ABD'nin dış politikası başkandan başkana değişir!

Benan Kepsutlu Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Başlığı gördüğünüzde "olur mu öyle şey", "ABD'nin değişmeyen bir devlet politikası var", "ABD'de başkanın kim olduğu önemli değil, orta ve uzun vadeli politikalar bellidir" dediğinizi duyar gibiyim.

"Başkan Cumhuriyetçi de olsa, Demokrat da olsa ABD'nin devlet politikası aynıdır" ifadesi ABD dış politikasına dair yapılan konuşmaların neredeyse üst başlığı niteliğinde ve adeta ezberi bozulamayan bir genel kanı oluşturuyor.

Ama öyle olsaydı, biz bugün Biden seçilirse Türkiye için neler değişir, Trump kalırsa Türkiye nasıl etkilenir diye tartışmazdık. Çünkü her iki başkanın da Türkiye'ye yaklaşımlarının, Türkiye'ye dair önceliklerinin farklı olduğu aşikar.

"ABD'nin dış politikası başkandan başkana değişmez" kanısının yaygın olması üzerine uzunca yıllar bu konuda çalışıp, yüksek lisans tezimi de ABD'nin dış politikasının başkandan başkana değişebileceği üzerine yazmıştım. Pek çok örnekle de destekleyerek kitaplaştırmıştım da bu konuyu. 

ABD'nin kendi ulusal çıkarları ve Amerikan halkının "güvenliği"ni koruma temeli üzerine kurduğu dış politikası, bu hedeflere ulaşma ya da bu hedefleri koruma doğrultusunda izledikleri yol ve yöntemlerin farklılığı nedeniyle, farklı sonuçlar doğurdu.

Cumhuriyetçilerin ya da Demokratların devlet politikası çerçevesinde temel hedefleri aynı olsa da, bu hedefler için farklı yollar izlemeleri, ABD'nin dış politikasında başkandan başkana değişen farklı sonuçlar ortaya çıkartıyor.

Yani burada değişmeyen değil, uygulamada ve sonuçta değişen bir politika söz konusu. 

Uygulamadaki bu farklılıkların doğurduğu sonuçlar kıyaslanırken, içinde bulunan koşullara göre, Soğuk Savaş sonrasındaki ABD seçimlerini ayrı, İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş bitimi seçim süreçlerini ayrı, Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı arasındaki seçimleri ayrı değerlendirmek gerekmektedir.

Joe Biden ve Donald Trump arasındaki kıyasıya rekabetin gölgesinde, Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasındaki farklılıklara ilave olarak, başkandan başkana değişen ABD dış politikasından bahsederken yakınımızdan Ortadoğu'ya dair uyguladıkları farklı politikalar ve neden oldukları farklı sonuçlardan örnekler vermek istedim.

Her şeyden önce ABD'nin Ortadoğu politikası deyince, bunu belirleyen temel faktörlerin "petrol ve İsrail'in güvenliği" olduğu görüşü hakim. Tüm başkanların, bu iki faktör hakkında aynı yaklaşımlara sahip olduğu ifade ediliyor.

Oysa son 15 yılı göz önüne aldığımızda bu iki başlığın son derece yetersiz olduğu çok açık. Petrol ve İsrail'in güvenliğinin yanı sıra, bu başlıklara siyasal İslam'a dair önyargı ve Şii korkusu, Amerikan karşıtlığıyla mücadele, Rusya ve Kürtlerle ilişkiler başlıkları da etkileyici faktörler olarak eklenmiştir. 

Konu İsrail'in çıkarları olduğunda, aslında Amerikan Başkanları demokrat ya da cumhuriyetçi demeden, Barack Obama'ya kadar hep tek ağızdan konuştular.

Oysa Obama'nın ilk döneminden itibaren İsrail Başbakanı Netanyahu ile yıldızları hiç barışmadı. Aylarca Natenyahu'ya randevu bile vermedi.

Sonuçta Amerika'nın çıkarları İsrail'in çıkarlarından üstün geldi ve uzlaşmacı bir yaklaşımla İran'la Nükleer Anlaşma'nın altına imza attı Obama. Aynı anlaşma Trump tarafından yırtılıp atıldı oysa ki. 

Obama'ya kadar, "kendinizi Filistinlilerin yerine koyun" ifadesi de daha önce görülmeyen bir yaklaşımdı. Yani İsrail'le ilişkiler ABD tarihinin nerdeyse 8 yıllık döneminde askıya alındı. 

Aslına bakarsanız, Soğuk Savaş sonrasındaki başkanların doktrinleri incelendiğinde her birinin dış politikadaki yaklaşım farklılıkları son derece net.

George Bush: Yeni dünya düzenine geçiş

Bill Clinton: Dış politika, iç politikadır 

George W. Bush: Ya bizimlesiniz, ya teröristlerle

Barack Obama: Çok kutuplu dünyadan çok ortaklı dünyaya geçiş

Donald Trump: Yumuşak güçten, sert güce dönüş


George Bush döneminde Soğuk Savaş'ın bitimiyle "yeni dünya düzenine geçiş"teki en dikkat çekici olaylardan biri Körfez Savaşı. Bush dünyanın yeni patronunu Irak'a karşı saldırgan bir politikayla sahada uygulayarak gösterdi.


Bill Clinton, "Dış politika, iç politikadır" diyerek Amerikan dış politikasının aslında ABD'nin ekonomik ve politik çıkarlarına hizmet edecek bir iç politika yöntemi olduğunu savundu.

Uygulamada da, Bush'un tam aksine, "genişleme ve angajman" politikasıyla ülkeleri kendi çıkarı yönünde "uzlaştırıcı" bir misyon üstlenme yöntemini tercih etti.

Ürdün-İsrail, İsrail-Lübnan, İsrail-Filistin ve İsrail-Suriye (her ne kadar başarılı olamasa da), Fas-Tunus-İsrail arabuluculuk görüşmeleri Clinton'ın bu yönde attığı adımlara örnektir.

Serbest piyasa ekonomisiyle Ortadoğu ülkelerini ABD'ye ekonomik anlamda entegre etmeye çalışması da dış politikada uyguladığı çatışmasız tercihlerden biridir.  

Bush'un agresif tutumunun aksine, Irak politikasında da daha temkinliydi Clinton.

İran'ı da kapsayacak şekilde attığı psikolojik yıldırma yöntemlerini, "çifte çevreleme" politikası ve "çöl tilkisi" gibi çapı daha küçük askeri yöntemlerle desteklemekle yetindi.

Hatta hem İran hakkında "kırmızı devlet" kavramını ilk kullanan başkan olarak tarihe geçti, hem de İran'la ilişkilerde "yumuşama" sürecine adım atan taraf oldu.

Askeri operasyonlarda da, W. Bush'tan farklı olarak arkasına NATO ve BM'yi almayı tercih eden taraf oldu Clinton. Müttefiklerle "birlikte" hareket etmeyi tercih etti. 


W. Bush, söz konusu İran ve Irak'ken "yumuşama"ya yanaşmayan taraf olup, yöntemsel olarak direk askeri operasyonu seçti ve Clinton'ın birleştirici yöntemlerinin aksine, kutuplaştırıcı politikalar izledi. 

Obama'nın "değişim" sloganının dayanakları ise hepsinden farklıydı. Bush'un neden olduğu Amerika'nın kötü imajındaki değişim, Hristiyan-Müslüman toplumları arasındaki ilişkilerde değişim, Irak işgaliyle ekonomik krize giren ABD'de finansal değişim, özgürlük ve eşitlik anlayışında değişim, Ortadoğu ülkelerinde, özellikle Suriye, İran ve Irak'ta değişim, uluslararası terör algısında ve mücadele yöntemlerinde değişim…

Askeri operasyonlarda ise Clinton'ın, W.Bush'un aksine "geriden liderlik" yöntemini tercih etti. 

Dahası W. Bush, doktrininde kullandığı gibi "önleyici savaş" vurgusuyla "dünyanın en büyük gücü ABD'nin buna hakkı var" düşüncesindeyken, Obama "hiçbir ulus, hiçbir devlet birbirinden üstün değildir. Hepimizin birbirine ihtiyacı var" yaklaşımı sergiledi. 


Müslüman dünyasındaki söylemlerinde Clinton'ın "Müslüman toplumlara ihtiyacımız var" yaklaşımına karşın, W.Bush müslümanların genelini (parasal ilişkisi olduğu için Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar ve Kuveyt dışında) haydut ve terörist olarak tanımlamıştır.

Tam tersi bir yaklaşımla, Obama döneminde ortaya çıkan ve uluslararası alanda tehdit haline gelen IŞİD terör örgütü konusunda Barack Obama, "IŞİD İslamı temsil etmiyor, İslam hoşgörü dinidir" diyerek Batı dünyasında Müslümanlara karşı artabilecek düşmanlığın seviyesini bir nebze de olsa kırmıştır.

Ayrıca hiçbir Ramazan ve Kurban Bayramı'nda da Müslümanların bayramını kutlamayı unutmamıştır. 


Trump ise kendine münhasır halleriyle yukarıda sıraladığım hiçbir yöntemi tercih etmedi. Biden ise Amerikan tarihinde gördüğüm cumhuriyetçi tavırlarındaki ilk demokrat. Daha şimdiden W. Bush ile de çok ortak noktaları var. 

Özetle, ABD Başkanları için ABD'nin ve halkının çıkarlarını korumak temel hedef olsa da, aynı hedef doğrultusunda uyguladıkları farklı yöntemler hem ABD hem de dünya için farklı sonuçlar doğuruyor.

Yani ABD dış politikası başkandan başkana değişiyor.

Şimdi Biden'lı ya da Trump'lı ABD'nin Türkiye'ye nasıl etki edeceğini birlikte göreceğiz. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU