Ağladıkça, ağladıkça bozkırlar yeşerecek
Görecek göreceksin
Ağladıkça, ağladıkça
Güneşi tutacağız görecek, göreceksin.
...
Ahmet Kaya, bizim kuşağın 1980 sonrası duygu dünyasını yansıtan bir sesti.
Kuşağımızın 5 bin kaybıyla, idamlarıyla, on binlerle yaralısı, milyon işkence görmüşü, fişlenmişi, kamu ve medeni hakları yasaklısıyla büyük bir linçinin sesiydi.
12 Eylül 1980 cuntasıyla hesaplaşma üzerinden toplumun 1980 öncesi ile “barışması” ve demokratik bir seçenek Türkiye toplumunun önüne konmamıştı.
“Ağladıkça”, ötekileştirilenler içinde hissedecekti o dili.
Öyle bir dil ki dinledikçe vicdanlar sarsılacak, yürekler taşacaktı.
Kendilerine mi yoksa o şarkıların derinlerine vuran anlamına mı ağlıyorlardı, bu çoğu kez birbirine karışacaktı.
Türkiye toplumu 1980 öncesini hatırlamak istemiyordu
Yeni genç kuşaklarla 80 öncesi kuşaklar arasında ilişki koparılmıştı.
12 Eylül cuntasıyla hesaplaşma üzerinden toplumun 80 öncesi ile “barışması” ve demokratik bir seçenek Türkiye toplumunun önüne konmamıştı.
Sonuç: Acıların ve tüm yaşanmışlıkların kamusal alana taşınamayışı, “yasallaşamaması”, dolayısıyla kendi gerçekliğinden kopuk yaralı bir toplum, halk ve kuşağımız idi.
Bizim kuşağımızın yas tutamaması ve yas tutma araçlarından da yoksun bırakılmasının sonuçları ağır olacaktı.
Yas nasıl yaşanır, yaşamışların yaraları nasıl sağaltılırdı?
Yaşananların tanınması/yasallaşması ve uygun toplumsal /insani araçlar üzerinden yeni kuşaklara taşınması gerekirdi.
Olmadı.
“İç savaş dönemi”, “anarşi ve terör dönemi” olarak hatırlandı.
Haklı olduğunu anlatamayan 78 kuşağı, 1980 sonrası nesillere bir tür hüzünle karışık melankolik bir ruh hali algısını miras bırakırken, yenilmişlikler, çözülmemiş kişisellikler, sonlanmamış tartışmalar, bazense tersi bir duyguyla eskiden taşınan sert politik dil tekrarlarıyla derin bir boşluğun yarattığı arayışın arifesindeydi sanki…
Ahmet Kaya şarkıları bizim kuşağın yaralarını adeta sağaltan ağıtlardı
Şarkılarında devrime ve devrimciliğe kendinden vazgeçercesine bağlı, parmakla saymakla tükenmeyen, eğmekle bükülmeyen 78’li kahramanlar vardı.
Onların halk için kendilerini hiçe sayışlarını, yaşamlarını dahi kaybetme tehlikesini, mazilerine sahip çıkışları yanı sıra duygu dolu, aşk dolu bir dilin coşkusuyla vicdanlara öyle bir seslenişti ki onunki ki, darbe koşullarının ürünü “apolitik” yeni genç kuşaklar hiç yadırgamadan dinlediler ve içtenlikle benimsediler Ahmet Kaya şarkılarını.
Geçmiş yaşanmışlıklara, kayıplarımıza yasa çağırmakla yetinmeyecekti Ahmet Kaya; ağıtlarına yedirdiği “Cevap veriyorum / eli böğründe analardan / mahpuslardan ve acılardan / çokça bahsediyorum, çünkü; / başını kuma saklayanlardan / tiksindim başkaldırıyorum” ruhuyla geleceğe bakma olanağı sunacaktı.
Cunta yıllarıydı. Onun kuşağı yenilmişti ama asla yenilgiyi kabul etmeyeceklerdi.
Kahramanları yalnızdı, ama asla vazgeçmeyeceklerdi.
Ölen arkadaşlarını 80 öncesinde olduğu gibi on binlerle toprağa veremeyişlerine kahredeceklerdi, ama o kalabalıkları hissederek sessiz sedasız kalplerine gömeceklerdi.
Bu yolda dönenler oldu/ mum gibi sönenler oldu...
Ama “Karanlık yollardan geçtik/ zehir gibi sular içtik/ bir yanımızda ölüm/ bir yanımızda yar sevdik/ bir değil bin bir kere/ Sırat köprüsünden geçtik/cehennem denen illetin/ ta göğsünü deldik geçtik” deyip de dönmeyen, direnen sıkı devrimcilerdi onun kahramanları…
Ahmet Kaya, zamanın gençliğine kendi iç duygu dünyalarından politik bir şekilde bahsetme olanağı sunacaktı
Onu ‘protest’ müzik yapan diğer sol seslerden ayıran, bireysel hikaye anlatan şarkılarında, sol hareketlilik içinde konumlanan bireye, aşktan, bunalımlardan, yani iç dünyasından bahsetme olanağı da vermiş olmasıydı.
Bu sol ideolojiye, 78’lilerin hüzünlü hikayesi üzerinden güncelin genç kuşağına miras olarak geçişenlik olanağı tanıyordu.
Onun ağıtları gençliğe kendini solcu hissetmeye, vicdanlı olmaya çağrıydı.
Gündelik hayatın getirdiği sıkışmışlıklardan kaçmak için dahi olsa “Ezdirmem sana kendimi / Gövdemi yakar giderim / Beddua etmem üzülme / Kafama sıkar giderim” diyebilen özgürlükçü bireyselliklerle de sarmalıyordu yeni genç kuşağı…
Şarkılarını artan ölçüde milyonlar dinliyor.
Şarkılarında “itiraz” ve “protesto” hali güçlü.
Kendinden vazgeçercesine sokağa vurma; ezilenleri, haksızlıklara ve adaletsizliklere karşı mücadeleye çağırma; hüzünle, acıyla, isyanla adeta vicdanları patlatırcasına bir çığlıkla bunu yapma hali çok sarsıcı.
İnsan kendi benliğinde insanlaştıkça ezilenlerin hikayelerini duyabilir. Devrimci dava insanlarının bu başta gelen özelliğini müziğine yedirmeyi başarıyor Ahmet Kaya!
Zorlu günlerdi...
10 Şubat 1999'da Magazin Gazetecileri Derneği'nin düzenlediği ödül töreninde yılın en iyi sanatçısı ödülünü aldı ve ödül konuşmasında, "… Önümüzdeki günlerde yayımlayacağım albümde bir Kürtçe şarkı söyleyeceğim ve bu şarkıya bir klip çekeceğim… " sözleri üzerine davetlilerin bir kısmı küfür etmeye ve kendisine eşya fırlatmaya başladılar.
Gelen tepkiler üzerine Kaya, sözlerine şöyle devam etti:
Ben güzellikler ve dostluklar adına söyledim. Ama benim kimliğimi kimse elimden alamaz.
Yıllarca bunu söyledim. Kürt ve Türk halkları kardeştir. Yıllarca bu ülkenin bölünmez bütünlüğünü savunduğumu söyledim.
Binlerce yıl daha bölünmeyeceğini savunuyorum ama Kürt realitesini sahiplenmek ve kabul etmek zorundadır bu ülke. Bunu da söylüyorum.
Zamanın getirdiği toplumsal hissedişleri ruhunun derinliklerinde yaşayan, hiçbir ‘kalıba sığmayan’ Ahmet Kaya’nın Kürt halkının gerçekliğine ilgisiz kalması düşünülemezdi…
Kimi zamandaşları protest müzikte çakılıp kalırken, kimileri de konformizm belasına her gün ölürken, O hiç hazmedemeyeceği “el kapılarında” şarkılarında ki kahramanları gibi ölümsüzlüğün ışıklı yoluna yürüyecekti…
Ölümsüzlüğünün 19. yıldönümünde,
Aziz anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish