Adı Şıko’ydu. Babasını daha anne karnındayken kaybetmiş, annesinin, dedesinin ve amcalarının tüm özel ilgisine rağmen ‘yetimliğin’ kaçınılmaz yalnızlığını, hüznünü ve gerçekliğini iliklerine kadar yaşamıştı.
Amcası günün birinde ‘onca işin gücün arasında’ kolundan tutmuş, komşu köyde yeni açılan mektebe geç de olsa götürüp kaydetmişti.
Şıko, yaklaşık bir ay önce okula başlayıp yabancı oldukları o dille ilk travmatik temaslarını atlatmış olan diğer öğrencilerle sınıfa girip oturduğunda, yüreğinin müdavimi ‘ağlamaklı yalnızlığı’ daha bir derinden hissetmişti.
Kıyafeti ve edasıyla devlet denen ‘varlığı’ şahsında temsil ettiğini kibrimsi bir gururla hissettiren köy öğretmeni sınıfa girdiğinde içeriye sinen ‘soğuk’ sessizlik, Şıko’yu daha da germişti.
Öğretmen, bu ilk gününde gecikmeli öğrencisi Şıko’nun olduğu sıranın yanında durarak “Adın ne oğlum?” diye soruvermişti.
Öğretmenin ne dediğiyle ilgili hiçbir fikri olmayan Şıko, muhatabının bakışlarından bir cevap beklediğini tahmin etmiş, çareyi, yabancısı olduğu o dilde bildiği yegane sihirli kelimeye ‘sığınmakta’ bulmuştu.
Evet, muhtemel cevap oydu, öğretmen onu soruyor olmalıydı… Tüm cesaretini toplayan Şıko, derhal ayağa kalkmış, hafifçe titreyen ağzından ürkekçe söyleyivermişti;
A. Aa.. Atatürk!
Şıko’nun Türkçe’yle ve dönem Türkiye gerçeğiyle ilk temasının neticesi, öğretmenin bu beklenmedik cevap üzerine koca elleriyle minik yüzünde patlattığı acımasız bir şamar olmuştu...
Sevgili Şükrü abiden yaşadığı bu anı, muhteşem bir Kürtçe ve standup-vari bir anlatımla Gevaş’ın Arpêt köyünün uzun kış gecelerinde defalarca dinlemişimdir.
Dönemin tüm benzer hikayelerinde olduğu gibi Kürtlerin –yüreklerindeki ‘alışılmış çaresizlik’ sızısını örtme adına- kendileriyle dalga geçerek anlatma resfleklerine rağmen, her anlatışında, öğretmeninin yüzünde patlattığı o tokatın ruhunda yarattığı derin hüznü hep hissetmişimdir…
1972 sonbaharında anlamadığı bir dilde sorulan soruya “Atatürk” diye karşılık verdiğinden dolayı sert bir tokatla ”tedib” edilen Şıko, belki de o ilk travmayla ilkokulu zar zor bitirdi ve sonrasında okula devam etmedi.
Şıko’yu teskin eden tek duygu, benzer şeylerin bir vesile ile etrafındaki tüm çocuklarca yaşanıyor olmasıydı.
En sıradanı; kazara ağızdan çıkan bir Kürtçe kelimenin dayakla neticeleniyor olmasıydı elbette.
Şıko ayrıcalıklı bile sayılırdı, Kürtçe değil fiyakalı bir Türkçe kelimeden ötürü şamarı yemişti.
Sorgulayacak, garipsenecek bir şey yoktu. “Atatürk” cevabı bile işe yaramamış, Kemalist gerçeklikten bir birey olarak kendine düşen ilk payı almıştı sadece.
Türkçe'yle ve dönem Türkiye’siyle acımtırak bir tanışma partisi olmuştu bu. Kuşaklar boyunca çoğu Kürt’ün yaşadığı bu ‘tanışma partileri’ Kürtçe'nin dil yarasıyla beslenen gönül yaralarına dönüşüyordu hep...
Geçenlerde TRT Kurdî’de yayınlanan bir videoyu izlerken hafızamda Şıko’nun bu hikayesi belirdi birden.
Sosyal medyada bolca işlenen videoda bir kadın, eğitim verdiği bir kursla alakalı Türkçe-Kürtçe karışımı bir uslupla, tüm samimiyetiyle Kürtçe(!) bazı beyanatlarda bulunuyor, TRT Kurdi de bu ifadeleri “Türkçe altyazıyla” haberleştiriyordu. İzledim…
TRT Kürdi, Türkçe'yi Türkçe'ye çevirdi. pic.twitter.com/t83LtL6Uqn
— Lafkolik (@lafkolikcom) December 8, 2019
İfadelerin samimiyetine ve bu haberi hazırlayan ekibin tüm iyi niyetine rağmen ruhumun derinliklerinde Şıko’nun, kendimin ve onlarcasına şahit olduğum pek çok kişinin dil yarasını, gönül yarasını iliklerime kadar hissettim.
Birden Kürt oldum, Kürtçe oldum, Şıko’nun okul sırasına ilk oturduğunda yüreğine çöken o dipsiz “yetim yalnızlığını” bir karabasan korkunçluğunda yaşadım. Üzüldüm…
Lakin beni asıl sarsan şey; sosyal medyada bu konunun Kürt siyasal temsiliyeti olarak genel kabul gören yetkili bazı kesimlerce dahi “ti”ye alınması ve bunun üzerinden derin Kemalist refleksin tüm karşı duruşuna rağmen Cumhuriyet Türkiye’sinde Kürt diliyle alakalı vücuda gelmiş en değerli kurum olan TRT Kurdî’nin hedefe konuyor olmasıydı.
Ortadaki gerçekliğe karşı son derece ‘sorumsuz’ ve ‘haksız’ bir yaklaşımdı bu. Tanıklık ettiğimiz şey esasında Kürtçe'nin devlet sistemimiz içindeki yapısal problemlerinin acı bir neticesidir ve çözüm bekleyen bu problemler sosyal medyada ‘Türkçe’ ifadelerle ti’ye alınacak kadar kıymetsiz mevzular değildir.
Bunu yapmak, Şıko’nun hikayesi örneğinde, ona ve pek çok arkadaşına şamar atan dönem köy öğretmeninin temsil ettiği ‘ideolojiyi’ alkışlamaktan, ‘kutlamaktan’ ve 'kutsamaktan' başka bir anlam ifade etmez.
O zihniyetin kuşaklar boyunca ruhlarımıza işlediği yaraları sarmaya katkı sunmuyorsanız, bari acımıza, yaramıza saygı duyun.
Kürtçe'mize, gönül yaramıza…
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish