İnsan insana iyi gelmeli,
İyi gelmeyecekse hiç gelmemeli.Nazım Hikmet Ran
Tarih boyunca birçok millet, medeniyet ve devlet ortaya çıktı, ancak Eskimolar, Aborijinler ve Kızılderililer gibi topluluklar da bu süreçte yok olmanın eşiğine geldi.
Dilleri, kültürleri, gelenekleri ve adetleri, egemen güçler tarafından ya yok edildi; ya kendilerine mal edilmiş ya da pejoratif bir şekilde yansıtıldı.
ABD film endüstrisi Hollywood, Kızılderilileri dünyaya tanıtan önemli bir platform olmuş, ancak onlara çoğu zaman ilkel, barbar, kan dökücü ve düşman gibi olumsuz imajlar yükledi.
Peki, gerçekte Kızılderililer, tarif edildiği gibiler mi?
Onların yaşadıkları trajedi ne kadar biliniyor?
Kızılderililerin yaşadıkları pogromun nesiller boyu süren acısı, çeşitli belgeseller, kitaplarla, filmlerle ortaya çıkarıldı ve çıkarılmaya devam ediyor.
Böylece; hafızalardan silinmeye çalışılan, bastırılan ve görmezden gelinen bu trajedinin aslında hiç unutulmadığını görüyoruz.
Özü itibarıyla sanat, edebiyat, müzik; savaşa, öldürmeye karşıdır.
Ancak bu dalların acı, tatlı olayları ya da işlenen zulümleri işleyerek unutulmaz kıldığı da bir gerçek.
Pablo Picasso'nun "Guernica" tablosu, Dee Brown'un "Kalbimi Vatanıma Gömün" kitabı ve Şivan Perwer'in "Halepçe" şarkısı olmasaydı, o vahşet ve katliamlar belki de unutulmuştu.
"Kızılderililer Nasıl Yok Edildi?" adlı kitap, adından da anlaşılacağı üzere Kızılderililer katliamını eksenine alıyor.
16'ncı yüzyılda yaşamış İspanyol rahip ve tarihçi Bartolomé de Las Casas tarafından kaleme alındı.
Las Casas, Kristof Kolomb'un seferlerine katılmış ve Amerika kıtasındaki yerli halkların İspanyol sömürgeciler tarafından maruz bırakıldığı zulüm ve soykırımı bizzat gözlemlemiştr.
Bu eser, onun İspanya Kralı Don Felipe'e yazdığı mektuplardan oluşmakta olup, dönemin tanıklıklarına dayanan önemli bir birincil kaynaktır.
Bartolomé de Las Casas, krala yazdığı bir mektupta, anılarını yazmasının nedenini şöyle açıklar:
Susarsam zorbaların yok ettiği vücut ve ruhlardan sorumlu olurum.
Las Casas'ın gözlemleri ve olayları olduğu gibi aktarması, Hollywood'un yarattığı olumsuz imajı yıkar.
Ve Kızılderililerin insani yönlerini, yaşadıkları haksızlıkları vurgulayarak, yaygın anlatıların ötesine geçerek tarihsel gerçekleri ortaya çıkarır.
Kıtadaki yerli halka Hristiyanlığı öğretmek için görevlendirilen Las Casas, oraya gittiğinde, oradaki insanlarla ilgili izlenimlerini hemen kaleme alır:
Açık, sağlıklı ve canlı bir anlayışları vardı. Her türlü iyi öğretiyi öğrenecek kadar yetenekli ve uysaldılar. Bu bakımdan kutsal Katolik inancımızı ve erdemli geleneklerimizi benimsemeye çok uygundular. (s. 20)
Gördüklerini, yaşadıklarını ve yaptıklarını 20 başlık altında yazdı.
İşte bazı başlıklar: Ana Kara, Yeni İspanya, Yutacan Krallığı, Santa Marta Eyaleti, Kızılderililer Nasıl Yok Edildi?
Amerika kıtası, zengin ve çeşitli kültürlere, değerli kaynaklara, coşkun akarsulara ev sahipliği yapan verimli topraklardı.
Bu uygarlıklar doğayla uyum içinde, barış içinde bir yaşam sürdürüyordu.
Avrupalı kaşiflerin ve yağmacıların 1492 yılında bu kıtaya ayak basması, buradaki insanlar için tam bir dönüm noktası oldu.
Bu tarihten sonra kan döküldü, insanlar yakıldı, kazığa oturtuldu, ızgarada kızartıldı.
Ardından yağma, tecavüz, salgın hastalıklar ve köleleştirme geldi.
İspanyollar, doğal kaynaklara ve değerli madenlere sahip olmak için yerli halkların yaşamlarını, inançlarını ve savaş güçlerini incelediler.
Onları, "yumuşak huylu, kötülük bilmeyen, çalmayan, öldürmeyen, eli açık, dürüst" insanlar olarak tanımladılar.
Buraya gelen ilk kâşiflerden biri olan Kristof Kolomb, yerli halktan beklemediği bir misafirperverlik, cömertlik ve güler yüz görür; reisleri tarafından ağırlanır ve hürmet görür.
Kendisine avuç avuç elmas, altın gibi değerli mücevherler takdim edilir. O da seyahati esnasında tuttuğu günlükte yerli halktan şöyle bahseder:
Silahın ne olduğunu bilmiyorlar. Onlara bir kılıç gösterdim, keskin tarafından tuttular ve ellerini yaraladılar… Bunlardan çok iyi hizmetkâr olur. Sadece elli adamla bu yerlilerin hepsine kolayca boyun eğdirebiliriz ve her istediğimizi yaptırabiliriz. (s.9)
ABD'li tarihçi S.E. Morison, kristof, Kolomb hakkında şu çarpıcı tespitte bulunur:
1492'de bir yeryüzü cenneti olan İspanyol Adası'ndaki bütün insanların yok edilme siyaseti ve uygulaması Kolomb tarafından başlatıldı. (s.10)
Lass Casas, Kızılderilileri sindirmek, kendi deyimiyle "yeryüzünden silmek" için kullanılan iki yöntemden bahseder:
"Acımasız savaş" ve "aydınların öldürülmesi"
Kolomb'un açtığı yoldan ilerleyen istilacılar, eşi görülmemiş bir soykırıma girişirler.
Kadın, erkek, çocuk, yaşlı, hasta demeden herkesi kılıçtan geçirirler.
Hayatta kalanları ya hizmet etmeye zorladılar ya da köle olarak sattarlar.
Bu süreçte aileler parçalanır, topluluklar dağılır.
İnsani değerler hiçe sayılarak, milyonlarca masum insanın hayatı karartılır.
Bu soykırım, tarihin gördüğü en büyük felaket olarak kayıtlara geçer.
Anne sütü emen bebekleri zorla alıyor, ayaklarından tutup başlarını kayalara çarpıyorlardı. Bazıları ise onları yüksekten ırmaklara atıyor, bir yandan da gülerek şakalaşıyorlardı. Çocuklar suya düştüğünde: ‘kımıl kımıl oynuyorsun, seni komik şey seni! (s.25)
Las Casas, gördüğü olayları vahametini anlatabilmek için bazı ifadeler kullanır:
Bu insanlara yapılan soykırım ve yıkımın özellikleri öylesine çok ki, sayfalar dolusu anlatmakla bitmez.(s.31)
Anlattıklarımız yapılanların yanında hiç kalır. (s.48)
Hiçbir dil, hiçbir yazı, hiçbir insani beceri, bu topraklarda gerçekleştirilen korkunç olayları anlatmaya yetmez.(s.49)
Her eyalette yapılan tahribi, zulmü ve cinayetleri anlatmak zor, hatta imkansızdır. Zaten anlatılsa bile, buna dayanabilecek insanın taş kalpli olması gerekir.(s.54)
Karl Marx haklı mı?
Karl Marx, 1843'te "Din bir halkın afyonudur" der.
Bu sözle, insanların inançlara, dine veya kutsal sayılan şeylere boyun eğme eğiliminde olduklarını vurgular.
Bu kutsallar kullanılarak insanlara birçok şey yaptırılabilir.
Çünkü bunlara karşı gelmek, "Tanrı"ya karşı gelmekle eş tutulur.
Marx'ın bu sözünden yıllar önce, kolonyalistler "inancın" bu karşı konulmaz etkisini keşfettiler ve kullandılar.
Birçok halk gibi Kızılderililer de buna kandılar.
Yerliler önce onların gökten indiğini sandılar. Ta ki Hristiyanlar onlara veya komşularına binbir çeşit kötülük, hırsızlık, şiddet ve eziyet uygulayana kadar. (s. 23)
Kutsal kitaplar ne diyor?
Kutsal metinlerdeki öğretiler, her insanın vatanına, inancına, diline ve kültürüne saygı gösterilmesini öğütler.
Her bireyin, sahip olduğu bu değerleri koruma ve geliştirme hakkı vardır.
Bunların zarar görmesi durumunda kutsal metinler, insanlara buna karşılık vermeleri gerektiğini söyler.
Bu konuyla ilgili Kuranı kerim'in Mümtehine suresi'nin 9'uncu ayetinde "Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır" denir.
Mezmurlar'da (Zebur) ise şöyle denir:
Eylemlerine, yaptıkları kötülüklere göre onları yanıtla;yaptıklarının, hak ettiklerinin karşılığını ver. (s,31)
İnsan onurunu ayaklar altına alan muameleleri kabullenmeyen yerliler, geç de olsa istilacıların gökten inmediğini anladılar.
Birleşip savaşmaya, topraklarını ve kendilerini korumaya karar verirler.
Yazar, onların mücadelesini haklı bulur:
Bu son derece haklı ve kutsal bir savaştı. Söylediğim gibi sebepleri çok haklıydı. (s.53)
Kitabı okurken şu yargıya vardım:
Aydın, yazar ve ya sanatçı, milletine karşı sorumluluk taşır.
Bunlar, toplumlarının maruz kaldığı kırımları ve haksızlıkları eserlerine işleyerek dünyaya duyurmalıdır.
Bu sorumluluk, her bir insan için de geçerlidir.
Birey, şahit olduğu, duyduğu, bildiği ve öğrendiği olayların yalnızca anlatıcısı olmamalı; aynı zamanda yazanı da olmalı.
"Kızılderililer Nasıl Yok Edildi?" bunun en iyi örneklerinden biri.
Kitap, İspanyolların Amerikan yerli halklara reva gördüğü şiddet, derdest etme ve soykırım planlarını ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır.
Las Casas, yerlilerin barışçıl ve misafirperver yaşam tarzlarına değinerek, sömürgecilerin açgözlülük ve vahşetini eleştiriyor.
Batı medeniyetinin karanlık bir dönemine ışık tutan, sömürgecilik ve insan hakları ihlalleri konusunda kayda değer tarihi bir belgedir.
Bu notlar vesilesiyle Hollywood filmlerinde Kızılderililer hakkında anlatılanların doğru olmadığını hep birlikte görüyoruz.
Meryem Ural tarafından Türkçeye çevrilen bu eser, tarih meraklıları ve insan hakları konularına ilgi duyan okurların kütüphanesinde bulunması gereken bir kaynak.
Bir Kızılderili şiirinden anlamlı bir alıntıyla bitirelim:
Geliyorlar ötelerden. Başıma garip belalar geldi ama yine de benimdir bu koca ülke. (s.7)
Kitaplarla kalın!
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish