Unutulmuş bir Kürt ve Alevi aydını Doğan Kılıç’tan günümüze kalan…

Faik Bulut Independent Türkçe için yazdı

Doğrusu, Doğan Kılıç hakkında özel bir bilgiye sahip değildim. Musa Anter’in Hatıralarım isimli kitabında adı geçen bu aydının hayat mücadelesi meğer dikkatimden kaçmış.

Zira Anter’in kitabını yaklaşık 25 yıl önce okumuştum. 5 Şubat 2020 tarihli Gazete Duvar isimli internet gazetesinde yayımlanan Cumhuriyet dönemindeki ilk Alevi kimlik mücadelesi: 1963 Alevi Bildirisi isimli makalem için araştırma yaparken bu isim, ilk kez dikkatimi çekti.  

Hemen ardından 1966 Alevi Bildirisi başlıklı ikinci yazıyı, aynı gazetede yayımlarken bu defa, Vartolu Kürt Alevi emekli yargıç/hukukçu Memet Tural bana kendisinden bahsetti.

Okuyup dinledikçe merakım arttı. Araştırmalarımda karşıma farklı bilgi ve belgeler çıktı.

Sözgelimi Bingöl Haberleri, Zazaki.net, Yeni Özgür Politika ve Roja Newe gibi siteler ile Ma Sekerdo Kardaş: Dersim 38 Tanıklıkları adlı derleme kitapta şu ibare yer alıyordu:

Doğan Kılıç Şıhhasananlı, 1963’te ‘Kürtçülük’ ithamıyla hapsedildi. Ehlibeyt Yolu adlı bir dergi çıkardı. İsveç’e (Norveç olması lazım-F.B.) iltica etti ve yurtdışında öldü…


Meğer benden daha meraklı olan İbrahim Bulak isimli bir gazeteci, duyarlı davranıp çok önce bu konuya el atmış.

Araştırmasından sonra yazdığı makalenin başlığını da şöyle koymuş:

Kayıp bir Kürt ve Alevi aydını: Doğan Kılıç.


Makale Özgür Politika, Bingöl Haberleri, Zazaki.net gibi sitelerde yayımlanmış. Bulak yazısına şöyle başlamış:

Uzun zamandır Roja Newe gazetesini merak ediyordum. Bir nedeni gazetenin muhtevası, diğeri de sahibi Doğan Kılıç idi. Kendisine dair elimdeki bölük pörçük bilgi/belgeler, onun döneminin etkin bir Kürt ve Alevi aydını hatta önderi olduğunu anlamaya yetiyordu. Önemli olan, bunları yan yana getirmekti. Nihayet araştırmacı Mutlu Can sayesinde belgeye ulaştım… Bir dönemin en çok tanınan, bilinen isimlerinin bir süre sonra unutulduklarına dair çok örnekler vardır. Özellikle Kürtlerde, bunun çok daha fazla olduğunu düşünüyorum. Doğan Kılıç’ın da unutulduğunu düşünüyor ve hatırlanması gerektiğine inanıyorum.
 


Sürgün yılları ve hak arayışı

1927 Erzincan doğumlu Doğan Kılıç’ın babası toprak sahibi ve önde gelen bir Kürt lideriydi.

Babası, dedesi, amcası dahil aile efradının çoğunu 1938’de Dersim Olaylarında kaybeden Kılıç ve ailenin geri kalanı Burdur’a sürülür.

Çok genç yaşlarda Amerika’ya gider ve Amerikan ordusunda askerlik de yapar.

9 yıl kaldıktan sonra 1956’da Türkiye’ye gelmiş; İstanbul Belediyesi Enformasyon Dairesi’nde çalışmaya başlar. 
 


ABD’den yaratıcı düşüncelerle dönen Doğan Kılıç, Dersim 1938’de suç işleyenlerin (görevlilerin) açığa çıkartılması için hukuki yolları dener.

1957 yılında İstanbul’da savcılığa verdiği dilekçeyle 1938’de Erzincan köylerinden sorgusuz sualsiz pek çok vatandaşın kurşuna dizdirildiği ihbarında bulunur.

Bu girişimiyle ilgili dönemin Cumhuriyet gazetesinde çıkan haber şöyledir:

Doğan Kılıç adında bir şahıs, dün Savcılığa müracaatla, 1938’de Erzincan köylerinden sorgu sualsiz pek çok vatandaşın kurşuna dizdirildiği ihbarında bulundu. Doğan Kılıç adlı şahıs, dün savcılığa müracaat ederek, 1938 senesinde Erzincan’ın köylerinde içlerinde akrabası da bulunan pek çok şahsın sebep gösterilmeden kurşuna dizildiğini, zamanın jandarma komutanı ve mülkiye âmirleri hakkında zaman aşımına uğramadan derhal kovuşturulma açılmasını istemiştir.

Halen (İstanbul) Fatih’te oturmakta olan Doğan Kılıç müracaatında, 1938 senesinin yaz aylarında Erzincan’a bağlı Mercan Sürbehan köyünde ikamet etmekte iken bir gün jandarmaların gelerek dedesi Kamber Delice ve amcası Seyid Ali Uygun’u, yol yaptırılacağı bahanesiyle evden alıp götürdüklerini, aynı iddia ile köyden ve civar köyden pek çok kimsenin alınarak Mercan Deresi Boğazı’na götürülüp kurşuna dizildiklerini bildirmektedir. Muhbir iddiası sonunda, bu şahısların suçlarının açıklanmadığı gibi, yargılanmadan kurşuna dizildiklerini belirterek, önümüzdeki yaz aylarında zaman aşımına uğrayacak olan olayın müsebbiplerinden jandarma komutanı ve mülkiye âmirleri hakkında derhal kovuşturma yapılmasını istemektedir. Savcılık ihbarla ilgili kovuşturma açılması için, dün Erzincan savcılığına yıldırım telgrafı çekmiştir.

(Bkz. Cumhuriyet, 26 Aralık 1957)


Bu girişiminden sonuç alamayan Doğan Kılıç, bir yıl sonra yine İstanbul’dan Erzincan Savcılığı’na ihbarda bulunur. Bu kez kendisiyle beraber 4 Erzincanlı müşteki daha vardır.

Ma Sekerdo Kardaş: (N’etmişiz Kardaş) Dersim 38 Tanıklıkları adlı kitabın derleyicisi İlhami Algör’ün yazdığına bakılırsa, Surbahan köyünden 1927/28 doğumlu İzzet Gökdemir Algör isimli kadın ile Murat Koç adlı köylüsü bunlardandır.

1961 yılında, adı geçenler, Dersim olayı ile ilgili olarak İstanbul Sirkeci’deki askeri yetkililere ortak dilekçe ve ifade verirler:

Babamızı mahkemesiz katlettiler!


Dilekçe Erzincan’da soruşturulmuş. Sonuç alınamayınca, İzzet Gökdemir Algör’ün abisi Kazım’ın ifadesine başvurmuşlar.

O da, muhtemelen korku ve baskı nedeniyle “Yok öyle bir şey!” deyiverince, dosya kapatılmış. (Bkz. Ma Sekerdo Kardaş, Mayıs 2018, İletişim Yayınları)  

İkinci girişim hakkında Cumhuriyet gazetesinde çıkan haber ise şöyledir:

Dâvâcı ve muhbir Doğan Kılıç dün de Erzincan Savcılığına yeni bir ihbarda bulundu. Erzincan’da 1938 senesinde pek çok köylünün sebepsiz yere kurşuna dizildiği yolundaki ihbar ile iddiayı şehrimiz savcılığı kanalı ile yapan Doğan Kılıç, dün de Erzincan Savcılığına gönderilmek üzere savcılığa bir ihbar dilekçesi vermiştir. Dâvâcı ve muhbir Doğan, bu dilekçesinde, Erzincan Valisinin kovuşturmanın açılması üzerine köydeki mağdur ailelerine manevi baskı yaptığını iddia etmekte ve hakkında bu yolda kovuşturma açılmasını istemektedir. Aslen Erzincanlı olup, şehrimizin Fatih semtinde oturan Doğan Kılıç’ın 1938 senesinden babası ve tanıdıklarının sebepsiz kurşuna dizildiklerini 1957 senesi içinde ihbar ve iddiasından sonra, Erzincanlı diğer 4 muhbir de aynı şekilde başvurmuşlardır. Şehrimiz ilgili makamları iddia üzerine derhal gerekli işlemleri yapmışlardır.

(7 Mayıs 1958)


Kılıç’ın kültür ve edebiyat faaliyetleri

Doğan Kılıç, 1960 yıllarda isminin yanına aşiretinin adını da ekler: Böylece D. Kılıç Şıhhasananlı olur.

Bu isimle Roja Newe ve kitaplarını yayımlar. Adı gazetelerde ve kitaplarda farklı biçimlerde yazılır.

Aynı dönemde İstanbul’da basın ve sanat dünyasında görünür olmaya başlar.

1960 yılında İngilizceden çevirterek hazırladığı Çin Edebiyatı Antolojisi’ni yayımlar…

1962’de yayın hayatına başlayan Barış Dünyası dergisine de yazar. 
 


15 Mayıs 1963 yılında Kürt gazeteciliğinde önemli bir yeri olan ve ilk modern Kirmanckî metinlerin yer aldığı Roja Newe gazetesiyle karşımıza çıkar.

15 Mayıs Kürtler ve Kürt yayıncılığı için önemli bir tarihtir. Zira Celadet Bedirxan, 1932 yılında Şam’da o gün Hawar’ı yayımlamıştır… 

“Kürt devleti kurmak”la suçlanan 13 kişi

Roja Newe’nin çıkmasının üzerinden henüz bir ay geçmiştir ki Doğan Kılıç ve 12 kişi daha sonra “23’ler Tutuklanması” diye anılacak davada tutuklanır.

Dönemin İçişleri Bakanı Hıfzı Oğuz Bekata, büyük bir zafer edasıyla ‘Topraklarımızda bir Kürt devleti kurmak isteyen 13 kişi yakalandı’ diye basına demeçler verir (Cumhuriyet, 29 Haziran 1963).
 


Ardı sıra tutuklamalarla 23 kişiye ulaşacak olanlar için idam cezası istenir.

Basına fotoğraflarıyla beraber servis edilen ilk 13 kişiden biri olan Musa Anter, anılarında olayın iç yüzünü mizahi bir dille anlatır:

Yine tutuklanmıştık. Tutuklanmamıza şu enteresan bahaneyi buldular. Abdulsettar Hamavendi adlı dolandırıcı, acaip bir adla Bağdat’a bir emlak bürosu açmış, sahte vesikalarla şunun bunun arsalarını satmış. Yaptığı işler anlaşılınca da, Suriye’ye kaçmış. Şeytani bir kültürü vardı. Kendisi aynı zamanda gazeteci, imam ve avukat! Yakalandığı zaman üzerinde Barzani ve Cemal Abdulnasır’la çekilmiş bir fotoğrafla İhvanı Müslimin”in (Müslüman Kardeşlerin) bir mührü bulunmuştu.

Resmi hüviyeti şuydu: El Hac Huseyn Mahammi Abdulsettar Hamavendi… İşte bu adam televizyonunu Halep’e tamire götürürken, orada Nuri Dêrsimi’yi görüyor. Kendisini, Nuri Bey’e gazeteci olarak tanıtıyor. İstanbul’a gideceğini söylüyor.

Nuri Bey de diyor ki, ‘Mademki İstanbul’a gideceksin, orada gazeteci iki yeğenim var. Onları gör, sana yardımcı olurlar.’ Bunlardan biri ben, diğeri de Doğan Kılıç. Önce Doğan Kılıç’ı görüyor. Doğan Kılıç da Dêrsimli olduğu için, ‘Doğru, Nuri Dêrsimi benim amcamdır. Sana gerekli yardımda bulunurum; Musa Anter’e de lüzum yok’ diyor.

Doğan Kılıç, Hamavendi’ye ne istediğini soruyor. Hamavendi, Müslüman Kardeşler üyesi olduğunu, İsrail Başkonsolosu ile görüşüp kendisinden para, silah ve deniz botu vermelerini isteyeceğini söylüyor. Doğan, ‘İyi, konuşuruz da; yalnız benim için de listeye bir matbaa koy’ diyor.

İsrail Konsolosuna telefon ediyorlar. Taşlık Gazinosu’nda randevulaşıyorlar. Meğer kendileri ile konuşanlar MİT’miş. Ertesi gün randevuya giderken ikisi de yakalanıyorlar. Üst ve eşyaları aranıyor. Benim adresim de üzerlerinde çıkıyor. Gazetelerde, Hamavendi’nin acaip kıyafetli resmi altında, ‘Barzani’nin bana  (Musa Anter’e-F.B.) gönderdiği adam’ diye bir haber yer aldı.

(Bkz. Musa Anter, Hatıralarım,
Aram yayınları, üçüncü baskı, İstanbul, 2013.) 


Aslında 23’ler Tutuklanması Deng, Roja Newe gibi Kürtçe-Türkçe süreli yayınların çıktığı ve Güney Kürdistan’da Mele Mustafa Barzani öncülüğünde gelişen hareketin Kürt aydınları arasında milli bilinci güçlendirdiği bir dönemde, devletin olası Kürt aydınlanmasının önünü almak için kurduğu bir tezgâhtı.

Peşi sıra gelişen tesadüfler sonucu Doğan Kılıç, tutuklanmanın baş aktörlerinden biri olmuştu.

23’ler Tutuklanması’nın iddianamesinden anlıyoruz ki polis arama esnasında Doğan Kılıç ile Nuri Dersimi’nin birbirine gönderdikleri mektuplara suç delili olarak el koymuş.

Nuri Dersimi, Doğan Kılıç’a gönderdiği bir mektupta, iddianamede yer alan kısmıyla şöyle demiş:

Zulüm payidar olamaz ve olmayacaktır. Şehitlerimizin ruhunu yâd edeceğimize emin olmalısınız. Milyonlarca kardeşlerimizin sinesinde şeref ateşi volkanlaşmıştır. İşte ben de bu gurbet ellerinde o şeref için yaşıyorum.


Aynı iddianamede geçen şekliyle Doğan Kılıç’ın sorgu esnasında Barzani hareketine sempatisini gizlemediğini öğreniyoruz. (Bkz. Yaşar Kaya, Yirmi üç Kürt Aydını, Avesta yayınları üçüncü baskı, İstanbul, 2017.) 

Alevi hakları için mücadele ve Demirel’e telgraf

Bir süre tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılan Doğan Kılıç, bu kez Türkiye’de Alevilerin ilk gazetesi olan Ehlibeyt Yolu gazetesinin sahipliğini üstlenir.

1966’da yayına giren dergi, haftalık olarak basılmıştır. O sıralarda Diyanet İşleri Başkanı ile Adalet, Zafer gibi gazetelerdeki kimi Türk-İslamcı kesimler, Alevi inancına hakaret içeren yazılar yazmışlar.

Dönemin Alevi öğrencileri (çoğu Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okuyan) bu hakaretleri gündeme getirerek 1966 Bildirisi’ni yayınladılar. (Bkz. Faik Bulut, “Alevi öğrencilerin Şubat 1966 Bildirisi: Varlık mücadelesine devam…”, Gazete Duvar, 20 Şubat 2020.) 

Aleviler, adına dönemin başbakanı Süleyman Demirel’e telgraf çektiler. Tepkiler siyasi çevrelerden de gelince, Demirel Diyanet İşleri Başkanı’nı görevinden azletti.

Bunun üzerine Aleviler, Başbakan S. Demirel’e teşekkür telgrafı gönderdiler:

Biz Alevilere karşı bulunan Diyanet İşleri Reisi İbrahim Elmalı’yı azletmenize teşekkür ederiz.


O bağnaz kesimlerin Alevilere yönelik görüş ve söylemlerini eleştiren yazılar bizzat Doğan Kılıç tarafından yazılmıştır.

250 bin Alevi adına ”Ehlibeyt Yolu” gazetesi sahibi Doğan Kılıç Şıhhasanlı tarafından çekilen telgraf şöyledir:

Biz Alevilere karşı bulunan Diyanet İşleri Reisi İbrahim Elmalı’yı azletmenize teşekkür ederiz. Biz Aleviler bu kimseyle sonuna kadar mücadeleye kararlıydık. Hilâfetçi, gerici, ırkçı zümrelerin hükümete yaptıkları baskıyı görüyoruz. Dirayetinizi kullanmanızı istiyoruz. Diyanet İşlerini cumhuriyetçi ve medeniyetçi ahkâma göre muhafaza etmenin tek çaresi bu teşkilâtta Alevilere yer vermekle olacaktır. Alevilik bu teşkilâtta temsil edilmezse eninde-sonunda hilâfetçiler buraya hâkim olacaklardır. Hürmetlerimiz sunarız.

(Bkz. Cumhuriyet gazetesi, 11 Ekim 1966.)


Ehlibeyt Yolu gazetesi öncülüğünde 11 Haziran 1967 tarihinde Elbistan’da ‘Ehlibeyt Gecesi’ düzenlenir.

Âşık Mahsuni Şerif, Kul Ahmet gibi halk ozanlarını katıldığı gecede Doğan Kılıç, Alevi yurttaşların sorunlarıyla ilgili bir konuşma yapar:

Türkiye’de 10 milyon Alevi olmasına rağmen bir senatör dahi çıkaramıyoruz. Hürriyetimiz, elimizden alınmıştır. Çoğumuz, oraya buraya sürülmüşüz. Ticaretten mahrum edilmişiz. Amerika’da papaz ve kiliselere devlet yardım etmezken, Türkiye’nin cami hocalarına aylık vermesi laikliğe aykırıdır. Bize, Kızılbaş diyorlar. Ona bakacak olursanız, kanımız da kızıldır…
 

Bu sözler üzerine, Elbistan’daki Türk-İslam bağnazları, şiddetli protesto gösterisi yaptılar. Bir yandan İstiklal Marşı söylenirken, diğer yandan “Müslümanlık ve Türklüğü kimse zedeleyemez” diye bağıran bir kalabalık var. Bu arada konuşmacı Doğan Kılıç, aynı kitle tarafından tartaklandı…

(Bkz. SolHafiza isimli tweeter,
10 Şubat 2019) 


Aynı konuşma nedeniyle ertesi gün, Elbistan ilçesinde Alevi avı başlar. Araştırmacı yazar Mehmet Bayrak’ın “Dersim katliamından sonra Alevilere karşı yapılan devlet destekli ilk katliam provası” dediği olayı, 3K’ye yani Kürt, Kızılbaş, Komünist olanlara karşı yapılan bir katliam girişimi olarak tanımlar.

Geceden dolayı linç girişiminden zor bela kurtulan ama tutuklanıp yargılanan Kılıç, Mersin’de yapılan duruşma sonucunda beraat eder. (Bkz. Mehmet Bayrak, Alevi Katliamları, Öz-ge Yayınları, Ankara, 2011)
 


Turancı bir yazarın Doğan Kılıç tanımı: Yedi Peçeli

Doğan Kılıç ile ilgili en ilginç ve detaylı kaynak, Turancı Türk milliyetçisi ve aynı zamanda Nihal Atsız’ın öğrencilerinden olan Altan Deliorman’ın kitabında bulunuyor:  

Deliorman, isim vermeden ‘Yedi Peçeli’ başlığıyla Doğan Kılıç’tan bahseder.

“Büyük bir kabiliyet”,  “Erzincanlı bir genç”, “Roja Neveci” gibi sıfatlarla tanımladığı Kılıç’ın, ne denli ’bölücü, mezhepçi, komünist’ biri olduğunu yazar.

Yine Altan Deliorman’ın anlatımlarından Doğan Kılıç’ın Türkiye’de Alevilerin ilk siyasi deneyimi olan Türkiye Birlik Partisi’nin kuruluşunda yer aldığını, o yıllarda Türkiye’de federatif bir sistemi savunduğunu ve daha başka birçok ayrıntıyı öğreniyoruz.

(Altan Deliorman, Kırık Kanatlı Jöntürk, Bayrak Basım Yayın, ikinci baskı, İstanbul, 2009. Aktaran İbrahim Bulak, “Kayıp bir Kürt ve Alevi aydını: Doğan Kılıç”, Zazaki.net sitesi)  

Kuşkusuz, bu suçlamada Kılıç’ın Irak’taki Kürt Hareketi'nin efsanevi lideri Molla Mustafa Barzani ile yaptığı söyleşinin payı da vardır.

Bu arada yanılmıyorsam, Türkiye’de yaşayan bir gazetecinin Barzani ile gerçekleştirdiği ilk söyleşi/röportaj da budur.  

Gurbette ölüm…

Gurbette yaşanan yalnızlık ve yurt hasreti, Kürtçe'nin Kurmanci lehçesinde “Xeribi zehmete vaye…” diye stran (türkü) haline getirilmiştir;

Dımilkide ise en hoşuma gideni “Dayê dayê dayê, bekesa min vayê” sözüyle başlayanıdır.  

D. Kılıç’ın hayat serüveni de bunu aratmaz: Türkiye’de kaldığı sürede yıllarca hapis yatan Doğan Kılıç, 1973’te ülkeyi terk eder.

12 Ocak 1974’te Norveç’te ikamet etmeye başlayan Kılıç 26 Ocak 1982’de Norveç vatandaşlığını alır.

3 Şubat 1984’te ise Alexander Bertelsen adıyla kendisine yeni bir Norveç pasaportu verilir.

Aldığı yeni isim ve pasaportla Türkiye’deki ailesini ziyaret etmek isterken 16 Şubat 1984’te Ankara’da tutuklanır.

Norveç’te iken Torstein Kongslien ile Kürtler ile ilgili hazırladıkları ‘Kurderne, et folk i Midt-Østen’ adındaki Norveçce kitaptan dolayı Türk Ceza Kanunu’nun 140'ncı maddesi uyarınca yargılanır.

Norveç vatandaşı olduğu için tutuklanması Norveç ve Türkiye arasında bir krize neden olur.

Durumu sık sık Avrupa Konseyi ve Norveç Parlamentosu’nda gündeme gelen Doğan Kılıç’ın tutukluluğu Türkiye’yi zor durumda bırakır.

Doğan Kılıç yazdığı kitaptan dolayı beş yıl hapse mahkûm edilir. Türkiye’nin ”uzak dostumuz” dediği Norveç ile krize dönüşen olayı ‘tatlıya bağlamak’ için Doğan Kılıç, Türk vatandaşlığından çıkarılır ve 18 aylık tutukluluktan sonra Norveç’e dönmesine izin verilir. (Bkz. Milliyet, 13 Mart ve 18 Ağustos 1985 ile 25 Mayıs 1986 tarihli nüshaları)

Minorsky’nin Kürt dili üzerine yazdığı bir eserin çevirisine ek olarak Mahabad Kürt Cumhuriyeti ve M. Mustafa Barzani’nin rolünü anlatan bir kitaba da imzasını atmakla tanınan Doğan Kılıç, Norveç’e dönüşünden sonra yaşadıklarını o ülkenin dilinde kaleme aldığı ‘Fange i Ankara’ kitabında anlatır.

2004 yılında Norveç’te sessizce bu dünyadan terki diyar eyler ve orda gömülür. 

 

NOT: Yararlandığım kaynakları yukarıda zikrettim ama burada asıl faydalandığım kaynak, İbrahim Bulak’ın bahsedilen makalesidir. Kendisine teşekkürü borç bilirim.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU