Düşmanlarından olduğu kadar dostlarından da sıkça duyduğumuz bir kanı var: Donald Trump farklı bir sınıftan, farklı bir zihniyetten gelen ve seleflerinden farklı öncelikleriyle ayrılan, tamamen yeni tip bir Amerikan Başkanı.
Dostlarına göre, Trump’ın bir çeşit yıkıcı, Washington karşıtı söylemi onu emsalsiz kılıyor. Düşmanlarının gözünde ise türünün ilk ve son örneği olduğu için, gittiğinde ABD’nin yeniden rahat bir şekilde öngörülebilir normalliğe geri döneceğine dair umut veriyor. Özellikle de ABD’de ana akım Demokratlar ile yurt dışında dehşete düşmüş haldeki Avrupalılar bu görüşü savunuyor.
Peki ya bu doğru mu yoksa başka bir şeyler mi oluyor? Ve eğer başka bir şey varsa o nedir? Benim “başka bir şey” için sunacağım A delili, şu anda Venezuela’da yaşanmakta olan yıkıcı kargaşa.
Yardıma muhtaç bu Latin Amerika ülkesi, dünya haber manşetlerine alabildiğine büyük yer edinerek geri döndü. Ülkedeki en son öfke patlaması, muhalefetin boykot ettiği ve hileli damgası yiyen geçen yılki seçimlerde ikinci kez devlet başkanı olan Nicolas Maduro’nun resmen göreve başlamasıyla yaşanmıştı. Şimdilerde ise Venezuela’da iki hafta süren karışıklık ve 12’den fazla insanın ölmesinin ardından Amerika Birleşik Devletleri, Ulusal Meclis’in seçimle işbaşına gelen Başkanı Juan Guaido’yu meşru devlet başkanı olarak tanıdı ve Batılılar ağırlıkta olmak üzere birçok ülke aynı yolu izledi.
Venezuela’da petrole bağımlı ekonomi yıllardır eriyor: 30 milyonu aşkın nüfusun yüzde 10’u ülkeden gitti. İnsanlık onuruna dair hiçbir emare bırakmayan yoksulluk yüzünden çok daha fazlası da imkanları olsa tereddüt etmeden ülkeyi terk ederdi. Şu sıralarda ortada, ABD’nin hamlesinin ardından - şimdiye dek - Maduro’nun yanında duran ordunun dahil olduğu bir güç kavgası yok yalnızca. Aynı zamanda yabancı hükümetler arasında da gelişmeleri nasıl ele alacaklarına dair keskin bir bölünme var.
Donald Trump, Maduro yönetimini “gayrimeşru” ilan edip “seslerini cesurca yükselterek özgürlük ve hukukun egemen olmasını isteyen” Venezuelalıları överken, Rusya ise Kremlin sözcüsü aracılığıyla diğer taraf adına dobra dobra konuştu. Sözcü açıklamasında, “Venezuela’daki egemen otoriteyi gasp etmeye” yönelik bir ABD girişiminin, “doğruca kan dökmeye giden bir yol” olma riskini taşıdığını ve bunun uluslararası hukukun ihlali olduğunu söyledi. Kanada, Brezilya ve diğer altı Güney Amerika ülkesi ABD’nin arkasında saf tutarken, Küba, Meksika, Bolivya ve Türkiye’nin de yer aldığı diğer bir grubunun tamamı ise Maduro’yu destekledi.
ABD’nin Maduro’yu gayrimeşru ilan etmesinden jeopolitik bölünmelere kadar tüm bu yaşananlar size herhangi bir çağrışım yapıyor mu? Nedeni, elbette, Soğuk Savaş filmlerinden birinin yeniden oynatılıyor olması. ABD’nin her ne pahasına olursa olsun arka bahçesi olarak gördüğü yerlerde olan bitene karar vermeye kalkışması, zordaki üçüncü ülkeleri süper güçler arası vekalet savaşlarına açık hale getirir. Kırk yıl ya da onun kadar bir süre öncesinin haber bültenleri geri sarar. Nikaragua ve El Salvador’da yaşananlar ile Şili’de Salvador Allende’nin ölümünü, o döneme damgasını vuran başlıklarda gördünüz.
Bu kez vekalet savaşı - şimdiye kadar - kelimelerde kaldı. CIA’nın meseleye doğrudan müdahil olduğuna dair bolca şüphe olmasına rağmen ortada yeteri kadar kanıt bulunmuyor. Dahası iktidar iddiasını, devlet başkanının “yokluğunda” görevi Ulusal Meclis başkanının alma zorunluğunu içeren kanun hükmüne dayandıran ve pek tabi en çok da “yokluk” kelimesinin nasıl tanımlandığıyla ilgilenen Guaido ile birlikte kanunsuzluk geçmişte olduğundan biraz daha bulanık hale gelebilir.
Ancak burada anlaşılması güç bir durum yok. Donald Trump’ın verdiği karşılıkta, oldukça eski moda bir yaklaşım olan ABD’nin evine yakın yerleri arka bahçesi olarak görme fikri seziliyor. Son dönemlerdeki başkanlar, komünizmi dizginleme, petrol tedarikini garanti altına alma ya da demokrasiyi yayma konularında diğer kıtalarda savaşlar yapmış olabilir. Ancak yabancı savaşlardan uzak durma vaadiyle koltuğuna oturan ve üst düzey komutanlar izin verdiği müddetçe de bu durumdan onur duyan Trump, “Önce Amerika” vaadine uyan işlerde daha eski bir yol tutan, Monroe Doktrini tipi bir adam olarak görülebilir.
Venezuela’da rejim değiştirme mühendisliği, hem dogmatik hem de uygulamayla ilgili sebepler göz önüne alındığında böyle bir başkanın işine yarardı. Bu durum bazı hususlarda Trump’a uygun gelirdi. Zira Maduro, Trump’ın çok değer verdiği her şeyle ters düşen bir model olan ve selefi Hugo Chavez tarafından takip edilen sosyalist gelişim modelini izlemeye devam ediyor. Evet bu durum Trump’ın şu sebeple de işine yarardı: Bu başarısız ekonomiden kaçan Venezuelalıların toplu göçü, Trump’ın sınır duvarı gündemini haklı çıkararak ABD’ye ulaşmaya çalışan göçmen sayısını şişirdi.
Gelelim delil B ve delil C’ye. Emsalsiz bir fenomen olarak değil, kendisinden önce gelenlerin bir devamı olarak Donald Trump’la ilgili daha fazla kanıt olup olmadığını düşünün. Delil B, mevcut hükümet kapatma olurdu.
Federal hükümetin kapatılmasını eşi benzeri görülmemiş bir durum olarak görenler çok. Esasında yalnızca uzunluk açısından benzersiz bir durum, yoksa - henüz - çokluk olarak değil. Tüm cefayı işçilerle devlet yardımı alanların çektiği bu mesele, Amerikan yasama ve yürütme organlarının güçlerini test ettiği klasik bir yöntem. Washington’daki Trump’a karşı direniş ve Temsilciler Meclisi’nde kontrolü ele geçiren Demokratlardaki görev bilinci yüzünden bu karşılıklı hiçbir şey yapmadan bekleme hali, kaçınılmaz olarak çok daha acı sonuçlar getirir. ABD Başkanı’nın Birliğin Durumu konuşmasını muhtemelen ertelemesi sembolik olur ancak Trump’a başka her şeyden çok dayanma gücü verir. Kendisi etkileşimsel bir politikacı ve rakibini sindirmek için herkesten çok çalışabilecek bir pazarlıkçı.
Delil C ise, Trump’ın gelişmekte olan dış politikasının genel şekli olurdu. Venezuela’ya verdiği karşılığın ortaya koyduğu gibi, bazı eski meşguliyetlerin geri dönmesiyle birlikte, belli başlı ABD çıkarlarını - Çin, Kuzey Kore - ele almak için başkanlık nüfuzunun ve (Körfez üslerinde konuşlanan sonsuz öncelikli birliklerin aksine) Ortadoğu’da aktif bir katılım için taşıdığı şüpheciliğinin yanı sıra Avrupa’yı göreceli olarak ihmal etme kartını kullanıyor. Tüm bunlara ayrıca - Soğuk Savaş dönemi başkanlarının farklı derecelerde başarıyla yapmaya çalıştıklarındaki gibi - onun Rusya ile ilişki kurma konusundaki birincil arzusunu da eklemeliyiz. Bugünün Kongre’si - Moskova ile görüşme özgürlüğü anlamında - öncekilere verdiği izni ona vermeyecek. Bu durum ne zaman olursa olsun Trump görevden ayrılana kadar bir hayal kırıklığı sebebi olabilir.
Sözün kısası, Donald Trump bana göre ne benzersiz ne de yeni tip bir Amerikan Başkanı. Kendisi başka bir şey ama tamamen de bilinmedik bir şey değil. Yasama organına karşı benmerkezci yaklaşımında, pek çok açıdan demode başkanlık gücünü damıtıyor gibi görünüyor. Üstelik herhangi bir yeniliği temsil etmekten çok uzak öncelikleri ve dünya görüşüyle, erken dönemdeki Amerikan atalarını hatırlatıyor. Avrupalılar nihai bir değişim için fazla umut beslemeden önce yine de bu tür tutumların Trump’la beraber gideceğini söyleyemeyiz. Trump’ı eleştirenlerin çoğunun düşündüğünün aksine, başkanın bu tavırlarının çok uzun bir aradan sonra yeniden ortaya çıkması, onların sanılandan daha fazla kökleşmiş olduğunu gösteriyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
https://www.independent.co.uk/voices
Independent Türkçe için çeviren: Elvide Demirkol
© The Independent