp Dairesi’nin bünyesinde “kontrgerilla” diye bir kuruluş veya böyle bir görevin bulunmadığı net olarak açıklanmıştır. Ben de öyle bir yapılanmayı ne gördüm ne de şahit oldum” diye yanıt verdi.
Başbuğ, Bülent Ecevit’in kontrgerilla konusunu neden gündeme getirdiğini ise, “Ecevit’in de dediği gibi, “gayri nizami harp eğitimi” almış, halen devlet kurumlarında görev yapan veya devlet kuruluşlarından ayrılmış bazı kişiler, herhangi bir şekilde yasadışı eylemlere karışmış ve kullanılmış olabilirler. Bu ihtimal toptan reddedilemez” sözleriyle açıkladı.
“24 Ocak kararları ile 12 Eylül Darbesi arasında bir ilişki olduğu açıktır”
26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, 24 Ocak kararları ve sonrasında gelen 12 Eylül askeri darbesi için, “24 Ocak kararları ile 12 Eylül Darbesi arasında bir ilişki olduğu açıktır. Beyaz Saray’da Türkiye Masası Sorumlusu olan, Paul Henze’nin askeri darbeyi öğrendiğinde, “Bu müdahale bizim için iyidir. Herhangi bir şey yapılmasına gerek yok” şeklindeki ifadesi de ABD’nin 12 Eylül Darbesi’nin arkasında olduğunu göstermektedir” dedi.
Turgut Özal’ın 6. Demirel hükümetinde Turgut Özal Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirilmesi için “bu Türkiye’nin “muhafazakâr devrim” sürecine girişinin başlangıcıdır” diyen Başbuğ, “11 Eylül günü devam eden anarşi, 12 Eylül sabahı nasıl bıçak gibi kesildi?” sorusuna ise şöyle yanıt verdi:
“Zor ve çok tartışılan bir konu. Çok şey söylenebilir. Bu konuda kitapta bütün boyutlarıyla inceleniyor. Şimdilik burada sadece şunu söyleyeyim: Anarşi ve terör olaylarını planlayan ve icra eden örgütlerin, 12 Eylül günü yakalanmamak için, eylemlerine son vererek yeraltına girmeye çalıştıkları söylenebilir. Aksini söylemek pek rasyonel gözükmüyor. Ama yine de tartışmaya açık bir konu”
Cumhuriyet, Independent Türkçe