Meşhur seyyahımız Evliya Çelebi’nin anlatıları üstünde her daim kuşku bulutu vardır.
Ama bendeniz Tanpınar’ın Beş Şehir’deki sözlerine bir istinat duvarı gibi yaslanırım:
Seyahatlerine doğruluğundan şüphe ettirecek derecede latif ve mizahî bir rüya ile başlayan Evliya Çelebi’nin rüyalarına ne kadar inanabiliriz? Bunu pek bilemem. Zaten ben Evliya Çelebi’yi tenkit etmek için değil, ona inanmak için okurum. Ve bu yüzden de daima kârlı çıkarım.
Yine Seyahatnâme’yi okurken; Kâmil Kepecioğlu’nun tespitini cebimde taşır, sayfalardaki hayata şu cümlelerle bakarım:
Gördüğü şeyleri doğru yazmış ise de işittiği şeylerde çok mübalağa göstermiştir.
Şimdi yazının başlığını yavaş yavaş açalım: Malum, Evliya Çelebi 27 Nisan 1640 tarihinde (takvim kaynaklı gün sapmaları pek mümkündür) ilk şehir dışı yolculuğunu Osmanlı İmparatorluğu’nun taht-ı kadîm’i Bursa’ya yapar.
Yoldaşı Okçuzade Ahmet Çelebi ile geçirdiği günleri ilgilisi Seyahatname’nin ikinci cilt, birinci kitabından (YKY edisyonu) takip edebilir.
Hemen hatırlatalım: Evliya’nın Bursa’ya gidişi (gelişi?) kişisel tarihinde ilk değildir.
29 yaşında hayatında üçüncü kez Osmanoğulları’nın birinci payitahtına ayak bastığındaysa ‘seyyah’ apoletini takar omuzlarına.
Evet, şehre adımını attığı an hem kendisi hem de insanlık için büyük andır.
Bundan sonra kaleme alacağı şehirleri Bursa taslağıyla ölçüp biçecek, 'o belde'ler ya 'Bursa gibi' yahut 'Bursa’da bile yoktur' cümleleri arasında kendi hikayesini anlatacaktır.
Hangi şehre gitse, hangi dağı, ovayı, çarşıyı, köprüyü, camiyi, hanı, hamamı görse benzetme edatının şalını ilk payitahtla örtecektir.
Orhan’ın sütkardeşi, Bursa’nın hâkimi…
Şüphesiz İmparatorluğun kuruluşunda, Rumeli’ne geçişler belli aralıklarla vuku bulmuştur.
Fakat devletin bir ‘Balkan İmparatorluğu’ olarak kurgulanmasının başlangıcı Bursa fatihi Orhan Bey oğlu Süleyman Paşa’nın 1352’de Gelibolu’ya ayak basmasına tarihlenir.
Osmanlı modernleşmesine, Cumhuriyet’in kuruluşuna ve bugüne uç veren bu uzun hikayenin şimdilik bizi ilgilendiren bölümüne bakalım:
Evliyamız, Süleyman Paşa ile Rumeli’ne giden ‘hünerli yiğitler’in yanında büyük dedesi Ece Yakub’u da zikreder.
Haladere, Yalvaç Dede, Kara Mürsel, Kara Koca gibi gazilerin Kapudağ burnundan deriden tulum sallarla Rumeli’ne geçtiklerini anlatan gezginimiz, ekibin önce İpsala’yı fethettiğini, ilk namazlarını burada kıldıklarından ötürü de buraya ‘ibtidâ salâ’dan bozma İpsala (etimolojik hokuspokus?) dendiğini kaydeder.
Dedesinin Tekirdağ, Silivri ve İstanbul kapılarına kadar kılıç vurup gaza malıyla Çanakkale Çardak’ta cami yaptırdığını, bunun sorumluluğunun da kendisinde olduğunu belirtir.
Büyük babasının bavulunu taşıyan seyyahımızı takip edelim:
Bir cami de İznik şehri içindedir; ama bu Çardak’taki caminin minaresine yıldırım çarpmasıyla yıkılmıştır. İnşallah imar ederiz. Bu hayrât sahibine Ece Yakub denmesinin aslı Germiyan kavmi arasında ‘ece’ diye kardeşe derler. Bunlar Kütahya’da anadan doğdukları sırada Osman Gazi oğlu Orhan Gazi o sırada Kütahya’da dünyaya gelmiş ve Ece Yakub ile süt emişip sütkardeş olduklarından Ece Yakub derler. Daha sonra Bursa Kalesi’ni Orhan Gazi fethettiği gün bu akrabamız Ece Yakub’u Bursa hâkimi edip kendileri Konya şehrine giderler. Sonra Ece Yakub Bursa şehri içinde nice hayrât u hasenâtlar yapmıştır, caminin sahasında metfundur, Allah rahmet eylesin.
Büyük dede, Pınarbaşı mezarlığında metfun!
Yeri gelmişken; kaynakların (Âşıkpaşazâde versus Kemalpaşazâde) Ece Yakub ismi üzerinde ihtilafa düştüğünü de belirtelim.
Ama yazının başında da ifade ettiğimiz üzere Evliyamızın perspektifi üzerinden ilerliyoruz.
İşte, gezginimizin kendi soyunu Ahmed Yesevî’ye dayandırırken; saydığı silsilede yer alan “Süleyman Hân aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân rûhiyçün ve bu gazalarda bulunan pederimiz serzergerân-ı Dergâh-ı âlî Derviş Mehemmed Zıllî ibn Kara Ahmed ibn Kara Mustafâ ibn Yavuz Er ibn Ece Ya’kûb…”un kabri Bursa’nın Pınarbaşı mezarlığında.
Ama durun flaş bilgi burada bitmedi, parmağımızı deklanşöre basılı tutalım:
Galiba dedesi de seyyahımız gibi yolculuğu seviyor; çünkü fotoğrafın arabında ‘nakli kubur’, yani ‘kabrin bir yerden başka bir yere taşınması’ var.
“Bu zatın Evliya Çelebi’nin dedesi olması mümkündür”
Tam burada şehri dirilten adam Kazım Baykal’ın verdiği bilgiler yönümüzü aydınlatıyor:
Evliyâ Çelebi’nin ‘caminin sahasında metfundur’ diye işaret ettiği yer, bugün Bursa’nın yeni simgesi Doğanbey Tokiler’in ‘mücavir alan’ındaymış.
Kentin belleğine ‘Hacı Yakup mescidi’ olarak da geçen bu küçük cami, Fevzi Çakmak Caddesi'nin yakınında ahşap, küçük minareli, kagir bir yapı imiş.
Merhum Baykal Hoca, ‘üzerinde kitabesi bulunmayan taşı II. Murad devri taşlarının süsündendir. Hacı Yakup’a isnat edilir, fakat tevsik edemedim. Bu zatın Evliyâ Çelebi’nin dedesi olması mümkündür” kaydını düşüyor.
Dikkat ettiniz mi bilmiyorum; fakat mescidi tarif ederken, miş-li geçmiş zaman kullandım; zira eser, 1966’da yıkılmış ve arazi, eski bir Başvekil numarasıyla yola katılmış.
Kim bilir başka hangi tesadüfler kapımızı çalacak?
Bu arada Hacı Yakup’la Ece Yakup aynı kişiler mi sorusu gelebilir aklınıza.
Raif Kaplanoğlu’nun kaydettiğine göre mescidin adı Cumhuriyet’le birlikte ‘Ece Yakup’ olarak değiştirilmiş.
Yapının ortadan kalkması neticesindeyse mezar, muhtemelen Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu’nca yeni harf ve mezar taşıyla şehrin en eski kabristanı Pınarbaşı’na konmuş.
Sözün özü... Benim bu mezarı bulmamdaki başlıca amil, Seyahatname üzerinde ‘arkeolojik kazı’lar yaparken; Evliya Çelebi’nin atasını pek tabi kendi kurgusuna büyük bir saygıyla dâhil etmesi oldu.
Demem o ki gezginimizin kişisel tarihini metatarihle harmanlaması dikkatimi celp etti.
Sonra puzzle’ları birleştirdim ve karşıma böylesi ‘acayip ve garip bir dünya’dan resim ya da ‘manzaradan parçalar’ çıktı.
Velhasıl başlı başına bir ‘vatan aynası’ olan büyük seyyahımız Evliya Çelebi’ye bakın; çünkü kendi yüzünüzü göreceksiniz.
Masalla gerçeğin iç içe geçtiği eski dünyanın son günlerini onun kaleminden okuyun, kim bilir başka hangi tesadüfler kapımızı çalacak?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish