Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Faruk Beşer’in 5 Haziran 2020 tarihli yazısında yer verdiği Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı Din İşleri Yüksek Kurulu'nun üyelerinden Prof. Dr. Cağfer Karadaş’ın görüşleri sosyal medyada yankı buldu.
Karadaş, “Türkiye’de ateistler neden artıyor" sorusuna verdiği cevapta şu ifadeleri kullandı:
Ateist ve deistlerin temel argümanları şu anda felsefi olmaktan ziyade Kur’an çevirileri üzerinden oluşmaktadır. Meal çevirisi, bağlamı tam veremiyor. Öğrenciler okumaya başlayıp anlamlandırma sorunu yaşadıklarında kafaları karışıyor ve işte bu akımlara yönelebiliyorlar.
Karadaş’ın bu iddiasını diğer uzman ilahiyatçılara da sorduk. Görüşüne katılan olduğu gibi itiraz edenler de var. İşte o cevaplar...
Prof.Dr. Abdülaziz Bayındır / İlahiyatçı
“Mevcut meallari okuyan 'Din buysa ben yokum' demektedir”
Sayın Karadaş çok haklıdır. Mevcut mealleri okuyan ya susmakta ya da “Din buysa ben yokum!” demektedir. Buna, ‘bir şeyi yaptı’ anlamına gelen ‘şâe = شاء fiiline ‘bir şeyi istedi’ anlamı verilerek yapılan, affedilmez yanlışlara iki örnek verelim.
1- En’âm 148 ve 149. ayetler:
“Müşrikler /bir varlığı Allah’ın yetkilerine ortak sayanlar diyecekler ki “Allah (içimizde farklı bir inanç) var etseydi onları biz de ortak saymazdık atalarımız da. Hiçbir şeyi haram da kılmazdık.” Onlardan öncekiler de bu yalana sarıldılar ve sonunda baskınımızı tattılar. De ki ‘Yanınızda bir bilgi var mı ki çıkarıp bize gösteresiniz. Siz sadece zanna uyuyorsunuz; siz sadece atıyorsunuz.’
De ki ‘Kesin delil Allah’ınkidir. (İnanç konusunu size bırakmasa da) Tercihi Allah yapsaydı elbette hepinizi yola getirirdi.”
Diyanet İşleri Başkanlığı sitesinde yayınlanan mealde ayetlere şu anlam verilmiştir:
Putperestler diyecekler ki: “Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık. Onlardan öncekiler de aynı şekilde (peygamberleri) yalanladılar ve sonunda azabımızı tattılar. De ki: Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz. De ki: Kesin delil, ancak Allah’ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi.
Bu yanlış meale göre Allah, müşriklerin sözüne önce yalan demiş, sonra da onları onaylamıştır. Böyle büyük bir yanlış Allah’ın kitabında olabilir mi!
2- Nahl 93. ayet:
Yapılması gerekeni Allah yapsaydı hepinizi tek bir toplum (ümmet) haline getirirdi. Ama Allah, (sapıklığın) gereğini yapanı sapık sayar, (doğru yolda olmanın) gereğini yapanı da yoluna kabul eder. Yaptıklarınızdan elbette sorumlu tutulacaksınız. (Nahl 16/93)
Diyanet İşleri Başkanlığı meali şöyledir:
Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet kılardı; fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız.
Allah hem dilediğini saptırıp dilediğini yola getirecek, hem de saptırdıklarını, yaptıklarından sorumlu tutacaktır. Ne büyük bir çelişkidir!
Arap diline açıkça aykırı olmasına rağmen şâe fiiline verilen bu yanlış anlam sözlüklere, tefsirlere, meallere ve İslam inancını konu alan kitaplara kadar yerleştirilmiştir. Bu büyük yanlışı gizleyebilmek içinde sorgulayanlar, ağır cezalara çarptırılmıştır. Problem gerçekten büyüktür.
Ayşe Sucu / Türk Diyanet Vakfı Kadın Kolları Eski Başkanı
“Haksızlıklar gençlerimizi dindara karşı soğutuyor”
İstisnaları olabilir ancak benim gördüğüm, Türkiye’yi gezen ve farklı platformlarda bu tür sorulara maruz kalan biri olarak daha çok örnekler üzerinden din ve Diyanet’e mesafe koyulduğunu söyleyebilirim.
Özellikle gençliğin rol modeller göremiyor olması, devlet mekanizmasında olup bitenler. Bunu açmak gerekirse liyakate uyulmaması, devlet memuru alımlarında ve KPSS sınavlarında yaşanan haksızlıklar gençlerimizi dindara karşı soğutuyor.
Daha açık söylemek gerekirse "Müslümanım" diyerek kimlik mesajı verenlerin sözleriyle davranışlarının uyuşmaması dindarlığa karşı soğumaya ve “Din buysa ben dindar değilim" gibi sorgulamalara neden oluyor.
Benim tespitlerime göre birinci neden bu. İddia edilen diğer konu ise ancak ikinci belki üçüncü neden olabilir. Gençlerin dine dair dikkatlerini çeken ilk etapta ortaya konan dindarlıkla sözler arasında mesafenin çok açık olması
Prof.Dr. Hayri Kırbaşoğlu / İlahiyatçı
“Kur’anı sadece meallerle anlamaya çalışmak ciddi sorunlar getiriyor”
Kur’an 15 asır öncesinin mantalitesine göre gönderilmiştir. Cenab-ı Hak son mesajını insanlığa Araplar üzerinden ama o dönemin Araplarının anlayacağı şekilde göndermiştir. Kuran’ı sadece meallerle anlamaya çalışmak çok ciddi sorunlar getiriyor. Bu nedenle şöyle ikili bir hareket gerekiyor:
Birincisi Kur’ın hangi koşullarda geldiğini bilmek için 15 asır öncesinin Arap coğrafyasının sosyo – ekonomik toplumsal koşullarının iyi bilinmesi lazım.
İkincisi Kur’andaki anlatılanı bugüne yorumlamak lazım..
Örneğin Kur’anın geldiği dönem Araplarda çok değil sınırsız evlilik hakkı vardı. Kur’an çok evliliği icat etmedi, tersine sınırlandırdı. Ancak bunu günümüz insanına sadece meailini verirseniz anlamaz.
Kırbaşoğlu: “Çıplak metinde mealini okuyunca garipseyebiliyor”
Arapça mecazları çok zengin bir dil. Şayet önceden Arapça’ya hakim değilseniz bu tür anlam sorunları çıkıyor.
Kur’an yap-yapma gibi ayetlerin sayısı 200-300’tür. Geri kalanın yarısı Hz. Muhammed’in mücadelesini, hayatını diğer yarısında da önceki Peygamberleri anlatır.
Kur’an 10 emir gibi mekanik aktarılacak bir kitap değildir.
Bunlar izah edilmeyince, çıplak metin alınınca 15 asıl öncesinin Arap mantalitesine göre yazıldığını bilmeyen genç nesiller sorgulamaya gidiyor. Günümüz insanı çıplak metinde mealini okuyunca garipseyebiliyor.
Prof.Dr.İsrafil Balcı / İlahiyatçı
“Bütün faturayı meallere kesmek problemli”
Bu teze veya iddiaya katılmam mümkün değil.
Her iki kesimin temel iddiaları büyük oranda Kur’an çevirilerinden kaynaklı değil, aksine rivayet kültünün şekillendirdiği dindarlık veya peygamber algısı üzerine oturmaktadır.
Elbette ki, problemli mealler vardır ve yapılan meal hiçbir zaman kurucu metnin kendisi değildir, ancak bütün faturayı meallere kesmenin problemli olduğunu düşünüyorum.
Nitekim tavsiye edilebilecek mealler de vardır.
“Sorun mealde değil, rivayetleri dinin içine sokan anlayışta”
Kanaatimce asıl sorun vahyin rivayetlere kurban edilmesinden kaynaklanmaktadır.
Özellikle kimi meallerin rivayetlerdeki iddialara göre anlamlandırıldığını söyleyebilirim.
Maalesef geleneksel Müslüman bilincinde rivayetler vahiyle eşitlenen bir bakış açısıyla yorumlandığından, birçok problemli iddia dinin içine sokulmuştur ve bunlar Hz. Peygamber’in sözleri veya sünneti olarak kabul edildiği için adeta sorgulanamaz addedilmiştir.
Dolayısıyla problemi mealde değil kimi kaynaklardaki rivayetleri sorgulamasız kabul edip, bunları dinin içine sokan anlayışta aramak gerekir. Diğer bir deyişle problemin kaynağını rivayeti vahiyle eşitleyen anlayışta aramak gerekir.
Kanaatimce Diyanet ve İlahiyat Fakülteleri öncelikli olarak bu sporunu çözmeli ve bu bağlamda ortak proje üretmelidir.
Şayet vahiy merkeze konur ve rivayetler bu çerçevede ele alınırsa, problem büyük oranda çözülecektir.
Böylece sözü edilen kesimlerin iddiaları referanssız kalacağı gibi, aynı zamanda deizme kayan geçlerin zihnindeki din ve peygamber algısı da daha doğru zemine oturacaktır.
Prof. Dr. Saim Yeprem / İlahiyatçı
“Kur’an dört beş tercümesi ve tefsir ile okunmalı”
Cafer Karadaş benim öğrencimdir.
Kur’an-ı Kerim yapı olarak edebi bir eserdir. Mecazlar kinayeler vardır. Her dilde olduğu gibi özellikle Arapça edebi metni bir başka dile birebir çevirmek mümkün değildir.
İcaz vardır. Yani az sözle çok şey anlatma sanatıdır.
Kur’anda öyle anlam ve cümleler vardır ki bir tercümeyle anlatmak mümkün değildir. Birkaç tercümeyle anlatmak gerekir.
Mütercimler Kur’anı tercüme ederken anlamlı ifadelerden birini koyuyor diğerlerini koymuyor. Bunun tercümesini okuyan diğer tercümelerini görmeyen Kur’anı ondan ibaret sanıyor.
Meal işin aslına yönelik bir ifade demek. Birebir karşılığı değil. Detaya girince meal olmuyor tefsir oluyor.
Ben yıllardan beri Kur’anı okurken en az dört beş tercümesi ve tefsiriyle birlikte okunması gerektiğini tembihliyorum.
© The Independentturkish