6-7 Eylül Olaylarıyla ilgili dönemin hükümetine yönelik çeşitli iddialar ortaya atılmıştır. Aslında muhatapları tarafından bunların birçoğuna cevap verilmiştir. Çünkü suçlananlar, bir dava vesilesiyle kendilerini açıklama imkânı bulmuşlardır.
Açıklamalar soru işaretlerini gidermiş midir?
Hemen belirtelim ki 6-7 Eylül Olaylarıyla ilgili bir yargıya varmak zordur.
Fakat bu, bilgi ve belgeler ışığında kıyaslama yapmaya ve bir kanaat geliştirmeye engel değildir.
Bomba hadisesi
Bomba hadisesinden önce Türk kamuoyunda büyük bir hassasiyet hatta gerginlik oluşmuştu. Bu durum 6-7 Eylül Olayları davasının kararnamesinde de belirtilmiştir. Olay ve sonuçları ise malumdur.
Yunan Mahkemesinin kararında, bombanın Türk Hükümeti tarafından Yunanistan'a gönderildiği ve patlattırıldığı iddia edilmişti.
Türkiye'de birçok çevreden destek bulan bu iddia, 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi sonrası Yassıada'da oluşturulan Yüksek Adalet Divanı'nın 1960/3 numaralı 6-7 Eylül Olayları davasının sorgusu sırasında yeniden gündeme gelmiş ve muhataplarına sorulmuştur.
Adnan Menderes, tamamen üzerinden sorumluluğu atma gayesi ile Yunan Mahkemesinin verdiği kararın temel alınıp bu tür iddiaların ortaya atılmasından üzüntü duyduğunu söylemiş ve nasıl tespit edilmişti?
Hükümetin bunu yaptırdığına dair kanıt neydi? gibi sorularla iddiaların mesnetsiz olduğunu savunmuştu.
… Yunanistan'ın o gün içinde bulunduğu durum malum. Tertipli nümayişler, radyo, gazeteler, Makarios, Kıbrıs'ta insan öldürmeler vs. Bu heyecan içinde…6-7 Eylül hadiselerine sebebiyet veren bir bombanın patlatılmasını Türkler mürettep olarak patlattı şeklinde göstermek suretiyle Kıbrıs davasında mühim kazançlar elde etmek imkânına sahip bulundukları aşikâr… Yunan Mahkemesinin esbabı mucibesinde bombalar, Türkiye'den getirilmiştir deniliyor. Maalesef kararnamede sadece Yunan Mahkemesinin kararına istinat ediliyor…
Nasıl götürülüyor, ne suretle götürülüyor? Bir bomba bir bakkal dükkânından tedarik edilen bir nesne değildir. Bunun muhakkak resmi makamlardan tedarik edilmesi lazım gelir. Ondan sonra patlatılmasının günü, Hariciyemizce kendilerine bildirilmiştir, deniliyor. Bunlar nasıl tespit edilmiştir?
6-7 Eylül Davası Tutanakları, s.10.
Bomba hadisesi ile ilgili belki en önemli soru, olayın kim veya kimlerin menfaatine olduğuydu.
6-7 Eylül Davası sırasında Mahkeme Başkanı tarafından "Türkiye'nin menfaatine olmazdı… Peki, Yunanistan için de durum aynı değil miydi?" şeklinde bir soru, hükümet üyelerine yöneltilmiştir.
Fatin Rüştü Zorlu, cevabında önce iki ülkenin tutumu arasındaki farklılığa işaret etmişti. Sonra da dönemin İngiliz Başbakanı Mr. Eden'in hatıralarından alıntı yaparak "Yunan Hariciye Nazırı'nın daima memlekette fevkalade heyecanlı kimselerden bahsedildiği yazılıyor ve onlardan Yunan Hükümetinin daima ürktüğünden bahsediliyor" diye eklemişti.
Yani Zorlu, Yunan Hükümetinin vatandaşı olmayan bir kişi tarafından bu bombanın atılabileceği ihtimaline işaret ediyordu.
Düşüncesini de 1957 yılında Yunanistan'da Amerikan Kütüphanesinin havaya uçurulması örneğini vererek desteklemeye çalışmıştı.
Dönemin Selanik Başkonsolos Yardımcısı Mehmet Ali Tekinalp'in anlatımına göre 6 Eylül günü Kavas Hasan Uçar'ı karakoldan şahit olarak çağırmışlar ve ona "Olayı İngilizler yaptı değil mi" şeklinde bir soru sormuşlardı.
Yunan makamları ilk anda bunun İngilizler tarafından yapıldığı gibi bir iddia ortaya atmışlarsa da ibre kısa sürede Türkiye'ye döndürülmüştü.
Hasan Uçar'ın bombanın Konsoloshanenin içinden atıldığını itiraf ettiği şeklinde iddialara gelince, Uçar, 6-7 Eylül Davası sorgusunda Yunanistan'da kendisine tazyik yapıldığını, hayatından vazgeçecek kadar ağır şeyler yaşatıldığını ve hazır bir metni imzalamak zorunda bırakıldığını söyleyecekti.
Uçar'ın ifadesine göre Yunanistan'ın amacı, olayı Türkiye'ye mal etmekti.
Ayrıca iddia edildiği gibi bomba, hiçbir suretle Konsoloshanenin içinden atılmamıştı.
Hasan Uçar'ın bomba olayından 12 gün sonra tutuklandığını hatırlattıktan sonra bir diğer isim Oktay Engin'in ifadesine geçelim.
O da Türk Hükümetinden burs aldığı, aşırı milliyetçi olarak bilindiği için Yunan makamlarınca suçlandığını söylemişti.
Tutuklanmış, tek kişilik hücreye konulmuş ve baskı görmüştü. İddiasına göre eline verilen bir kurşun kalem ve kâğıda ihtiyaçlarını yazıp imza atması söylenmişti. Sonra da imza dışındaki yerler silinmiş ve kendisine ait olmayan bir yazıyla doldurulmuştu.
9 ay tutuklu kalmış, aleyhinde tek delil dahi bulunamadığı için de serbest bırakılmıştı. Serbest kaldıktan sonra üç ay kaldığı Yunanistan'da yaşamasının artık çok zor olduğunu görmüş ve eğitimine devam etmek için Anavatan'a iltica etmişti.
Türk Hükümetinin olayı tertiplediğine dair suçlamalara gösterilen delillerden birisi Oktay Engin'e yardım yapıldığı iddialarıydı.
Savunmada Oktay Engin'in, olaylardan iki yıl önce yani 1953 yılında Türk Dışişleri Bakanlığının bursunu kazandığı belirtilmişti.
Ailesine yardım yapıldığı şeklinde iddialarla ilgili Adnan Menderes "…Bazı becerikli insanlar olur yollarını açarlar… Bunları Reisicumhura, Başvekile kadar suç delili olarak sirayet ettirmek zannediyorum ki, aykırı bir keyfiyet teşkil eder…" demişti.
Engin'i şahsen tanımadığını da eklemişti.
Bu cevaba Mahkeme Başkanı'nın, sadece "anlaşıldı" demekle yetindiğini belirterek, Oktay Engin'in de 6-7 Eylül davaları sonucunda beraat ettiğini hatırlatalım.
Olayla ilişkilendirilen kişilerin savunmaları, ibrenin Türkiye'ye yönlendirilmesinin klasik bir Yunan taktiği olduğu yönündeydi.
Bazı yorumlara göre ise ideolojikti yani yasadışı örgütlerin planıydı.
Mahkemede bomba olayını Türk Hükümetinin düzenlediği yönünde kanaat bildiren birçok şahit, ifadelerini Yunan Mahkemesinin kararına ve şahsi kanaatlerine dayandırmıştı.
Bomba atılmadan önce tıpkı Yunanistan'da Türkler ve Türkiye aleyhine faaliyetler olduğu gibi, Türkiye'de de Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar aleyhinde yapılan veya yapılacak nümayişlere destek verilmişti.
Bu tür faaliyetler ise iki ülke kamuoylarındaki öfke ve nefret duygularını yükseltmiş ve bomba olayının ağır sonuçlarına bir bakıma zemin hazırlamıştır.
Nitekim bu bağlamda bir açıklama Fuat Köprülü tarafından 6-7 Eylül Davası sırasında yapılacaktır. Hadiseyi kesinlikle Türk Hükümetinin tertiplemediğinin ve oradaki sanıkların da olayla ilgileri olmadığının altını çizen Köprülü, ikinci defa Hariciye vekili olduğu zaman konuyu araştırdığını da eklemişti.
Fakat olayın biranda İstanbul Ekspres gazetesi tarafından halkı coşturacak şekilde ilan edilmesi, Radyodan da adeta tahrik edici bir şekilde beyan edilmesi ile zaten gergin olan hava iyice gerilmişti.
Köprülü'ye göre işte bu kısım, hükümetin bir tertibiydi.
Örfi İdare
6 Eylül'de gece yarısı ilan edilen Örfi İdare, ertesi sabah kaldırılmış ve akşamüzeri yeniden konulmuştu.
Konuya Adnan Menderes, 6-7 Eylül Savası sorgusu sırasında bir açıklama getirmiştir.
İzmit'teyken Vali, kendisine olayların yayıldığına dair haberi ilettikten sonra Sapanca'da Vali ile telefonda görüşmüş, olayların vahameti ile ilgili bilgi aldıktan sonra da Celal Bayar ve Fuat Köprülü ile İstanbul'a dönmeye karar vermişti.
İzmit'e ulaştıklarında İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay'ı telefonla arayan Menderes, hem Vali'ye hem de Dahiliye Vekili'ne örfi idarenin ilan edildiğinin radyodan yayınlanması talimatını vermişti.
Bu aceleyle olayları yatıştırılması için Adnan Menderes tarafından alınan bir tedbirdi. Adnan Menderes'in anlatımına göre alınıp, kaldırılmış sonra yeniden konulmuş resmi bir örfi idare kararı yoktu.
Heyet-i Vekileye Ankara'da toplanın İdare-i Örfiye'yi konuşun diye vekil arkadaşlarla konuşmakla beraber şunu da arz edeyim ki o anda Heyet-i vekile olarak bir araya gelip İdare-i Örfiye'yi resmen ilan etmiş vaziyette mi idik, değil mi idik bunu iyice hatırlamıyorum. Sadece bunu önleyici bir tedbir olarak… düşündük. Çünkü burada biz, İdare-i Örfiye ilan edildi, kaldırıldı, tekrar ilan edildi gibi sözler var… Derhal Heyet-i Vekileyi İstanbul'a davet ettim ve ilk toplantımızda Celal Bayar'a söylediğim gibi İdare-i Örfiye kararını verdik…
Olaylarda polis ve askerin tutumu
Bir diğer iddia emniyet teşkilatı ve askere yöneliktir. Buna göre asker de polis de gerekli tedbirleri almamış, olayları engellemek için çaba sarf etmemişti.
DP'nin İstanbul Milletvekili Aleksandros Hacopulos, 12 Eylül tarihli Meclis özel oturumunda bunu destekleyici bilgiler vermiş hatta polisin bazı olaylara göz yumduğunu söylemişti.
Arkadaşlar; bizi en fazla üzen, maalesef itiraf mecburiyetindeyim, memleketin emniyet teşkilâtıdır. Bunu itirafta hepimiz müttefikiz. Emniyet teşkilâtı maalesef gafil avlanmış, maalesef uyumuş ve belki de; dilim söylemeye varmıyor; bazı hâdiselere göz yummuştur. Misal söyleyeyim arkadaşlar; Büyükada'ya gece yarısı beş on kayık geliyor, içindekiler karaya çıkıyor. Polisler bunları görüyor. Bunlar 200 - 300 kişi idi. silâhsız, topsuz, tüfeksiz kimseler. Polisle konuşuyorlar. Ondan sonra Büyükada'yı tahrip diyorlar. Hiçbir mukavemet görmeden gerisin geriye dönüyorlar.
Taksim'deki Zapyon Lisesi'nin kapısı zorlanırken de süvari polisler oradan geçmiş ve sadece sözlü olarak tepki göstermişlerdi.
Böyle bir nümayişte tek bir polisin dahi burnunun kanamamış olmasına dikkat çeken Hacopulas, neredeyse tüm evlere girenlerin "Korkmayın sizi asıp kesecek değiliz. Buna dair emir vardır. Yalnız evlerinizi tahrip edeceğiz" dedikleri şeklinde bilgi vermiştir.
Yenimahalle'de bir eve çapulcular gireceği anda bir polis onlara yaklaştı ve daha erkendir, bir saat sonra gelin dedi. Buna emniyet mi derler? Size binlerce daha misal verebilirim.
Dönem tanıklarının birçoğunun polis ve askerin tutumu ile ilgili anlatımı, Hacopulas'la aynı doğrultudadır.
Polisin tavrının altında yatan sebep sadece bir nümayiş yapılacağının düşünülmesi miydi?
6-7 Eylül Davası sorgusunda Adnan Menderes'in savunması bu doğrultudaydı. 10 Eylül 1955 tarihli Akis dergisinde de "İhtimal ki sadece bir miting yapılacağı sanılıyor, bundan zarar geleceği kestirilmiyordu" şeklinde bir yorum yapılmıştı.
Olaylarla ilgili hazırlanan "6-7 Eylül Hadiselerinin Sebep ve Amilleri" başlıklı Cumhuriyet Arşivinde mevcut bir yazıda başlangıçta elde yeterince kuvvet bulunmadığı için olayların büyümesinin önlenemediği belirtilmektedir.
Belgede konuyla ilgili bir yorum, dikkat çekicidir:
Gençlik kütlesinin ilk harekete geçtiği anda hadise öylesine inbisat (yayılmak) etti ki zabıta kuvvetleri acaba bunu bertaraf etmekle haklı olan bir hareketi tenkil (uzaklaştırma) vazifesini mi yapıyorum. Yoksa bunlara bir müsamaha nazarı altında hareket serbestisi vermek suretiyle mi vatani vazifemi hamiyet vazifem ifa ederim gibi bir tereddüdün mefluç (felç) edici tesiri altında kalmıştır…
BCA, 10.09/108.337.2
Yine yazıya göre Kıbrıs meselesi nedeniyle 27 Ağustos 1955 gününden itibaren askeri tedbirler alınmıştı. Emniyette de hareketlilik vardı.
Hazır kuvvetler meydana getirilmiş, 835 kişiden oluşan mevcut kuvvet, Fener Rum Patrikhanesi, Beyoğlu, Şişli, Yeniköy, Kadıköy, adalar, Bakırköy ve Beylerbeyi mıntıkalarına dağıtılmıştı. 591 kişilik bir kuvvet de hazır vaziyette şubelerde tutulmuştu.
Olay bir anda yayılınca polis elindeki önemli bir kuvveti Patrikhane ile konsoloshanelere dağıtmak zorunda kalmıştı.
Eldeki kuvvetlerle olayların bastırılamayacağını anlayan Vali, I. Ordu Müfettişliğinden asker talep etmişse de saat 21.15'e kadar askeri kuvvetler olay mahallerine ulaşmamıştı.
Bu saattten sonra yola çıkan 3 kamyon dolusu asker, Taksim'e gelmiş fakat başlarında subay olmadığından verilen emirlere riayet etmemişlerdi.
Olayların büyüyüp kontrolden çıkması üzerine Vali, yanında Dahiliye Vekili Namık Gedik de olduğu halde, "vur emri" vermişti. Fakat Ordu Müfettişi bu emri yerine getirmemişti.
İstanbul Emniyet Müdürü Alâeddin Eriş, Emniyetin 26 Ağustos gününden itibaren tayakkuzda olduğunu söylemiştir. Fakat bir anda büyüyen olayları engellemeye güçlerinin yetmediğini de itiraf etmiştir.
Askerin müdahale etmeme nedeni daha çok başlarında subay olmamasına bağlanmıştı.
Fahrettin Kerim Gökay, saat 20.00'dan sonra olaylara çapulcular ve dış tahrikçiler karıştığı için kontrolün kaybedildiği düşüncesindeydi.
Ona göre tüm tedbirler alınmış, Emniyet teşkilatı da ordu da vazifesini yapmıştı. Buna rağmen olaylar büyümüştü.
6-7 Eylül Olayları davasında Gökay, Dahiliye Vekili Namık Gedik'le aralarında geçen bir diyaloğu da hatırlatmıştır.
Saat 7'yi 10 geçe tekrar Emniyet Müdürlüğüne giderken verdiğim emir şu idi: Sokağa düşen nümayişten hayır gelmez, derhal dağıtın. Hatta icap ederse göz yaşartıcı bomba kullanın demişimdir…
O kadar müterakim bir kalabalık olmuştur ki, bu kalabalığın teşekkülü ve askeri yardımlar niçin gelmedi mevzuunda da şunu söylemek isterim ki, Dahiliye Vekili'ne dönerek 'Bu ne biçim şey' dedim. Dahiliye Vekili de 'Bu milli bir galeyandır' dedi. Bu milli galeyandır ki askeirn müdahale etmesine, polisin pasif kalmasına tesir etmiştir…6-7 Eylül Olayları Dava Tutanakları, s. 38.
Başlarında subay olmadan olay mahallerine hareket eden ordu birlikleri kimi yerlere 20,30'da kimi yerlere de ancak 21,30'da gelmişti.
Yine Gökay'ın anlatımına göre bir ordu komutanı "Ben bir Muğlalı Mustafa olmak istemem ve memleketi kana boğmak istemem" demişti.
Anlatılanlardan çıkarttığımız sonuçlar:
- Emniyet, 28 Ağustos günü Kıbrıs Türklerine katliam yapılacağı şayiaları üzerine gösterilebilecek tepkiler için hazırlıklar yapmıştı.
- Taksim'de bazı gençlik teşekküllerinin bir miting düzenleyecekleri bilgisi vardı.
- 6 Eylül'de haber alınır alınmaz harekete geçilmiş fakat bir anda kalabalıkların büyümesi karşısında Emniyet güçleri yetersiz hatta mahsur kalmıştı.
- Askerden yardım istenmiş fakat muhatap bulmakta bazı sıkıntılar yaşanmıştı.
- Asker, geç bir vakitte olay mahallerine ulaşmasına rağmen başlarında subayları olmadığı için müdahale etmemiş sadece olayları izlemişti.
- Askeri kıtalar kendi komutanları dışındaki subayların verdikleri emirleri dinlemedikleri için de müdahale gecikmişti.
- Bazı subay ve komutanlar, sivil halkla karşı karşıya gelmekten endişe etmişlerdi.
- İlk anda olaylar, milli bir galeyan olarak algılanmış bu nedenle de asker ve polis pasif kalmayı tercih etmişti.
- Vali görev yapılmıştır derken, hükümetin çoğu üyesi aynı fikirde değildi. Yani anlatımlar arasında çelişkili ifadeler vardı.
- Çelişki, hükümeti olaylardan sorumlu gösteren ordu ve emniyet mensubu tanıkların mahkemedeki sorgularında anlattıklarında da vardı. Bir taraftan hükümeti sorumlu gösteren kanaatlerini sıralarken öteki taraftan "Neden kendilerinin inisiyatif almadıkları?" veya "Hareket etmemeleri doğrultusunda emir alıp almadıkları?" şeklindeki sorulara, "şubede bekliyorduk, izinliydim, bilmiyorum" vb.. dışında tatmin edici cevaplar verememişlerdi.
6-7 Eylül Olaylarının hükümet tarafından tertiplendiği iddiası
6-7 Eylül Olaylarını, Kıbrıs davasını desteklemek için hükümet mi tertiplemişti?
Durum böyleyse beklenti neydi?
Sonuçları kime ve hangi davaya katkı sundu?
Bu soruları çoğaltmak mümkün.
12 Eylül 1955 günü yapılan özel oturumda İsmet Paşa, Mecliste yaptığı konuşmada olayların bir an önce aydınlatılmasını ve mesullerinin bulunarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgilendirilmesini istemişti.
CMP Kırşehir Milletvekili Osman Alişiroğlu, olaylarda komünist tahrik etkisini belirtmekle birlikte, Meclisin tadilinden itibaren İstanbul'da karargâhını kuran hükümetin de sorumlu olduğunu söyledi.
Olayların muayyen semtlerde aynı anda başlaması, hedeflerin belirlenmesi vb. gelişmeler hazırlıkların bir süreci olduğunu göstermekteydi. Hükümet bunu görememiş, olaylardan haberdar olamamıştı.
Alişiroğlu'na göre, bu ciddi zafiyeti gösteren hükümetin derhal istifa etmesi gerekiyordu.
Bundan sonra konuyla ilgili Mecliste yapılan görüşmeler sakin havada geçmedi. Muhalefet sözcüleri, olayın ilk anındaki (şaşkınlıktan veya milli endişelerden kaynaklı olması muhtemel) yumuşak söylemlerini bırakarak açıkça hükümeti hedef gösteren açıklamalar yaptılar.
CHP Grubu adına konuşan Malatya Milletvekili Nüvit Yetkin'in "Bu mevzuda vatanın yüksek menfaatlerinin korunması hakikatlerin ne kadar acı, ne kadar utandırıcı olsa da olduğu gibi açığa çıkarılmasını icap ettirmektedir" şeklindeki hükümeti sorumlu gösteren sözlerine Başbakan, "Bu kelimeyi size iade ediyorum", Emin Kalafat da "Utanmıyor musun? Kaç defadır ki, bu mevzuu ettiriyorsunuz!" diyerek tepki göstermişlerdi.
Meclisteki gerginlik ifadelere ve tepkilere yansımıştı.
Bu tutumun altında şüphesiz siyasi bir amaç da yatmaktaydı ki 1957 seçimlerinde özellikle azınlıkların desteğini alabilmek adına muhalefetin elindeki en önemli koz, 6-7 Eylül Hadiseleri olacaktı.
Olayların Türk Hükümeti tarafından tertiplendiği yönünde iddialar, dönemin bazı tanıklarının anlatımları ile de desteklenmiştir.
…Sonradan çok iyi anlaşıldığına göre, bu işi bizim iktidardaki siyasiler düzenlemiş bulunmaktadır…
(Aydın Boysan)
…Demokrat Parti iktidarı çok büyük bir hata yaptı. Kıbrıs'taki Yunanistan'daki Rumlara gözdağı vermek için 6-7 Eylül'ü organize ettiler
(Vural Öğer)
…İstanbul'da da DP yönetiminin el altından tezgâhladığı çok daha beter bir rezilliğin sahnelendiğini, Rum vatandaşların canına, malına, ırzına saldırıldığını, aynı tür bir hezele bezele güruhunca Rum mağazalarının talan edildiğini bilmiyorduk…(Bilge Umar)
Rıfat Bali, 6-7 Eylül Olayları Tanıklar-Hatıralar
Her suçlamanın bir savunması olmalıdır. 6-7 Eylül Olayları ile ilgili belli başlı ortaya atılan iddialar 27 Mayıs sonrası 6-7 Eylül Olayları davasında muhataplarına sorulmuştur.
Hükümetin olaylardan önceden haberdar olduğu, 26 Ağustos'ta hazır kuvvetler bulundurması için orduya müracaat edildiği, izinlerin kesildiği ve Valilikçe birtakım tedbirler alındığı bizzat Başbakan Yardımcısı Fuat Köprülü tarafından Mecliste söylenmişti.
Arkadaşlar şundan bundan, emniyet kuvvetlerinin zafiyetinden, vaktinde haberdar olamadığından bahsettiler. Şunu söyleyeyim ki, bu hâdiseden Hükümet evvelce haberdardı. Ona göre bazı tertibat da almıştık. Fakat bu hâdisenin günü ve saati muayyen değildi ve bu bütün gayretlere rağmen âdeta bir baskın şeklinde her tarafta birden tecelli etmiştir.
TBMM Zabıt Ceridesi, i:80, c:1, 12 Eylül 1955.
Fuat Köprülü'nün tanık olarak verdiği bir ifadede 6-7 Eylül hadiselerinin, Fatin Rüştü Zorlu'nun telkini ile hükümet tarafından yaptırıldığını söylediğine dair iddiaya da değinmek gerekiyor.
Hemen belirtelim Köprülü, bunu kesin bir dille reddetmiştir:
…Bunun hükümet tarafından yaptırıldığı asla akla gelmedi. Bunu tasavvur edemedim. Kolay tasavvur olunamaz. Böyle bir hareketin memleket için mucip olacağı zararlar gayet açıktı. Bunu bilmemeye, anlamamaya hatta bir çocuğun dahi anlamamasına imkân yoktur…
6-7 Eylül Olayları Davası Tutanakları, s.68.
Fahrettin Kerim Gökay ise bu tarihten itibaren sadece muayyen kadro dâhilinde polislerin izinlerinin kaldırıldığı diğerlerinin ise devam ettiği bilgisini vermiştir.
Dönemin DP muhalif milletvekillerinden Turan Güneş, olayların tertip olduğu yönünde mahkemede ifade vermiş ve kendisinin de bulunduğu bir ortamda Fatin Rüştü Zorlu'nun "İzam ediyorsunuz. Bu hadiselerin cereyanı sırasında Londra'da idi, bu hadiselerin cereyanından sonra kendimi kuvvetli kuvvetli hissettim. Müzakerelerde daha kuvvet aldım" dediğini iddia etmişti.
Fatin Rüştü Zorlu ise "Türk Hükümetinin böyle bir hadise çıkmasında hiçbir menfaati olamaz" diyerek o tarihlerde Türkiye'de uluslararası para fonu banka toplantısı olduğunu hatırlatmıştı.
Fener Rum Patriği Athenagoras'ın üzüntüyle karışık öfke duygularının da var olduğu mektubu 6-7 Eylül davasında zaman zaman gündeme getirilmişti.
Mahkemeye tanık olarak dinlenmek üzere çağrılan Patrik, Başkan ve Başsavcı'nın ısrarlı sorularına rağmen olayın bir tertip olduğu, kimler tarafından planlandığı vb. konularda fikri olmadığını söylemişti.
Hükümeti suçlayıcı ifadeler konuşmalar, "ortada gergin bir hava vardı bu hükümet tarafından oluşturulmuştu" hissiyatı ile olayların meydana geldiği anlarda yaşananları ve duyumları dile getirmekten ibaretti.
Ve iddialarını ispat için sorulara verdikleri genel yanıt "şahsi kanaatim"di.
Hatta alehyte konuşan şahitlerin benzer şeyleri tekrarlamaları zaman zaman Salim Başol'un dahi sabrını zorlamıştı.
Tanıklara "Bırakın bunları, olayların mürettep olduğunu söylediniz. Bunu ispatlayacak bir deliliniz var mı?" diye tepki göstermişti.
Şahitlerden bazıları olayları çıkartanların ve tutuklananların içinde çok sayıda Demokrat Partili ocak, bucak teşkilatlarından üye olduğunu söylemişti.
Olayların Meclis tarafından incelenmemesi de hükümet aleyhinde bir hava oluşmasına neden olmuştur.
Adnan Menderes buna olaylar, hemen yargıya intikal ettirildiği için Meclis tarafından ayrı bir tahkikatın açılmasının uygun olmadığı şeklinde bir açıklama getirmişti.
Davanın 25 Ekim 1960 tarihli saat 14.00'daki toplantısı, Başsavcı'nın talebi üzerine hâlihazırda çalışan Emniyet mensupları dinlendiği için, gizli yapılmıştır.
Önce Emniyet Başmüfettişliğinde görevli Haydar Tansu dinlendi. Olaylar mürettepti dedi, delil olarak da diğer aleyhte konuşan şahitler gibi aynı anda başlamalarını, benzer aletler kullanılmasını gösterdi.
6-7 Eylül Olayları sırasında Kıbrıs Türktür Cemiyeti Başkanı olan Hikmet Bil'in kendisine "Adnan Menderes'in bana tevdi ettiği bir sır vardır. Kafamı koparsanız da bu sırrı katiyen söyleyemem" dediğini iddia etti.
Kendisinin bazı evrakları ele geçirmemesi için 36 gün hapis yatırıldığını söyledi.
1 Kasım 1960 tarihli oturumda Beyrut'tan getirilen ve DP'ye muhalif olduğunu belirten Hikmet Bil'in ifadesi alınmıştır. Bil, öncelikle sır meselesine açıklık getirmiştir.
Olaylardan önce Adnan Menderes'in bir açılış sonrası kendisini otomobiline aldığını ve aralarında Kıbrıs mevzuu üzerinde konuşma geçtiğini söyledi.
Anlatımına göre aralarındaki konuşmada Menderes, Yunanistan'ın tutumuna karşılık Türkiye'nin bundan sonra nasıl hareket edeceğine dair bazı ipuçları vermişti.
Fatin Rüştü'nün vazifesi Türk tezini savunmak ve konferansın torpillenmesidir…Biraz aktif olmamızı istiyor…Yunanlılar bir beyaz kitap çıkartmış. Bunu toplattırmışlar. Biz bir tane ele geçirmiş bulunuyoruz. Bir tane de size göndereyim, ibretle okuyunuz. Kitapta Bozcaada ve İmroz'u da istemektedirler, zaten Garbi Trakya ellerinde, İmroz ve Bozcaadayı da istiyorlar. Şimdi bir de Kıbrıs, artık bu Lozan Konferansı'nın tadili olmuştur…Yarın 12 adayı isteyen şiddetli bir nutuk söyleyeceğim…Fatin Rüştü avdet ettikten sonra yeni bir hattı hareket tayin edeceğiz…
6-7 Eylül Davası Tutanakları, s. 232.
İşte Turan Güneş'in sözünü ettiği sır da "konferansın torpilleneceği" ifadesiydi.
Hikmet Bil, olaylardan sonra tutuklandığını ve ifadesi alınırken karşısında oturan bir kişinin "Adnan Menderes sana ne söyledi?" diye ısrarla sorduğunu ama kendisinin davaya ihanet etmemek adına bilgi vermediğini de söyleyecektir.
Yine Milli Emniyette görevli şahit Halil Tufan, olayların Demokrat Parti Hükümeti tarafından tertiplendiğini kesin bir dille söyledi. Fakat yine bilinenleri yani olayların giriş ve gelişme kısımlarını anlatmaktan öteye gidemedi.
Mahkeme kayıtlarında en çok dikkat çeken ifadelerden birisi Kıbrıs Türktür Cemiyeti üyesi, Kim dergisinde çalışan ve Halk Partili olduğunu söyleyen Orhan Birgit'in sözleri olmuştur.
Birgit, şahit olarak dinlenen Nevzat Emrealp'in duyumlarına dayanarak Hikmet Bil ve Orhan Birgit'in Adnan Menderes'ten aldıkları talimatla harekete geçtikleri şeklindeki iddiasına "Böyle bir şey olmamıştır. Bendeniz Demokrat Parti'nin 1946'dan beri karşısındayım. Adnan Menderes bu işi yaptıracak olsa, niçin bendenize söylesin? Bana yaptırmaz çünkü ben Halk Partiliyim. 1946-47 senesinden beri Halk Partisi'ne kayıtlıyım…" diyerek cevap vermişti.
Birgit'in eklediği önemli bir ayrıntı daha vardı. Eğer Adnan Menderes bunu isteseydi bir teşkilata lüzum yoktu demişti. Topkapı ve Uşak olaylarında olduğu gibi kendi adamlarına kolaylıkla bu işleri yaptırabilirdi.
Adnan Menderes, mahkemede sık sık söz almış, aleyhte ifade veren şahitlere sorular yöneltmişti. İddiaları reddetmiş ve bir sorgu sırasında da konuya şöyle bir yorum getirmişti:
Eğer buyurduğunuz şekilde… Memleketin muhtelif taraflarında yüzbinleri harekete geçirecek bir teşkilat tarafından yapılmış olsaydı, huzurunuzda 11 tane sanık bulunmazdı…
Hükümet üyeleri 6-7 Eylül 1955'de yaşananları, Türk tarihinde daha önce benzeri görülmemiş hadiseler olarak niteleyip, hemen durdurulamamalarını tecrübesizliğe bağlayan savunmalar da yaptılar.
Hükümete göre olayın sorumluları
Hükümet cephesinden ilk anda yapılan açıklamalarda öne çıkan isim Başbakan Yardımcısı Fuat Köprülü'ydü.
Fuat Köprülü, olayların Kıbrıs meselesinden dolayı çoğunlukla gençlerin tepkisiyle tamamen milli hislerle kısa sürede ortaya çıktığını söyledi.
Fakat fazla galeyana gelinmişti. Basın da bunu körüklemişti.
Hükümeti Kıbrıs konusunda yeterince faal olmamakla suçlayan siyasi partiler de kışkırtıcılık yapmışlardı. İşte zemin böyle hazırlanmıştı.
Selanik'te patlayan bomba, istenilen fırsatı vermiş bu durumdan yararlanan komünistler harekete geçmişti.
Böylece başlangıçta gençliğin vatanperverlik tezahürü olarak gözüken durum, komünist unsurlar önceden tertipledikleri gibi idareyi ele aldıklarından, aniden mahiyet değiştirmişti.
Saldırılara, yakıp yıkmalara, yağmaya talana dönüşmüştü.
İstanbul'da hâdisenin başlangıcına, süratle inkişafına, takip ettiği usullere ve gayelere dikkat etmek dahi bunun bir komünist hareketi olduğunu anlamaya kâfidir. Mabetlerin yakılması tamimiyle bir komünist taktiğidir.
Türkiye'de, Türk tarihinde mabet yakılması gibi bir hâdise vaki değildir. Bunu yapanlar doğrudan doğruya Türkiye ile Yunanistan arasındaki dostlukları bozmak, Türkiye'yi Garp âlemine karşı geri, mürteci ve mutaassıp göstermek; bu suretle tarihin eski karanlık devirlerine gitmek ve Türkiye'yi oraya götürmek isteyen meşum kara kuvvetlerdir, kızıl kuvvetlerdir.TBMM Zabıt Ceridesi, i:80, c:1, 12 Eylül 1955, 685.
Hükümet cephesinden olayların ortaya çıkış nedenine dair bir değerlendirme de DP İzmir Milletvekili Behzat Bilgin tarafından 28 Şubat 1956 tarihli Meclis oturumunda yapılmıştır.
Bilgin, öncelikle olayların "Vandalizm" olarak nitelendirilmesine karşı çıkmış ve Başbakan'ın "milli felaket" benzetmesine yakın bir tabirle İstanbul hadiselerini "bir felaket kasırgası" olarak nitelendirmişti.
Arka planda haklı nedenler olduğunu belirtip araya "ama"lar ekleyerek...
İstanbul hâdiseleri bir felâket kasırgası olmuştur. Şu bakımdan; millî heyecan feveran ederek muhakemeyi bir an için durdurmuş ve bazı aksak çıkmaz yollara sürükleyebilmiştir. Fakat bunun gerisinde haklı bir infial var, bunun gerisinde hissiyatı rencide olmuş bir milletin feveranı var, bunun gerisinde bütün bir milletin kendi şeref ve haysiyetini, kendi haklarını korumak azmi vardır arkadaşlar. İşte bunun içindir ki 6-7 Eylül hâdiselerini biz, iktisap ettiği manzaraya rağmen bir millî hassasiyet hâdisesi, bir reaksiyon, bir protesto olarak kabul ediyoruz. Ve bunun haddi aşmış taraflarını… hadden ileri kısmını reddetmekle iktifa ediyoruz…
TBMM Zabıt Ceridesi, i:47, c:1, 28 Şubat 1956, s.1071.
Hükümet sözcülerinin açıklamalarını destekleyen resmi belgelerde, 6-7 Eylül olaylarını ortaya çıkartan 6 neden sıralanmıştır:
- Yunan gazetelerinin Kıbrıs meselesinden dolayı Türkiye aleyhindeki neşriyatları
- 28 Ağustos 1955 tarihinde Kıbrıs Türklerine katliam yapılacağı haberleri
- 6 Eylül 1955 tarihinde Selanik'te Atatürk'ün doğduğu eve ve Türk Konsoloshanesine bomba atılması
- Batı Trakya halkına öteden beri yapılagelen baskılar
- Servetin ve refahın haset ve kinini taşıyan, amansız ve fırsat bekleyen bozguncu bir zümrenin mevcudiyeti.
- Bu mevzularda matbuatın vicdanları tehyiç eden neşriyatları.
BCA, 10.9/108.337.2.
Hükümet 6-7 Eylül Olaylarının komünist tahrik olduğunu açıklamıştı. Rumlara karşı husumetle başlamasına rağmen olaylarda tahrip edilen binaların sadece Rumlara ait olmaması, Musevilere, Ermenilere ve Türklere ait yerlerin de zarar görmesi bu nedenle bağdaştırılmıştı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Çünkü ülkenin servetini tahrip etmenin ve olayların eş zamanlı olarak İstanbul'la birlikte Ankara ve İzmir'de de tecelli etmesinin başka bir izahının olamayacağını savundular.
Başta Başbakan Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Fatin Rüştü Zorlu olmak üzere dönemin hükümet üyeleri bu inancı, sonuna kadar muhafaza etmişlerdir.
İsmet İnönü'nün damadı Metin Toker tarafından çıkarılan DP'ye muhalif Akis dergisinde de olaylar henüz sıcaklığını korurken benzer değerlendirmeler yapılmıştı. Ortada bir tahrik vardı.
Atatürk'ün evine yapılan suikast, yurtta tarif edilemez bir öfkeye sebep olmuştu. Zaten gergin olan hava, milli hislerle kalması gereken bir nümayişi kötü yollara sürüklemiş bir "Vandalizm" haline dönüştürmüştü.
Kütleleri o yola itenler hakkında hükümetin en sert tedbirleri ittihaz etmesini istemek herkesin hakkıdır. Zira nümayiş, az zamanda bir komünist nümayişi haline gelmişti. Birkaç saat içinde on binlerce sopanın, demirin yerden biter gibi çıkmasındaki gayrı tabiiliğin de gözden kaçmasına imkân yoktu…
En asil hisler, bir anda en adi şekle sokulmak istenmiş ve bunda kısmen muvaffak olunmuştu. Hatta Selanik'teki bombayı atan elin - bomba konsolosluğumuzun ve Atatürk'ün evinin camlarının kırılmasına sebebiyet vermiştir - bu niyetle o hareketi yaptığından şüphe edilemezdi.
Başbakan Adnan Menderes, bu süreçte olaylarda hükümetin en ufak kusuru olmadığını sık sık tekrarlamış veya tekrarlamak zorunda bırakılmıştı.
Mecliste muhalefet sözcülerinin hükümeti sorumlu gösteren açıklamaları Başbakan'ı bir gün "Bu zulme artık bir nihayet vermelerini rica ederim" diyecek kadar isyan ettirmişti.
Ayıptır arkadaşlar, yeter artık! Bu memleketin yarınını dahi ağır bir mesuliyet altında bulunduracak bu çeşit propaganda günahtır! Biz, yalnız hükümetimiz, yalnız iktidarımız için değil bundan sonra gelecek Türk hükümetleri aleyhine en küçük bir iltibas hâsıl etmeyecek tarzda vicdani hareket etmeye azmetmiş insanlarız, vicdanlarımızın emri sadece bundan ibarettir.
Başbakan, bu tür suçlamaların ülkenin menfaatine olmadığını hatırlatma ihtiyacı duymuş ve olayların faillerinin ortaya çıkartılmasının hükümetin görevi olduğunu söylemişti.
Bunun için de mahkemeler görevlendirilmişti. Tahkikatlar genişletilmişti.
İyi niyetli çabalara rağmen iddiaların sürekli gündeme getirilmesi, olsa olsa vicdanları dışarda bırakan bir particiliğin tezahüründen başka bir şey değildi. Başbakan, meseleye kendince son noktayı koymuştu.
Uzaktan yakından hükümete mensup olan her hangi bir şahsın zerre kadar ilgisi olduğu hükmünü verebilecek, zerre kadar tesiri olduğu hükmünü verdirecek bir tek delil bile mevcut olacak olursa hükümet olarak hükümetten istifa değil, insanlıktan istifa etmeye hazırız.
TBMM Zabıt Ceridesi, i:47, c:1, 28 Şubat 1956.
Hükümetten yapılan açıklamaların aksine Emniyetin raporlarına göre 6-7 Eylül Olaylarıyla komünistlerin bir ilgisi yoktu.
Bu durum 6-7 Eylül Olayları davasında Adnan Menderes'e sorulmuştur. Verdiği cevaptan gizli teşkilatlanma ile faaliyetlerini sürdürdükleri için hükümetin ilk anda olayları komünistlerle ilişkilendirdiği ve Emniyetin de bu doğrultuda yönlendirildiği anlaşılmaktadır.
Ayrıca o dönemde sadece hükümet değil muhalefet de olayı komünistlere mal etmiştir.
Hükümetin olayda sorumlu tuttuğu ikinci adres Kıbrıs Türktür Cemiyetiydi. 6-7 Eylül Olayları davasında Mahkeme Başkanı Başol, sık sık onların suçsuzluğunun kanıtlandığını hatırlatma gereği duymuştu.
Celal Bayar sorgusu sırasında Cemiyetin milli maksatla kurulduğunu söyledikten sonra konuyu kapatmayı tercih etmişti:
Memlekette Kıbrıs'a olan alakayı uyandırmıştır. Bundan fazla bir şey bilmiyorum.
Adnan Menderes ise Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin olayları organize ettiği ve olayın bir komünist tahrik olduğu şeklindeki iktidardayken savunduğu düşüncesini sürdürmüştür:
…İstanbul ve İzmit'ten otomobil ile geldim. Vilayet konağına gelinceye kadar bir takım vasıtalarla karşılaştım. Hatta bizim otomobili durdurdular ve Kıbrıs Türktür rozetini koymaya çalıştılar.
Bir taraftan Kıbrıs Türktür Cemiyeti var, onun yanında 'Kıbrıs Türktür' diye nümayiş yapıyorlar. Bu sebeple Kıbrıs Türktür Cemiyetinin bu hususta dahli olduğu kanaati bizde uyandı…6-7 Eylül Olayları Davası, s.14.
6-7 Eylül Olayları davasında başta Nurettin Aknoz olmak üzere tanık olarak dinlenen bazı kişiler olayların Kıbrıs Türktür Cemiyeti tarafından tertip edildiğine dair ifade verirken, bazı şahitler de bunun aksini söylemişlerdir.
Cemiyetin üyelerinden Orhan Birgit ve Başkanı Hikmet Bil, 6-7 Eylül Olayları Davasında şahit olarak dinlenmişlerdir.
Rumların evlerini işaretledikleri, olayları tertipledikleri gibi aleyhlerindeki tüm iddiaları reddeden Cemiyet üyeleri, mahkeme kararı ile masumiyetlerinin sabit olduğunu hatırlatmışlardır.
6-7 Eylül Olayları Davasında hüküm giyenler
6-7 Eylül Olayları Davasında, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakan Vekili Fatin Rüştü Zorlu, Devlet Bakanı Fuat Köprülü, İstanbul Valisi Ordinaryüs Profesör Fahrettin Kerim Gökay, İstanbul Emniyet Müdürü Alâeddin Eriş, İzmir Valisi Kemal Hadımlı, Selanik Başkonsolosu Mehmet Ali Balin ve yardımcısı Mehmet Ali Tenikalp, Oktay Engin ve Selanik Konsoloshanesinde görevli Hasan Uçar yargılandı.
Kıbrıs ihtilafının sürdüğü bir dönemde Rum vatandaşlara anayasanın tanıdığı kamu haklarının ırk ayrımı yapılarak kısmen kaldırılmasının hedeflendiği ve Türk vatandaşlarının tahrik edilerek Rumların mallarının yağmalandığı iddiası ile açılan dava, 20 oturum sürdü.
Ara karar 26 Kasım 1960 tarihinde toplanan 14.oturumda verildi. 3 Aralık 1960 tarihli duruşmada Başsavcı, mütalaasını okudu.
Nihai karar için Anayasa Davası ile birleştirildi.
Kıbrıs Türktür Cemiyeti, Öğrenci Dernekleri ve Milli Emniyet Hizmetleri gibi oluşumların faaliyetleri, yargılamanın dışında tutulmuştu.
Hatta bu oluşumların üyeleri şahit olarak dinlenmiş, Başkan Başol, Kıbrıs Türktür Cemiyetine yönelik bir suçlama yapıldığında "Onlar beraat etti, geçiniz" diyerek tepki göstermişti.
Mahkeme, 5 Ocak 1961 tarihinde Bayar hakkında takibat yapılamayacağına, Menderes ve Zorlu hakkındaki iddiaların sabit olduğundan Anayasayı İhlal Davasıyla birleştirilmesine diğer sanıkların da serbest bırakılmasına oybirliğiyle karar verdi.
Anayasayı İhlal Davası sonucunda Celal Bayar bu dava nedeniyle ceza almazken Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu, dörder yıl hapis ve 250'şer lira para cezasına çarptırıldılar.
Fuat Köprülü, Mehmet Ali Balin, Hasan Uçar ise 5 Ocak 1961 tarihinde serbest bırakılmışlardır.
Demografik dengeler
6-7 Eylül Olayları sonrası, Türkiye'den ayrılan gayrimüslimler olduğuna dair anılarda, dönem tanıklarının anlatımlarında bilgiler verilmektedir.
Demografik dengelerdeki değişimleri görmek için 1945-1960 yılları arasındaki nüfus verilerini karşılaştıralım.
Türkiye nüfusunun 18 milyon 790 bin 174 kişiye ulaştığı 1945 yılında yapılan sayıma göre Türkiye'deki Hristiyan ve Musevi vatandaşlarla ilgili veriler şöyledir:
- Hristiyan: 191 bin 262 (Katolik: 21 bin 950), (Ortodoks: 103 bin 839), (Protestan: 5 bin 213), (Gregoryen: 60 bin 260)
- Musevi: 76 bin 965
1945 yılında İstanbul'da toplam 1 milyon 78 bin 399 kişi yaşıyordu. Bunların 148 bin 196'sı Hristiyan, 49 bin 452'si de Musevi'ydi.
Ülke nüfusunun 24 milyonu aştığı 1955 verilerine göre Türkiye'deki toplam Hristiyan nüfus 208.867, Yahudi nüfus ise 45 bin 995'dir.
Nüfusu 1 milyon 533 bin 822'ye yükselen İstanbul'da 142 bin 424 Hristiyan, 36 bin 914 de Musevi yaşıyordu. İzmir'de toplam 5006 Hristiyan, 5383 de Musevi vardı.
1960'a gelindiğinde 28 milyona yaklaşan genel nüfus içinde Hristiyan nüfus 230 bin 190'a yükselirken Yahudilerin sayısı 43 bin 926'ya gerilemişti.
Nüfusu 1 milyon 882 bin 92'ye yükselen İstanbul'da toplam 141.722 Hristiyan (60 bin 614 Gregoryen, 12 bin 990 Katolik, 68 bin 118 de Ortodoks) ve 35 bin 483 de Musevi yaşıyordu. İzmir'de ise Hristiyanların sayısı 3 bin 896'ya, Musevilerin sayısı da 5 bin 67'ye gerilemişti.
Verilere bakılarak, 6-7 Eylül Olaylarının etkisiyle ilgili net rakamlar ortaya koymak zordur. Fakat kıyaslamalar ve çıkarımlar yapılabilir.
Hristiyanların sayısı, 15 yılda yaklaşık 40 bin artmıştır. Türkiye'deki nüfus artış hızı ile orantılı değilse de Hristiyan nüfusta bir azalma olmamıştır.
Fakat bu durum genel nüfus için geçerlidir.
İstanbul ve İzmir özelinde ise 1955 sonrası hem Hristiyanların hem de Musevilerin sayısının azaldığı görülmektedir.
1960 yılında bir önceki nüfus sayımına göre Hristiyan nüfusun sayısı, İstanbul'da 702 azalmıştır. 1945 yılına göre kıyaslama yapıldığında ise aradaki farkın (eksi yönde) 6 bin 424 olduğu görülür.
Bu verilerin ne kadarının 6-7 Eylül Olayları ile ilgili olduğu konusunda net bir şey söylenemese de olayların etkili olduğuna dair çıkarım yapılabilir.
1945 yılında sadece İstanbul'da 50 bine yakın Musevi varken, 1955'te ülke genelindeki Yahudilerin sayısı 46 bini dahi bulmamaktaydı. 1960 yılında bu rakam, 44 binin de altına düşecektir.
Belirtmeliyiz ki Musevi nüfustaki azalmanın asıl nedeni 1948 sonrası Türkiye'den İsrail'e yapılan göçlerdir. 1955-60 arasında Türkiye Yahudilerinin sayısının artmaması, aksine azalması ise 6-7 Eylül Olayları ile ilişkilendirilebilir.
1955-60 arasında örneğin İzmir'de Hristiyan nüfustaki oransal olarak görülen önemli azalma da 6 Eylül 1955 günü İzmir'de yaşananların bir sonucu olarak okunabilir.
Manevi bir yara…
1955'in 6 Eylül Salı gecesi İstanbul'da başlayan, 7 Eylül Çarşamba günü de devam edip gittikçe yayılan olaylar ve sonuçları, Türk siyasi tarihinde en çok tartışılan, üzerinde düşünülen, ortaya iddialar atılıp, kanıtlanamayan, cevapları bulunamayan hadiseleri arasında yerini almıştır.
Yaşananlarla ilgili çalışmalar yapılmış, popüler ve akademik birçok makale yayınlanmıştır.
Tanıkların anlatımları temel alınıp eserler yazılmış, Yılmaz Karakoyunlu tarafından meşhur "Güz Sancısı" romanı kaleme alınmıştır.
Hatta bu romandan Tomris Giritlioğlu'nun yönettiği bir sinema filmi de beyaz perdeye uyarlanmıştır.
6-7 Eylül'de yaşananların tam olarak bir izahını yapmak zordur. Olaylar, ideolojik, hissi vb. birçok yöne çekilebilecek türdendir.
Her şeyden önce belgeler, kanıtlar yetersizdir.
Yazı dizisini hazırlarken yerli, yabancı ulaşabildiğimiz arşivler, basın, mahkeme kayıtları, tanıkların anlatımları, telif, tetkik eserler incelendi.
6-7 Eylül Olayları dava tutanakları, iddianameden, savunmalara, tanıkların ifadelerine kadar tetkik edildi.
İddiaları destekleyici, olayları hükümetin tertiplediğine dair "şahsi kanaatler", "duyumlar" ve "geçtiği iddia edilen fakat doğruluğu kanıtlanamayan diyaloglar" dışında bir delil mahkemeye sunulamadı.
Hatta mahkemede şahit olarak dinlenen ve olayların hükümetin teşvikiyle meydana geldiğine dair inancını dile getiren Askeri Temyiz Mahkemesi Üyesi Hâkim Altındağ'a, Mahkeme Başkanı Salim Başol'un "mürettep olduğu hakkında bir şey söylemiyorsun orasını söyleyin" demesi üzerine Altındağ'ın cevabı "Elimizde bir delil yoktur" olmuştu.
Yani gerçekte ne açılan davalar olayları aydınlatabilmiş ne de suçlananların gerçekten suçlu olup olmadıkları anlaşılabilmişti.
Bu nedenle de çoğunlukla vicdani kanaatler devreye girmişti.
- 6-7 Eylül Olayları, söylemlerin, sloganların, toplumsal öfkeye dönüştükten sonra ortaya çıkan ağır sonucuydu.
- Provokasyonların, söylemlerin, toplumu yönlendirmede ne kadar etkili olduğunun bir başka deliliydi.
Vicdani kanaatimize göre yaşananlar, derin iz bırakan manevi bir yaraydı.
Bu yara, kabuk bağlasa da Kıbrıs meselesinde, adeta geleneksel hale gelen Türk-Yunan gerginliklerinde kısacası her fırsatta soyulmuş, içi açılmıştı.
Devlet görevi olduğu üzere maddi hasarları karşılamış, yaraları kendince sarmıştı.
Fakat geride korunamayan, unutulmayan ve izi silinmeyen başka şeyler kalmıştı…
Bu acı olaydan sonra Rumlar, İstanbul'da kalmak için çok direndiler. Ama bir türlü kabullenemediler… İstanbul'dan ayrılan Rum arkadaşlarımızı uğurlarken bizden çok onlar gözyaşı döktü… Onlar köken olarak Yunanlı değildiler… Yunanistan'a alışamadılar bir türlü. Televizyonlarda söyleşilere katıldıkları zaman gözleri doluyor her biri, İstanbul hasretiyle yanıp tutuşarak iç çekiyorlar hala…
Barmen Vefa Zat
Rıfat Bali, 6-7 Eylül 1955 Olayları Tanıklar-Hatıralar, s.129.
Yararlanılan kaynaklar:
T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi (BCA)
Fon Kodları: 10.9/108.337.2.
30.18.1.2/154.84.10
30.18.1.2/144.68.13
30.18.1.2/148.17.18.
10.9/108.337.2.
30.1/37.226.1.67
National Archives, Department of State Records, Gale Reference Complete very tabanından erişim
Fon Kodları:
90.1161/90.264.8; Op-922.F1W/1c: Ser: 002868p92; 2y99
Akis
Akşam
Doğu
Forum, 15 Ağustos 1955.
Havadis
Milliyet
Ulus
Zafer
Zehra Aslan, Demokrat Parti Döneminde Türkiye Yahudileri ve Yassıada Mağduru Yahudi Milletvekilleri İsak Altabev-Yusuf Salman, Libra Kitap, İstanbul 2018.
21 Ekim 1945 Genel Nüfus Sayımı, İstanbul İli, No: 286, TÜİK, Ankara 1949.
21 Ekim 1945 Genel Nüfus Sayımı, Türkiye Nüfusu, TÜİK, Ankara 1950.
22 Ekim 1950 Genel Nüfus Sayımı, No: 316, TÜİK, Ankara 1950.
Rıfat Bali, 6-7 Eylül 1955 Olayları Tanıklar-Hatıralar, Genişletilmiş 2. Baskı, Libra Kitap, İstanbul 2012.
TBMM Zabıt Ceridesi, i:80, c:1, 12 Eylül 1955.
23 Ekim 1955 Genel Nüfus Sayımı, Türkiye Nüfusu, TÜİK, İstanbul 1961.
TBMM Zabıt Ceridesi, i:47, c:1, 28 Şubat 1956.
23 Ekim 1960 Genel Nüfus Sayımı, Türkiye Nüfusu, TÜİK, No: 452.
Yüksek Adalet Divanı, 6/7 Eylül Hadiseleri Dava Tutanakları, TBMM Kütüphanesi (Açık Erişim), Yer: 1985-4503.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish