Amerikan seçimlerinin sonuçları ile ilgili olarak bu makalem dışında yazmadım. İzlemekle yetindim. Yazmayışımın bir nedeni Sayın Hüsamettin Cindoruk ile yaptığım röportajın ve benzeri çalışmaların yoğunluğu idi.
Seçim sonuçlarını birbirini takip eden iki üç makaleyi geçmeyecek şekilde ele almayı deneyeceğim.
Genel çizgileri içinde Amerika'nın konumuz çerçevesinde politikaları, Ortadoğu, Türkiye, Avrupa Birliği bağlamında değerlendirmeler olacak.
İhtiyaç hasıl olursa ki olacağını sanıyorum, verili siyasi partileri kısaca değerlendirmeyi de tasarlıyorum…
Sonra… Röportaj dizisi kaldığı yerden devam edecek.
"Uzun Savaş" sonrası Amerika…
Independent Türkçe'de 21 Ekim 2019'da yayımlanan makalemin bir bölümünde özetle şunları yazmıştım:
Amerika, 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler hadisesi gerekçesiyle dünya çapında 'anti-terör' kampanyası açmış, dünyaya yeni bir nizam verme serüveni başlatmıştı, 'ancak' aradan 20 yıl geçmiş, Amerikan derin stratejistlerinin 'uzun savaş' dediği savaş süreci kimilerine göre bitmiş, kimilerine göre de belli bir doyum noktasına gelmişti. …
Bu süreçte 'Dünyada çok şey değişmişti. Çin, Amerikan ekonomisini ciddi olarak tehdit eden büyük bir küresel güç adayı olarak ortaya çıkmış; Rusya'nın, henüz bu noktadan uzak olmakla birlikte, bu yönlü potansiyele de sahip olduğu anlaşılmıştı.
…
'Bütün bu gelişmeler yeni zamanlarda ABD'nin stratejik çıkarlarına dünya ölçeğinde yeni boyutlar kazandırıyordu.'
'Bunun temel boyutu, Çin'in, Rusya'nın ve İran'ın sırayla ve kademeli bir programla çevrelenmeleri, dengelenmeleri ve zayıflatılmaları hedefi oluyordu.'
'ABD, Çin'e karşı Pasifik'te Avrupa'da ya da Rusya'nın batısında ittifak ilişkilerini yeniliyor, yeni ittifak ilişkileri hedefliyordu.'
Öte yandan 'bu politikanın bir boyutu da Türkiye ile ilgiliydi. Amerika 'Rusya'ya karşı Türkiye'yi kazanmak istiyordu. Türkiye üzerinden İran'ı dengelemek, Rojava'dan da geçerek Lübnan'a kadar uzanan Şii hattının önünü almak, bu hattı engellemek istiyordu. Bu konuda Türkiye'nin jeopolitiği stratejik bir öneme sahipti.'
Amerikan karar vericileri, 'bu çok yönlü ittifak ilişkilerine Türkiye'yi de dahil etmeyi bir zorunluluk olarak görüyordu.' …
Ve Trump…
Amerika'da kurumlaşma güçlüydü. Devlet başkanlarının değişimi temel politikaların değişimini getirmezdi; ancak üslup, tarz farkını, özgünlükleri ve kimi yaratıcılıkları getirirdi.
Trump'ın Amerikan Devlet Başkanı olarak rolü, Pasifik'te ve Kuzey Avrupa'da sözü geçen çevreleme politikasını uygulamaktı.
Politikaya hakimiyeti zayıf, kurumsallığı gözetmeyen, kişisel ve kestirme düşünen Trump, yeni zamanlarda Türkiye ile kurulmak istenen ilişkiyi başka ilişkilerle beraber yürütme yeteneği gösteremeyince, 'Cumhurbaşkanı Erdoğan da bunun çok farkında olunca, Rojava Özerk Yönetimi ve SDG ile kurulan ilişkinin eski şekli ile yürütülmesi Trump'a imkânsız görünecekti.' (a.g.m)
Trump'a göre, 'mesele IŞİD meselesi değildi, o aşılmış, PYD'nin de rolü tamamlanmıştı. … Mesele Çin, Rusya ve İran meselesi idi artık.' (a.g.m)
Aslında bu, Trump ile birlikte başlayan politikalar bütünlüğü değil; Oğul Bush'un son döneminde gündeme getirilen ama esasen Obama döneminde uygulama sahasına konan Amerikan stratejik politikalar bütünlüğü idi.
Amerika Rusya'yı kademeye koymuştu, asıl hedefi Çin'di. İran'ı ise Ortadoğu ama özellikle İsrail'in güvenliği açısından çizgiye çekmek istiyordu.
Trump, 'Amerika'nın Ortadoğu'dan çekileceğinden' dem vuruyordu ama Amerika Ortadoğu'yu öyle bırakıp gidemezdi.
Ortadoğu dünyanın bir tür merkeziydi ve Amerika'nın da Ortadoğu'da vazgeçilmezleri vardı.
İsrail'in güvenliği, petrol çıkarları ve petrol nakli açısından Körfez ülkelerinde istikrarın güvence altına alınması başlıca vazgeçilmezleri idi.
Obama'nın farkı…
Obama, Trump gibi ticaretten ve baskın ilişkilerden değil, sivil toplum siyasetinden geliyordu.
Elbette ki İsrail'in güvenliğini ihmal edemezdi.
Ancak o, Nükleer Silahsızlanma Antlaşması imzalaması üzerinden İran'ı sisteme alarak, İsrail'in güvenliğini sağlamayı tercih etmişti.
Bu tercih, İran pazarından kazanmak isteyen Avrupa kapitalist devletlerine de iyi gelmişti.
Bu tercihin sonucunda da muhtemelen, Amerika-Rusya, Amerika-Çin ilişkilerinden İran'ı uzak tutma, en azından onu dikkatli bir siyaset izleme tavrına ikna etme amaçlanıyor olmalıydı.
Obama Ortadoğu'yu Türkiye, İsrail, Körfez ülkeleri, Mısır koalisyonu üzerinden kontrol etme yoluna gitmişti.
Trump farklı yaklaştı
Trump'a İsrail ve Körfez ülkeleri koalisyonu yetti. Yani Amerika'nın çekirdek vazgeçilmezlerini esas aldı.
Türkiye ile ilişkisinde kurumsal temayülleri gözetmedi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'la pazarlıkçı, ayaküstücü ilişki kolayına geldi.
Türkiye'nin Kürt meselesi ile ilgilenmedi. Türkiye'nin "anti terör kampanyası” ardında Güney Kürdistan'a parçalı "müdahale/üslenme" girişimleri ile Irak açısından dahi ilgilenmedi.
Körfez ülkeleri, Mısır ve Doğu Akdeniz'de ortaya çıkan sorunlarda çözüm gücü olamadı ya da olmadı…
Bütün bunlar Türkiye'nin "tarihsel haklar" çerçevesinde Akdeniz'de ve Ortadoğu'da rahat davranmasının koşullarını yarattı.
Ortadoğu'da Rusya'nın da rahat hareket etmesinin koşullarını yarattı.
Şımarık ve cahil kişiliğini ve üslubunu konuşturdu.
Tamahkardı ve her kapitalist gibi ticari çıkarlarını gözetti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan için Trump daha kolaydı.
Biden dönemi, Erdoğan iktidarı ve Türkiye…
Biden, Çin ve Rusya'ya dönük olarak Obama dönemi politikalarını yeni koşullarda sürdürme eğilimi gösteriyor.
Obama dönemi İran politikalarına da bir ölçüde zamana yayarak dönecek gibi.
Biden Suriye'nin kuzeydoğusuna, Rojava ile ilgili olarak özerk ya da yarı özerk bir yapılanma politikası tasarlıyor gibi bir kanaatim var.
Ancak farklı olarak, Türkiye'yi ikna etme, Türkiye'nin Rusya ile denge arayışını bir biçimde sınırlama ve Suriye faktörünü çok daha gözetme zorunluluğu var.
Eğilim bu yönde göründüğünden,
Türkiye'nin El Bap ve İblid'de kalma hali miadını doldurdu (mu?)
Gecikmeli olsa da Afrin macerası da bitecek (mi?)
Ya da bu soruların cevabı olarak, her şey zaman meselesi (mi?)
Biden'ın S-400 ve NATO ilişkilerinde, Türkiye ile olan sorunları düzeltme eğilimi güçlü gibi.
Bu bağlamda Türkiye'nin önüne, Rusya-Amerika arasındaki denge oyununun sınırları konacak (mı?)
Türkiye'nin önüne, "tarihsel haklar" çerçevesinde Akdeniz'de ve Ortadoğu'da yol almasının sınırları da konacak ama bu konuda tek başına da hareket etmeyecek gibi görünüyor.
Biden'ın bir hava yarattığı aşikar
Biden, Amerikan solcusu Sanders'in, ittifak gereği, sınırlayarak getirdiği demokratik taleplerine "evet" dedi.
Türkiye'de 'demokrasinin olmadığını' türlü vesilelerle ifade etti.
Ancak Türkiye'den de vazgeçemez.
Bununla birlikte Erdoğan'la, Cumhur iktidarıyla sorunları var.
Belli ki Türkiye üzerinde baskıyı artıracak.
Erdoğan ve Cumhur iktidarının önüne ifade ettiğimiz gibi S-400 ve NATO ilişkilerini, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu politikalarını koyacak.
Bu konuda elinin altında ciddi yaptırım araçları da var.
Ertelenen Halk Bank davası ve aileden kimi isimlerin de geçtiği yeni bir dava ile Senato'nun Trump onaylamadığı için bekleyen ekonomik ve askeri ambargo kararları bu yaptırım araçlarının başta gelenleri…
Türkiye'nin jeopolitik olarak stratejik önemi var ama bütün bunlar da Erdoğan ve Cumhur iktidarının önüne konacak.
Kendilerinden pozisyon belirlemeleri istenecek.
Türkiye'yi kaybetmeme kaygısı da var
Ancak Erdoğan ve Cumhurcu İktidarı çizgiye getirmek için baskı politikaları uygulamak başka bir şey, Türkiye ekonomisini parçalamak, ülkeyi kaybetmek başka bir şey…
Erdoğan ve Cumhurcu iktidar üzerinde baskı uygularken, Türkiye'yi kaybetmeme kaygısı da olacaktır.
Bunun farkında olan Erdoğan ve Cumhurcu iktidar süregeldiği gibi önemli bir hareket sahasına sahip olduğu düşüncesi ile sınırları zorlayacaktır.
Öte yandan bu 'kaygının' Amerikan çıkarları ve görüş açısı önünde sınırlarının ne kadar olduğunu ya da gelinen noktada olup olmadığını hep beraber izleyeceğiz....
(Devam edeceğiz)
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish