Döviz kuru artık kontrol edilemez bir halde. Dolar 8 lirayı geçti. Ama konu sadece dövizdeki artış değil… Türkiye bir bataklığın içinde debeleniyor, debelendikçe daha fazla batıyor…
2013 yılında 957,5 milyar dolar milli gelirle dünyanın 16'ncı büyük ekonomisi olan Türkiye'nin, bu yıl 649,4 milyar dolarla 20'nciliğe gerileyeceği öngörülüyor.
Basit bir durum değil. 300 milyar doları aşkın bir küçülmeden söz ediyoruz.
2021 öngörüleri ise, 24 milyon nüfuslu Tayvan'ın ardında 21'inci sıraya gerileyeceğimizi gösteriyor.
Bakın, bundan uzun süre önce "Gölge CIA" diye anılan Stratfor adlı özel istihbarat/danışmanlık müessesesinin kurucusu George Friedman'ın, iktisat ve enerji politikaları konusunda uzman Amerikalı "harika çocuk"lardan Xander Snyder ile birlikte 2017'de kaleme aldığı analize dikkat çekmiştik:
"Türkiye'nin giderek büyüyen borç yükünün tüm dünya açısından sorun teşkil edebileceğini" vurguluyorlardı.
Türkiye'nin devlet ve özel sektör borcunun 2012'de milli gelire oranının yüzde 39 olduğunu, makalenin yayımlandığı 2017'de ise bu oranın yüzde 52'ye yükseldiğini belirtiyorlardı.
Şimdi kabaca 650 milyar dolarlık bir ekonominin 500 milyar dolara yaklaşan dış borcuyla dünyaya nasıl göründüğünü düşünün: Borcu hızla düşüşteki milli gelirine yaklaşan, ancak çok yüksek faizle yeni borç bulabilen, üretimi dibe vurmuş bir ülke…
Dış borç dediğimiz toplama, her sene yapılan garantili ve dolar ödemeli otoyol-köprü geçiş, havalimanı, vs ödemeleri dahil değil.
Basit bir örnek verelim; Kütahya'daki Zafer Havalimanı için 1 milyon 232 bin olarak döviz üzerinden garanti verilen yolcu sayısı geçen yıl 82 binde kaldı. Üzerini biz, yani hepimiz, avro olarak ödedik.
İşin beter yanı, garanti verilen ama 1 milyon 150 bini gelmeyen yolcu öngörüsünü kim yapmışsa, ekonomiyi onların yönetiyor olması.
Şimdi, ekonomi 'pik' mi yapıyor, uçuyor mu, artık orası sizin hayal gücünüze kalmış.
Türkiye dünyada hızla küme düşüyor. Öyle lafın gelişi değil, halkın yaşam standartlarında niteliksel bir gerileme yaşandı.
Vaziyeti yine rakamlarla özetleyecek olursak, kişi başına düşen milli gelirde 2008'de dünyada 61'nci, 2013'te 64'ncü olan Türkiye 2020'de 78'inci, 2021'de 85'inci sıraya gerileyecek.
2013'te 12 bin 489 dolar olan kişi başına milli gelir, 7 yıl sonra 7 bin 715 dolara indi. 2021 öngörüsü ise 7 bin 659 dolar.
Bir televizyon programında sunucuya, "Dövizdeki yükseliş sizi niye ilgilendiriyor? Maaşınızı dolarla mı alıyorsunuz?" diye sorabilen bir Hazine ve Maliye Bakanımız olduğu için, kişi başına düşen milli gelirdeki bu düşüşü tercüme edelim:
Yaşam standardımız yarı yarıya "kemirilmiş" durumda.
Üstelik gelir dağılımındaki eşitsizlik, en diplere doğru gittiğimizde insanlık dışı yaşam koşullarına tanık olmamız anlamına geliyor.
Uzun zaman önce uyardık, bir beslenme sorunun açığa çıkacağını vurguladık. Bırakalım eti, meyveyi falan, şimdi evine ekmek götüremeyenler için 'askıda ekmek' uygulaması başlatmak zorunda kalan bir iktidar blokuyla karşı karşıyayız.
Halk doğru düzgün yaşayamıyor. Emekli maaşları açlık sınırının çok gerisinde. Hatta bir emekli maaşıyla içinde insanca yaşanabilecek bir ev tutmak bile mümkün değil.
Ve dış borçları çeviremeyen, garantili ödemelere para yetiştirmeye çalışan hükümet çareyi giderek daha perişan hale gelen vatandaşın sırtına daha fazla vergi yükü yüklemekte buluyor.
Dolaylı vergiler katlanılabilir sınırları çoktan aştı.
Yanı sıra, trafik, maske, ıvır, zıvır cezaları bütçede ciddi bir gelir kalemi olarak görülüyor.
Sadece vergi veren, ceza ödeyen ve elindeki sınırlı imkanlarla beslenmeye çalışan vatandaşın telefonuna bir de Kızılay'dan mutat biçimde 10 lira isteyen kısa mesajlar geliyor.
Deva olması gereken kurum, kendi lüks harcamalarını karşılamak için deva bekler hale gelmiş!..
Bu ülkede bir şeyler "uçuyor" ama ne olduğunu tam olarak kimse kestiremiyor!..
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish