Harvard Üniversitesi siyaset bilimi profesörlerinden Samuel Huntington, 1991 yılında yayınladığı "Üçüncü Dalga: 20. Yüzyıl Sonunda Demokratikleşme" adlı eserinde dünya genelinde demokratikleşmeyi üç dönem halinde inceler.
Birinci dalgayı Amerikan ve Fransız devrimleriyle başlatırken, müteakip dalganın İkinci Dünya Savaşı'nı izleyen süreçte ortaya çıktığını söyler.
Üçüncü dalganın ise 1974 yılında Portekiz'deki diktatörlüğün son bulmasıyla başladığına ve Soğuk Savaşın ardından doruk noktaya ulaştığına dikkat çeker.
Ancak Afrika'nın demokratikleşme tarihinin, Huntington'ın ortaya koyduğu bu dönemlerle uyuşmadığını görürüz.
Nitekim birinci dalga demokratikleşmenin yaşandığı 19'ncu yüzyıl, kıta dışı güçlerin Afrika'daki etkinliklerini artırdıkları ve 1885'den itibaren de kıta halklarının kendi siyasi oluşumlarını büyük oranda yok ederek sömürge idareleri kurdukları bir dönemdi.
İkinci Dünya Savaşı'nı izleyen dönemde ise Sahra-altı Afrika ülkeleri halen sömürge durumundaydı.
Bu çerçevede, kıta ülkelerinin bağımsızlıklarına kavuştukları zaman dilimi olması hasebiyle 1960'lı yılların Afrika için birinci demokratikleşme dalgası, Soğuk Savaş'ı takip eden 1990'lı yılların ise ikinci dalga olduğunu söyleyebiliriz.
Diğer taraftan, kıta ülkelerinde kaydadeğer bir demokrasi açığı olduğu yönünde yaygın bir kanı bulunuyor.
Gerçekten de "Economist" dergisi tarafından hazırlanan 2019 yılı Demokrasi Endeksi'nde, Afrika ülkelerinin 24"ü "otoriter", 17'si "karma rejim" olarak sınıflandırılıyor.
"Freedom House" adlı sivil toplum örgütü ise kıta ülkelerinden sadece 5'ini "özgür" kabul ediyor.
Bu sınıflandırmaları tamamen anılan kuruluşların taraflı ve önyargılı yaklaşımlarına mal edemeyiz.
Dolayısıyla Sahra-altı Afrika ülkelerinde demokrasi açığı algısının nereden kaynaklandığına ve arazideki gerçeklikle uyuşup uyuşmadığına biraz daha yakından bakmak gerekiyor.
Tarihi arka plan
Afrika'da kurulan sömürge yönetimleri doğası gereği otoriterdi ve yerel halklar üzerinde keyfi denilebilecek bir güç kullanımına dayanıyordu.
Kıta ülkeleri bağımsızlıklarını kazandıklarında demokrasi için bir fırsat penceresi açıldı.
Ancak, Nijeryalı siyaset bilimci Claude Ake'nin de belirttiği üzere, sömürge idarelerinin despotik niteliklerinin bağımsızlık sonrasında Afrikalı liderler tarafından da benimsenmesi nedeniyle halkların özgürlük ve demokratikleşme beklentileri akim kaldı.
Zira kırılgan olarak görülen ülke birliği için tek parti yönetimleri elzem addedildi.
Siyasi muhalefet ya yasaklandı veya baskılarla sindirildi.
Bu ortam, meşruiyet sınırları içerisinde kalması gereken siyaseti yozlaştırdı ve demokratik standartlar gözardı edildi.
1982 yılında Moritanya'da sosyalistler seçimleri kazanıncaya kadar kıtanın hiçbir ülkesinde iktidar, seçimler aracılığıyla el değiştirmemişti.
1989 yılı itibariyle Sahra-altı Afrika'nın 45 ülkesinden 38'i sivil veya askeri otokratlar tarafından yönetiliyordu.
Soğuk Savaş'ın "Batı bloku" lehine sonlanmasının ardından Afrika, ikinci demokratikleşme dalgasına girdi.
Bu dönemde, hem halkların talepleri hem de uluslararası konjonktür dolayısıyla çok partili siyasete geçildi.
1990'ların ilk yarısında kıta ülkelerinin büyük çoğunluğunda yeni anayasalar yapıldı ve seçimler gerçekleştirildi.
Ancak, ters dalganın gelmesi fazla uzun sürmedi.
Öncelikle, Soğuk Savaş döneminde ötelenen ve kökleri sömürgecilik dönemi uygulamalarına dayanan toplumsal ihtilaflar gün yüzüne çıktı ve 1990 yılından itibaren 6 Afrika ülkesinde iç savaşa dönüştü.
Ayrıca, 14 ülkede de askeri darbeler nedeniyle demokratik süreç kesintiye uğradı.
Öte yandan, seçimlerin yapılması demokrasinin gelişi anlamına gelmiyordu.
Zira siyasi hakların ve bireysel özgürlüklerin teminat altına alınmadığı şartlarda yapılan seçimler, halkın iradesini yönetime yansıtmaktan, dolayısıyla demokratik standartları tesis etmekten çok uzaktı.
Örneğin, Freedom House'un 2010 yılı raporunda olabilecek en yüksek notu alan Kabo Verde ile en düşük notu alan Sudan'da bahsekonu yıl içerisinde "çok partili" seçimler gerçekleştirilmişti.
Dahası, Kongo Demokratik Cumhuriyeti'ni (KDC) 32 yıl yöneten diktatör Mobutu Sese Seko, demokratikleşme dalgasının gelmesiyle birlikte kendisine yakın zevata "muhalefet" partileri kurdurarak Batılı ülkelerin beklentilerine cevap verecek bir "sanal demokrasi" oluşturdu.
Benzer şekilde rekabetçi-otoriterlik olarak nitelendirilen siyasi sistemler kıtanın diğer ülkelerinde de görülmeye başlandı.
Dolayısıyla demokrasinin olmazsa olmazı hesap verebilirlik ve çoğulculuk gözardı edildi.
Ayrıca, tek adam yönetimlerinin oluşmasına engel olmak amacıyla 1990'ların başında birçok Afrika ülkesinde anayasalara dercedilen cumhurbaşkanlığı görev süresi kısıtlamalarına büyük oranda riayet edilmedi.
Bu kural, Eritre, KDC ve Fildişi Kıyısı'nda seçimlerin yapılmaması, Sudan, Burundi ve Burkina Faso'da anayasanın ihlal edilmesi, Kamerun, Çad, Gabon, Ruanda ve Uganda örneklerinde olduğu gibi anayasaların ilgili hükümlerinin değiştirilmesi yoluyla gerçekleştirildi.
Böylece kıtada Teodoro Mbasogo ve Paul Biya gibi 40 yıldan uzun süredir iktidarlarını sürdüren liderler bulmak mümkün hale geldi.
Makamlarını bir şekilde terketmiş olmakla birlikte Omar Bongo, Jose Eduardo Dos Santos, Gnassingbé Eyadéma ve Robert Mugabe de yaklaşık 40'ar yıl ülkelerini yönetmişti.
Bu ortamda Ruanda Devlet Başkanı Paul Kagame gibi çeyrek asırdır iktidarda olan liderler dahi fazla göze batmamaya başladı.
Bunun doğal neticesi olarak anayasalarda kayıtlı güçler ayrılığı ilkesi, oluşan tek adam yönetimleri altında anlamını yitirdi; parlamentolar göstermelik hale gelirken, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı da kağıt üstünde kalmaya başladı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Nitekim geçen ay Mali'de gerçekleşen askeri darbe öncesinde Cumhurbaşkanı İbrahim Bubakar Keita'yı protesto eden halkın talepleri arasında, seçimlerin sonucunu etkileyen kararlar alan Anayasa Mahkemesi üyelerinin azli de vardı.
Zira anılan üyeler, kendi partisi de seçimlere katılmış olan Cumhurbaşkanı tarafından atanmıştı!
İyi uygulama örnekleri
Kıta genelinde demokratik standartların yerleştirilmesinde yukarıda değindiğimiz önemli aksaklıklar meydana gelmiş olmakla birlikte, iyi uygulama örneklerini de göz ardı etmemek gerekiyor.
Örneğin, 1966 yılında İngiltere'den bağımsızlığını kazanan güney Afrika ülkesi Botsvana'da şimdiye kadar hiçbir askeri darbe gerçekleşmediği gibi liderler, düzenli bir şekilde yapılan seçimler aracılığıyla ve barışçıl şekilde bayrağı haleflerine devrettiler.
Bu durumun ortaya çıkmasında Botsvana halkının diğer Afrika ülkelerine kıyasla homojen bir yapıya sahip olduğu iddia edilebilir.
Ancak, benzer şekilde homojen bir yapıya sahip olan Somali'nin 1991 yılından bu yana kaos içerisinde olduğunu dikkate alırsak, Botsvana'da demokratik standartların gelişmesini başka faktörlerde aramak gerekiyor.
Dahası, KDC ve Sierra Leone'deki durumun aksine Botsvana'nın, zengin elmas kaynaklarını akıllıca yöneterek olası bir iç savaştan kaçınabildiğini görüyoruz.
Gana'da iktidarı 1982 yılı başında iktidarı askeri bir darbeyle ele geçiren J.J. Rawlings, kıtadaki ikinci demokrasi dalgasıyla birlikte halktan gelen baskı ve talepleri gözardı edemedi, kural ve prensiplere dayalı demokratik bir sistemin temellerini attı.
Güney Afrika'da ise temelleri 1800'lerin başlarına kadar uzanan "ırk" ayrımına dayalı Apartheid rejimi 1994 yılında barışçıl bir şekilde ortadan kaldırıldı ve ülkede toplumun tüm kesimlerinin siyasete eşit katılımını ve özgürlükleri teminat altına alan demokratik bir sistem getirildi.
Küçük bir ada ülkesi olan Morityus ile henüz resmi olarak tanınmayan Somaliland'da, "etnik toplulukların" siyasi arenada adil temsilini öngören siyasi sistemler oluşturuldu.
Büyük aksaklıklar yaşanmaksızın işletilen bu sistemler sayesinde anılan yönetimler, istikrarlı birer demokrasi olarak addediliyor.
Üçüncü dalga gelir mi?
Kıta geneline baktığımızda Afrika'nın demokratikleşme serüveninin henüz çok genç olduğunu söyleyebiliriz.
Zira küresel çapta demokratikleşme eğilimini Huntington'un sınıflandırması çerçevesinde 18'nci yüzyılın ikinci yarısından başlatacak olursak, Sahra-altı Afrika'nın demokrasi deneyiminin henüz 60 yaşında olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Dolayısıyla kıtada demokrasi açığının fazla olduğu yönündeki -biraz da önyargılardan beslenen- algı, kıtanın bu anlamda objektif değerlendirilmesini engelliyor.
Öte yandan, Afrika ülkeleri arasında demokratikleşme standartları konusunda önemli farklılıklar bulunuyor.
Örneğin doğu ve orta Afrika ülkelerinin ciddi demokrasi açığı bulunurken, Kabo Verde ve Morityus'un yanı sıra, kıtanın güneyindeki ülkelerin, demokratik standartlarda bazı Avrupa ülkelerini dahi geride bırakabildiği görülüyor.
Bununla birlikte Afrika'da demokratikleşme süreci ülke bazında "gel-git"lere maruz kaldığı gibi, küresel eğilimlerden de doğal olarak etkileniyor.
İkinci Dünya Savaşı'nın sonuçları Afrika ülkelerinin kendi yönetimlerine sahip olmalarına kapı aralarken, Soğuk Savaş'ın Batı Bloku lehine bitmesi, kıtada çok partili hayat başta olmak üzere, birçok demokratik standardın benimsenmesine yol açtığını kabul etmek gerekiyor.
Bu minvalde, son yıllarda dünya genelinde belirginleşen otoriterleşme dalgasından, Afrika'nın da gittikçe daha fazla etkileneceği anlaşılıyor.
Nitekim kıta genelinde siyasi hakların, bireysel özgürlüklerin ve demokratik standartların belirgin bir düşüş içerisinde olduğu Freedom House raporlarına yansıyor.
Öte yandan, kıta ülkelerinde hızlı şehirleşmeye bağlı olarak artan kentli nüfus ile, yaygınlaşan internet ve sosyal medya kullanımı, Afrika'daki otokratik yönetimlerin işlerini zorlaştıracağa benziyor.
Bu anlamda, bahsekonu yönetimlerin, halkın daha fazla demokrasi, yani yönetime katılma, özgürlükler, şeffaflık, hesap verebilirlik, yolsuzlukla mücadele, ifade ve basın özgürlüğü gibi taleplerine uzun süre kulak tıkayamayacağı veya göstermelik adımlarla geçiştiremeyeceği bir döneme giriliyor.
Netice itibarıyla, iniş-çıkışlı da olsa demokratikleşmenin sürekli bir arayış ve mücadele olduğunu akılda tutmak gerekiyor.
Düne kadar dünya geneline ve kendi coğrafyasına demokrasi örneği olarak gösterilen bazı ülkelerin, çok kısa bir süre içerisinde otoriter rejimler ligine düştüğüne şahit oluyoruz.
Bugün demokratik olarak nitelenen Afrika ülkeleri de sözkonusu riskten azade değil.
Dolayısıyla demokrasinin korunması ve geliştirilebilmesi için, "gücün yozlaştırdığı" gerçeğinin timsali olan liderlere karşı, demokratik haklarının bilincinde olan ve bunları talep eden vatandaş sayısının artması ve devlet otoritesinin gelişigüzel ve keyfi kullanımını engelleyecek sivil toplumun güçlenmesi gerekiyor.
Müteakip yazıda Afrika ülkelerindeki demokratikleşme süreçlerini engelleyen temel faktörleri incelemeyi planlıyorum.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish