Mısır eski Dışişleri Bakanı ve Washington'un deneyimli büyükelçilerinden biri olan Nebil Fehmi, Tunus'un başkentinde Mart ayı sonunda yapılması planlanan yeni bir Arap zirvesinin başlamasından birkaç hafta önce, Arap bölgesi ve Ortadoğu'nun karşılaştığı krizlerin karmaşıklığı ve çokluğu ile iç içe geçen küresel ve uluslararası sorunlar hakkında Independent Arabia’dan Ahmed Abdülhakim’in sorularını yanıtladı. Filistin meselesinin marjinalleştirildiğini düşündüğünü ifade eden Fehmi, Araplarla İsrail arasında barışı sağlamanın en temel dayanağı olan barış süreci temellerinin sulandırıldığını ifade etti.
Fehmi’nin Kahire'deki Amerikan Üniversitesi'nde bulunan ofisinde gerçekleştirilen görüşmede eski Bakan, Arap ve uluslararası arenadaki en acil konular ve en önde gelen meseleler hakkındaki görüşlerini aktardı.
“Şiddetli Arap krizleri” Tunus'taki zirvenin gündeminde
Bölgenin yaşadığı Arap krizlerinin “çok sayıda, şiddetli ve kolayca atlatılmasının zor” olduğunu dile getiren Fehmi, bu krizlerin ciddiyetinin, Arap zirvelerinin düzenlenmesi ve Arap liderleri arasında ciddi tartışmaların yapılması için ek bir gerekçe oluşturduğu değerlendirmesinde bulundu.
Filistin meselesinin marjinalleştirilmesi ve temellerinin sulandırılması
Eski Mısırlı diplomat Nebil Fehmi, Arap ve uluslararası arenada Filistin meselesine yeniden odaklanılmasını, Arap liderlerinin şu anda dikkat etmesi gereken en önemli bir konulardan biri olduğunu düşünüyor. Filistin meselesinin marjinalleştirildiğini düşündüğünü ifade eden Fehmi, Araplarla İsrail arasında barışı sağlamanın en temel dayanağı olan barış süreci temellerinin sulandırıldığını belirtiyor.
Filistin meselesinin Arap sorunları arasındaki merkezi konumunu koruması gerektiğini dile getiren Fehmi, Libya, Yemen, Suriye ve diğer bölgelerdeki krizlerin, Arap bölgesi üzerinde birer baskı unsuru olarak kullanıldığını söyledi.
Libya krizinin güvenlik kapsamında çözülmesine ihtiyaç var
Libya hakkında açıklamalarda bulunan Fehmi, gerek Arap dünyasında gerekse de bölgesel ve uluslararası çabalara rağmen Libya krizinin çözümü için henüz siyasi bir sürece ulaşılmadığını belirtti. Ayrıca Birleşmiş Milletler (BM) Libya Özel Temsilcisi Gassan Selame’nin girişimlerinin ve diğerlerinin çabalarının belirli bir çözüme yol açması ve yaklaşmakta olan Arap zirvesine destek olması yönündeki umudunu dile getirerek, siyasi hareketliliğin ve Libyalı tarafların uzlaşısı üzerine yapılan çalışmaların Libya içindeki durumu sakinleştirmeye yönelik bir güvenlik süreci ile desteklenmesi gerektiğini söyledi.
Suriye, Arapları içeren küresel bir denklem
8 yıldan fazla süredir devam eden Suriye krizi hakkında konuşan Nebil Fehmi, Suriye denkleminin, Suriye'nin ulusal sınırlarını aşan içsel, bölgesel ve uluslararası jeopolitik bir denklem olduğunu söyledi. Denkleme ABD, Rusya, Türkiye, İran ve hatta Arap rolünün dahil olduğuna dikkat çeken Fehmi, krizin yankılarının şiddetli olduğunu ve önceki siyasi denklemleri aştığını belirtti.
Yemen'in ulusal kimliğinin Arap olmayanlar tarafından parçalanması
Yemen’deki gelişmeler ile ilgili açıklamalarda bulunan Fehmi, Yemen'deki durumun ulusal kimliği ortadan kaldırmaya çalışan bir girişim olduğunu ve Arap olmayan tarafların Yemen ve Arap denkleminde dengesizlik yaratmaya çalıştığını belirtti.
BM himayesinde Yemenli taraflar arasında yapılan İsveç anlaşmalarına ve sorunu çözmeye yönelik diğer çabalara atıfta bulunan Fehmi, Arap dışı müdahaleler dolayısıyla ateşkes kararına bütünüyle uyulmadığını ifade etti. Ayrıca Fehmi, Filistin meselesinin yeniden merkeze alınmasının yanı sıra Libya, Suriye veya Yemen meselesinde Arap sesinin yankılanmasının oldukça önemli olduğunu dile getirdi.
Suriye ve Arap Birliği'ne dönüş
Suriye'nin Arap Birliği'ne geri dönüşüne ilişkin tartışmaların kesintiye uğramadığını dile getiren eski Mısır Dışişleri Bakanı, son zamanlarda bu konuyla ilgili tartışmaların arttığını kaydetti. Suriye'nin geri dönüşü sorununun yıllardır gündemde olduğunu belirten Fehmi, Suriye meselesi ile ilgili gelişmeler ile birlikte bu meselenin bu yıl olduğu kadar ciddiyetle ele alınmadığını belirtti.
Fehmi bu konudaki düşüncelerini şu ifadeleri ile dile getirdi:
“Suriye'nin Arap Birliği'nin aktif bir üyesi olması normaldir. Ancak son dönemde Suriye’nin Arap Birliği'ne dönüşü konusundaki artan konuşmalara rağmen bu konuda henüz tam bir fikir birliği olmadığı görünüyor. Bununla birlikte Şam, Arap çevreleri bu hususta ikna etmek için çokça çaba sarf ediyor. Bence görüş ayrılıkları arasında bir fark var. Bunun doğal olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Araplar arasında ayrılmaya ve bölünmeye varan bir çatışma olduğuna inanıyorum. Suriye meselesi hakkındaki ihtilaflar birbirleri ile çelişecek düzeye ulaştı. Bu yüzden Suriye'nin Arap Birliği'ndeki rolüne geri döneceğini umuyorum. Fakat bu biraz zaman alacak.”
Fehmi bu bağlamda Suriye tarafına, iyi niyetini göstermesi ve bu hususta Arap devletlere güvence vermesi çağrısında bulunurken, Arap tarafları da Suriye'yi Arap Birliği'ne geri döndürmek için atılan bu adımları stratejik bir vizyonla düşünmeye davet etti.
Yüzyılın Anlaşması ve ABD'nin bölgedeki barış girişimi
Nebil Fehmi, ABD tarafından yapılan resmi açıklamaların yanı sıra aylardır uluslararası basın tarafından dile getirilen ve ‘yüzyılın anlaşması’ olarak bilinen ABD’nin İsrailliler ve Filistinliler arasındaki barış için önerdiği plana ilişkin nihai ayrıntıların bilinmediğini düşünüyor. Bundan dolayı Fehmi, temelde neyin teklif edildiği tespit edilmeden Arap tutumunu belirlemenin ve ayrıntılara cevap vermenin zor olduğunu söylüyor.
Fehmi’ye göre Filistinlilerin haklarını ve barış sürecinin temellerini güvence altına alan bir barış için 5 ciddi adımın atılması gerekiyor. Bu adımların; “5 Haziran 1967 öncesindeki sınırlara geri dönülmesi, Filistin devletinin tanınması, Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olması, mülteci meselesinin çözülmesi ve Arapların bu ilkeleri korumaları ve ihmal etmemeleri” olduğunu belirten Fehmi sözlerini şöyle sürdürdü:
“ABD tarafından böyle bir teklif ile karşı karşıya kaldığımızda bu teklifi gözden geçireceğiz. İlgili teklifin bu barış ilkelerini içermemesi halinde bu unsurlarla çelişebilecek ayrıntıları müzakere etmek zor olacaktır. ABD’nin büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma sürecini hızlandırması, Kudüs’ü İsrail'in başkenti olarak tanınması ve Filistin yönetimini desteklemeyi bırakması beni endişelendiriyor. Bütün bunlar barış sürecinin temellerini sarsacak olumsuz göstergelerdir. Diğer sorun ise mevcut İsrail hükümetinin, iki devletli bir çözüm temelinde Filistin meselesini ele alma konusunda ciddiyetten uzak olmasıdır. Bu nedenle, daha olumlu bir İsrail tutumunun olmadığı durumlarda tarafları tatmin eden bir çözüme ulaşmayı hayal etmek zor. Tüm bu olumsuz göstergeler iyimser olmamızı engelliyor. Arap tarafını, konuyu ciddiye almaya ve barış süreci temelinde harekete geçmeye davet ediyorum.”
ABD tarafının Arap barış girişiminin ötesinde Filistin meselesini farklı bir zemine çekme olasılığı üzerine konuşan Fehmi şu değerlendirmelerde bulundu:
“ABD yönetimi, meseleye dair olan kendi gerçekliğini ancak kendi politikasındaki pozisyonları ile ilişkili bir şekilde tek taraflı olarak dayatabilir. Ancak, barış sürecinin temellerine aykırı olarak, Filistin tarafına veya uluslararası topluluğa bunu dayatamaz. Trump'ın Kudüs'ün İsrail'in başkenti olarak tanınması açıklamasından sonra uluslararası toplumun ve Avrupa Birliği'nin (AB) tutumu bunun delilidir.
Nitekim aynı ay BM, Kudüs meselesinin Filistinliler ile İsrailliler arasındaki doğrudan müzakerelerle çözülecek nihai bir durum olduğunu teyit eden bir karar taslağını kabul etti. Bununla birlikte bir dizi Arap ülkesi, Doğu Kudüs'ün Filistin'in gelecekteki başkenti olacağı hususuna dokunulmaması konusunda uyarıda bulundu. Kudüs, esasında bir Arap meselesi olduğu gibi bölgesel fikir birliği de bu meselenin çözülmesi ile bağlantılıdır. Bölgesel ve uluslararası arenada bir güç dengesizliği söz konusu. Uluslararası düzeyde, ABD’nin bölgeden çekilmesine ve Sovyetler Birliği'nin çöküşünü izleyen yıllar boyunca mevcut olan Rus durgunluğundan sonra Rusya’nın yeniden ortaya çıkışına tanık oluyoruz. Ayrıca Ortadoğu’da gün geçtikçe artan bir Çin rolü var. Bölgesel olarak en önemli meselelerden biri ise Arap ve Arap olmayan ülkeler arasındaki bölgesel güç dengesinin sağlanamamasıdır. Türk ve İran tarafından uygulanan sert politikalara tanık oluyoruz. Farklı alanlarda hegemonya kurmak için çaba gösteriyorlar. Suriye ve Irak'taki Türk pozisyonları, Arap dünyasında geçtiğimiz yıllarda dile getirilen şeylerin ötesine geçti. İran’ın Körfez’den Yemen’e, Kuzey Afrika'dan Akdeniz’e kadar uyguladığı stratejilerin ise daha aktif ve daha katı olduğu görünüyor. Bu, iyi komşuluk ilişkilerine uygun olmayan İran ve Türkiye’nin egemenlik kurmaya yönelik politikalarının bir sonucudur. Ayrıca bu durum, uzun yıllar boyunca süregelen Arap hatalarından kaynaklanıyor. Bu hatalar, Arap arenasını dış güçlerin müdahalesine açık bir alan haline getirdi.”
Terörizmi yenmek için toplu hareket
Terör meselesinin iki ana yönü olduğunu belirten eski Mısır Dışişleri Bakanı Fehmi şu açıklamalarda bulundu:
“Terörizm meselesinin iki ana yönü vardır. Bunlardan birincisi ideolojik güvenliktir. Bu, geleneksel doğal güvenlik politikasının kapsamı dışında kalan bir grup aşırılık yanlısının faaliyetlerini kapsar. Bana göre bu durum, askeri müdahale gerektirir. Bununla birlikte aşırılık yanlısı unsurların, sıradan vatandaşların sorunlarından yararlanmaya çalıştığı terörizmi besleyen bir manzara var. Bu bağlamda ülkelerin, terör örgütlerinin hareketlerini sınırlandırmak için ekonomik ve sosyal yönlerini geliştirmeleri gerekiyor. Libya, Irak ve Suriye’nin durumu buna örnek olarak gösterilebilir. Askeri baskı, Maşrık’taki terör eyleminin hacmini daraltmaya çalışıyor. Bundan dolayı terörü etkisiz hale getirmek için askeri rezervlere ihtiyacımız var. Aynı zamanda bölgeleri ekonomik ve sosyal olarak rehabilite etmek için de çaba sarf etmeliyiz. Özellikle bu, kolektif eylem olmadan gerçekleştirilemez. Küreselleşmiş bir arenada yaşıyoruz. Bu nedenle bir teröristin özgürce hareket etmesi ve finansal kaynaklar bulması oldukça kolay. Uluslararası finansal kurumların ve ülkelerin, terörizmin büyüdüğü bölgeler de dahil olmak üzere gelişmekte olan bölgelerdeki ekonomik ve sosyal koşulları ele almak için özel çaba harcamaları gerekiyor.”
4 aşamalı çözüm
Bölgenin krizler ile ilgili 4 aşamalı bir çözüm sunan Nebil Fehmi şunları söyledi:
“Öncelikle başlıca Arap ülkeleri ile çevrelerindeki diğer Arap ülkeleri arasında gerek güvenlik gerekse de siyasi bakımdan bir işbirliğinin sağlanması ve ikinci olarak askeri, siyasi ve istihbarat alanlarında Arap öz kapasitesinin güçlendirilmesi gerekiyor. Üçüncü aşamada, terör meselesi de dahil olmak üzere temel konulardaki Arap pozisyonuyla ilgili olarak diğer devletlerle olan Arap turizminin etkinleştirilmesi gerekiyor. Bu durum daha net bir Arap vizyonunu ortaya koyacaktır. Son olarak önde gelen ülkelerden ve çevrelerindeki diğer ülkelerden başlayarak, Ortadoğu'nun ve Arap dünyasının geleceği hakkındaki vizyonlar üzerine düşünülmesi gerekiyor. Böylece bölge için uygun bir siyasi bir form sunabilir ve bunu, Rusya, Çin, Avrupa ve Amerika ile olan diyalogun temeli yapabiliriz. Bu dört adım, Araplarla Arap olmayanlar arasındaki ulusal güvenlik dengesini kademeli olarak temin edebilir. Çatışmalara girmeyi kastetmiyorum. Bizimle ve komşu ülkeler arasındaki güvenliği, barışı ve istikrarı koruyan bir denge bulmaktan bahsediyorum. Bölgedeki Rus rolü giderek büyüyor. Aynı şekilde Çin rolünde de gelecekte büyümelere tanık olunacak. Çin’in doğal enerji kaynaklarına duyduğu ihtiyaç ve mal ve piyasalarının güvenli koridorlarını koruma çabaları nedeniyle askeri bir duruma tanık olunmasa da, gelecekte bunun değişmesi mümkün görünüyor.”
Arap dünyasını kim yönetebilir?
Mısır'ın bölgeye önderlik edecek en nitelikli Arap ülkesi olduğunu söyleyen eski bakan, Mısır’ın büyüklük, nüfus ve entelektüel üretim açısından dikey ve yatay derinliğe sahip olduğunu ve uluslararası taraflar arasında ayrıcalıklı bir konumu olduğunu söyledi. Karşı karşıya kaldığı zorluklara rağmen Mısır’ın büyük bir ülke olduğunu belirten Fehmi, Mısır’ın girişimlerde bulunma ve fikirler önerme hususundaki rolünün devam ettiğini dile getirdi. Kahire’nin Arap Körfezi’nde, Maşrık’ta ve Kuzey Afrika'da bu rolüne ortak olacak devletler bulması gerektiğini ifade eden Fehmi, Araplar ile Arap olmayanlar arasındaki jeopolitik dengenin ve Arapların kendi içindeki istikrarının sağlanmaması durumunda, Ortadoğu'da yaşanılan bölgesel güç dengesizliğinin devam edeceğini söyledi.
Türkiye-Arap, İran-Arap diyaloglarını başlatmanın ve Suriye tarafını Arap arenasına çekmeye çalışmanın önemine dikkat çeken Fehmi sözlerini şöyle sürdürdü:
“Özellikle Türk tarafı ile Mısır tarafı arasındaki ihtilafların yoğunluğu göz önüne alındığında, bahsettiğim durumlardan hiçbirinin hızlı bir şekilde gerçekleşmesini beklemiyorum. Suudi Arabistan başta olmak üzere İran tarafı ve Körfez tarafı arasında da benzer bir durum söz konusu. Bu nedenle Mısır'ın, İran tarafının Körfez ve Ortadoğu'daki faaliyetleri ile ilgili olarak Arap komşularıyla arasında bir güven oluşturabilecek sınırlı talepler ve fikirler sunacağını düşünüyorum. Kastım, mevcut sorunların hızlı bir şekilde çözülmesi değil, durumu sakinleştirmeye ve güven inşa etmeye yönelik bir diyaloğun başlatılmasından söz ediyorum.”
"Babamın hayatımda büyük bir etkisi var"
Nebil Fehmi, Independent Arabia ile yaptığı özel röportaj sırasında gerek diplomat gerekse de bakan olarak sürdürdüğü genel çalışmalarında kendisini en çok etkileyen ismin 1970'lerde Mısır Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olan babası İsmail Fehmi olduğunu söyledi.
Fehmi, babasının Mısır vatanseverliğine ve bakanlık veya diplomatlık makamının sizi devleti temsil etmekten sorumlu tutan özel bir siyasi yapıya sahip olduğu anlayışına bağlı olduğunu söyledi. (İsmail Fehmi 1973'te Dışişleri Bakanlığı görevini üstlendi, fakat 1977'de Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’ın Kudüs’e yaptığı ziyareti protesto etmek için istifa etti.)
Diplomaside faaliyet gösterenlerin bu sorumluluk çerçevesinde üstlerine karşı daima açık ve dürüst olması gerektiğini dile getiren Fehmi, böylece seçilen şahıslar önünde yapılan sunumların açık ve iyi olacağını belirtti.
Mısır Dışişleri Bakanlığı görevine geldiği ilk günler hakkında konuşan Fehmi, o günlere dair şunları söyledi:
“Babamdan, herhangi bir tarafın mutluluğuna yahut mutsuzluğuna bakmaksızın açık ve net, tarafsız ve ciddi olmayı öğrendim. Çünkü böyle bir sorumluluk Mısır menfaatlerinin korunmasını gerektiriyor, karşı tarafın razı edilmesini değil. Diplomatik kariyerime başladığım sırada babamın bana söylediği şu sözlerin hayatımda eşsiz bir yeri vardır: “Herkes kendi yolunu seçer. Benim tecrübemi yaşamaya çalışma. Çünkü benim tecrübem belirli bir zaman dilimi ve belirli koşullar ile şekillendi. İlkelerini muhafaza ettiğin sürece verdiğin kararlara güven.” Babamın bu sözleri tüm siyasi çalışmalarım boyunca bana rehberlik etmiştir.”
Suud el-Faysal ve güçlü pozisyonu
Fehmi, Prens Suud el-Faysal ile ilk kez otuzlu yaşlarında Suudi Arabistan Krallığı'nın Dışişleri Bakanı olarak atandığı sırada bir araya geldiğini söyledi (Dünyanın en uzun süre görev yapan Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal 1975'ten itibaren 40 yıl bu görevde bulundu).
Nebil Fehmi sözlerini şöyle sürdürdü:
“O sıra Mısır’a babamla görüşmeye gelmişti. Yıllar sonra diplomatik çalışmalarım sırasında ve 30 Haziran 2013 devriminden sonra Dışişleri Bakanlığı görevini devraldıktan sonra kendisi ile uluslararası ilişkiler hakkında görüş alışverişinde bulundum. Prens Suud her zaman açık sözlü ve dürüsttü. Kendine özgü ve benzersiz bir kararlılığı vardı. Çatışmaksızın sahip olduğu pozisyonu sürdürebiliyordu. Bakan olmadan önce Prens Suud'u İngiltere'deki evinde birkaç kez ziyaret ettim. Çok mütevazı ve misafirperverdi. Bunu her daim muhafaza etti.”
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.