Hideo Kojima'nın efsanevi video oyunu Metal Gear Solid 4: Guns of the Patriots'ta Big Boss'un ölmek üzereyken sarf ettiği son sözler bugün her zamankinden daha anlamlı:
Mevzu dünyayı değiştirmek değil, dünyayı olduğu gibi bırakmak için elimizden gelenin en iyisini yapmak.
Sözler anlamlı ama yeni eklenen bir değişiklik var: Kuraklık, orman yangınları ve günlük yaşantılarımızı yok eden virüsle, yeni zenginliklerin sonucunda doğan yoksullukla dünyayı olduğu gibi bırakma konusunda en azından bir şansımız olmasını istiyorsak, dünyayı radikal bir şekilde değiştirmek zorundayız.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Hiçbir şey yapmazsak dünyamız yakında sakinlerinin tanıyamayacağı hale gelecek. Ve yaptıklarımız yok hükmünde, küresel ısınmaya karşı önlemlere dair tüm sözlü anlaşmalar da bu işe yaramazlığı maskeliyor: BM'nin doğanın mevcut durumu hakkında yayımladığı kahredici yeni rapora göre "Dünya son 10 yılda vahşi hayatın ve yaşamın sürekliliğini sağlayan ekosistemlerin yok edilmesini engellemek için tek bir hedefine dahi ulaşamadı". Mike Davis'in analiz ettiği net bir örnekten bahsetmek gerekirse, ABD'nin batısında bitki örtüsünü tahrip eden yangınlar var:
1940'ların sonlarında Berlin'in harabeleri doğa bilimcilerin üç yıl süren aralıksız yangın bombardımanının ardından bitki süksesyonu hakkında çalışmalar yürüttüğü bir laboratuvar haline gelmişti. Beklentileri bölgenin orijinal bitki örtüsünün, yani meşe ormanları ve çalılarının yakında yeniden kendilerini göstereceği yönündeydi. Onları dehşete düşüren şey durumun böyle olmaması oldu. Bunun yerine çoğu Almanya'ya yabancı olan kaçak egzotik bitkiler yeni baskın tür olarak yerleşti. Ölü bölgede bu bitki örtüsünün sürekliliği ve Pomeranya’daki ormanlık alanlarda bitkilerin yeniden serpilmekte başarısız olması "Doğa II" hakkında bir tartışmaya ön ayak oldu. Argüman, yangın çıkaran maddelerin yarattığı aşırı ısı ve tuğla yapıların toz haline gelmesi nedeniyle Pleistosen buz tabakalarındaki morenlerde gelişen “cennet ağacı” (Ailanthus) gibi bitkilerin kolonizasyonunu teşvik eden yeni bir toprak türünün oluştuğu yönündeydi. Topyekun bir nükleer savaşın bu koşulları geniş çapta yeniden üretebileceği konusunda uyarılarda bulundular. 2009'un başlarında Victoria'da yaşanan Kara Cumartesi yangınlarının ardından Avustralyalı bilim insanları, açığa çıkan enerjinin Hiroşima büyüklüğünde bin 500 bombanın patlamasına eşit olduğunu hesapladı. Pasifik ülkelerindeki mevcut yangın fırtınaları birkaç kat daha büyük ve bunların yıkım gücünü yüzlerce hidrojen bombasının sahip olduğu megatonlarla ifade edebiliriz. Bir zamanlar kutsal olduğunu düşündüğümüz toprakların üzerinde yeni ve son derece kötücül bir doğa, yangın enkazımızdan büyük bir hızla doğuyor. Hayal gücümüz felaketin hızını ve ölçeğini kavramakta zorlanacaktır.
Biz (“insanlık”, yani üretim ve ticaret yapma biçimlerimiz) sadece “doğayı yok etmiyoruz”, içinde bize ayrılmış bir yerin olmayacağı yeni bir doğanın yükselişini de harekete geçiriyoruz. Ve süregelen pandemi de “yeni ve son derece kötücül bir doğa”nın emsali değil mi? O zaman Dünya'da doğanın, doğal yaşam formlarının hayatta kalıp kalmaması konusunda çok fazla endişelenmemeliyiz. Doğa varlığını sürdürecek, sadece BİZİM tanıdığımızın ötesinde değişecek. Öyleyse şu Leninist soruyu soralım: Ne yapmalı? Bir vampirin sarımsaktan kaçtığı gibi kaçmamız gereken 4 yanlış çıkış var.
İlk olarak, tıpkı epidemiyle mücadelemizde ekolojik krizi bir miktar savsaklama hakkımız olduğunu iddia edenler ya da kanun ve nizamın pandemiyi kontrol altına almaktan daha önemli olduğunu söyleyenler gibi, birden fazla krizle uğraştığımız gerçeğini bu krizleri teker teker ele alıp diğerlerinin pahasına her birine ayrı müdahalelerde bulunmak için bir gerekçe olarak kullanmamalıyız. Siyahların Hayatı Önemlidir protestoları sadece polis şiddetine değil adaletsizliğe de bir tepkidir; süregelen pandemi doğal çevremizle olan çarpık ilişkimize dayanmaktadır, vb. Dolayısıyla Trump'ın sağlık yetkililerinden biri "biyoloji siyasetten bağımsızdır" dediğinde (pandemide hayatını kaybeden 200 bin kişinin ölümünden ABD yönetiminin sorumlu olmadığını göstermek için) kesinlikle yanılıyordu.
İkincisi, karanlık bir zamanda yaşadığımız ve çok boyutlu bir küresel krizle karşı karşıya olduğumuz için bir tür ahlaki ilerleme gerektiği sonucuna varmamalıyız. Güç sahipleri krizden çıkış yolu olarak yeni bir etik çağrısında bulunmaktan her zaman hoşlanmıştır, krizleri bir ahlak krizi olarak görmeyi severler. 2008'deki finansal çöküş patlak verdiğinde Papa'dan kamuoyunun diğer aktörlerine kadar herkes bize aşırı açgözlülükle ve tüketim kültürüyle mücadele etmemiz yönünde ihtarlar yağdırmıştı. Bu ucuz ahlakçılık mide bulandırıcı bir gösteri ve ideolojik bir operasyondu, tabii böyle bir ahlaksızlık olduysa: Sistemin kendisinde var olan bu genişleme dürtüsü bireysel bir günaha çevriliyor ve kişilere ait bir psikolojik arzuya dönüştürülüyor. Ya da Papa’ya yakın teologlardan birinin söylediği gibi:
Mevcut kriz kapitalizmin değil ahlakın krizidir.
Bugün yine benzer sesler duyuluyor: Belirli ekonomik ve politik müdahaleler yeterli değil, sadece yeni bir küresel ahlak bize çıkış yolunu gösterebilir...
Üçüncü yanlış çıkış, medyamızda sıklıkla duyulan sahte bilgeliktir: Kolay bir çıkış yolu yoktur, viral enfeksiyonlar ve küresel ısınma hayatın gerçekleridir ve bizim basitçe onlarla yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Bu da nihayetinde bu "yeni ve son derece kötücül doğaya" alışmamız gerektiği anlamına geliyor. Bu düşünce yanlıştır; çünkü enfeksiyonlar, küresel ısınma vb. yaşamın basit gerçekleri değildir, doğayla ve birbirimizle kurduğumuz etkileşimlerden doğarlar, mart ve nisandaki tecrit önlemleri sırasında hava kirliliğimizin nasıl değiştiğini hatırlayın.
Ve dördüncü yanlış çıkış. Bugün ihtiyaç duyduğumuz şey, içinde bulunduğumuz krizin tüm boyutlarının net bir şekilde algılanması ve bu algı sonucunda varılan iyi koordine edilmiş birden fazla radikal sosyal değişimdir. Harekete geçmek düşünmekten sonra geliyor; eylem düşünceyi takip etmeli. Fakat düşmanlarımız da kendi yöntemleriyle de olsa düşünüyor. Farklı krizler arasında kurdukları bağlantıların en iyi örneği, tehlikeli metaforlara dayanan kestirme düşünceler. Mesela Polonyalı muhafazakarlar "Kovid'den arındırılmış bölgeler"e paralel olarak ülkenin üçte birinde halihazırda ilan edilmiş bulunan "LGBT'den arınmış bölgeler" (veya "LGBT ideolojisinden arındırılmış bölgeler") hakkında konuşuyor. Benzer şekilde pandemi çok kültürlülükle ilişkilendiriliyor, bu nedenle güçlü bir ulusal kimlik bir savunma biçimi olarak görülüyor.
Peki, eyleme geçmenin doğru yolu ne? Büyük bir küresel hareket beklememeliyiz, belirli mücadelelerle tam anlamıyla meşgul olmalı ve bunları diğer mücadelelerle koordine etmeliyiz: Küresel ısınma ve kirlilikle mücadele etmek için Assange'lara, pandemiyle savaşmak için bir çeşit küresel sağlık hizmetine, ırkçılıkla ve cinsiyetçilikle savaşmak için ekonomik değişimlere ihtiyacımız var. Peki bu mücadelenin biçimi ne olacak?
Alain Badiou, Logique des mondes (Dünyaların Mantıkları) adlı eserinde eski Çinli “legistler”den Jakobenlere, Lenin ve Mao'ya kadar devrimci adalet siyaseti fikrini incelemişti. Fikir 4 unsurdan oluşuyor: İstenççilik (kişinin “dağları yerinden oynatabileceği" inancı, "nesnel" yasaları ve engelleri görmezden gelmek), terör (düşmanı ezmek için acımasız bir irade), eşitlikçi adalet (bizi yavaş yavaş ilerlemeye zorladığı iddia edilen "karmaşık koşullar" hakkında hiçbir şey söylemeksizin acımasızca ve derhal dayatıldığı haliyle) ve son ama bir o kadar da önemli olarak, halka güvenmek.
Süregelen pandemi, bizim için bu 4 özelliğin yeni bir versiyonunu icat etme zorunluluğu getirmiyor mu? İstenççilik: Muhafazakar güçlerin iktidarda olduğu ülkelerde bile devletin doğrudan sanayiye müdahale etmesi, açlığı önlemek için milyarlarca dolar dağıtması veya sağlık önlemleri için pazarın “nesnel” yasalarını açıkça ihlal eden kararlar alınıyor. Terör: Liberaller korkularında haklı; devletler yalnızca yeni sosyal kontrol ve düzenleme biçimleri uygulamak zorunda kalmıyor, insanlardan enfeksiyonlarını gizleyen aile üyelerini ve komşularını tıbbi yetkililere ihbar etmesi de isteniyor. Eşitlikçi adalet: Nihai aşının herkes tarafından erişilebilir olması ve dünya nüfusunun hiçbir kısmının virüse feda edilmemesi gerektiği (sosyal gerçeklikte ihlal ediliyor ve edilecek olmasına rağmen) yaygın olarak kabul edilmekte; tedavi ya küreseldir ya da yetersiz. Halka güvenmek: Hepimiz pandemiye karşı alınan önlemlerin çoğunun ancak insanların tavsiyelere uyması halinde işe yarayacağını biliyoruz, hiçbir devlet kontrolü bu işi tek başına bitiremez.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Noyan Öztürk