Batı'dan notlar (II): Antik Yunan romanları

Ahmet Mansur Tural Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Wikipedia

Edebiyatı şiirle başlatmak gibi bir eğilimimiz var nedense.

Nesir ezelden beri edebiyatçılar ve tarihçileri tarafından hor görülmüş, itilip kakılmıştır.

Ne zaman ki edebiyat tarihinden dem vuracak olsak akla yalnızca şairler, sadece şairler ve şiirleri gelir.

Hararetle destanlarımızın şiirsel formlarından dem vururuz.

Şiir sanki her daim buradaymış, her şeyi o yaratmış gibi davranırız.

O, orijinal fenomendir. Her şey sanki ondan gelir ve ona döner.

Aslında orijini, yani yaratımı şiirden başlatmak pek de hatalı değildir.

Antik Yunancada ποίησις, yani şiirin eylemi ilkin yaratmak anlamına gelir.

Daha önce var olmamışın sudurudur şiir.

Nesirse γραφή'den başka bir şey değildir, yani yazma… daha doğrusu resmetme.

Hülâsa, hâlihazırda var olanı betimlemedir düz yazının işlevi.

Belki de bu sebeple bunca itilip kakılmıştır Homeros'un yanında Heliodoros.

Belki de bu sebeple edebiyat tarihlerinde şiirin tarihini öğrenirken çağımızın kendine has edebi formu romanı Don Kişot'tan geriye, hadi Bahtinciysek Gargantua'dan geriye götürme ihtiyacı hissetmeyiz.

Ondan öncesinde romanslar falan vardı, şövalye romanlarıydı diye kestirip atarız.

Belki bu sebeple kendi edebiyatımıza yaklaşırken Divan şiiri der geçeriz.

Sanki hiç deneme (benzeri) eser yazılmamış gibi.

Oysaki hiç yok da değildir Fahir İz'in derlemesinin gözler önüne serdiği üzere.

Her neyse, nesir ile şiir, şiir ile nesir tartışması böylece uzar gider. Önünü kesemeyiz.

Değinmek istediğim mevzu romanın arke tartışmalarında değinilen pek teknik bir konu aslında.

Ancak bu teknisitesinin yanında oldukça yalın bir mevzu: Antik Yunan romanları.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Sırasıyla, edebiyat tarihçilerimizin Bahtin'in tezlerine sırtlarını dayayarak üfleyip püflediği, romans diye küçümsediği, romanın arke tartışmasında tarihsellik dışında ne estetik ne teknik bir orijin olamayacaklarını savundukları Heliodoros'un Etiyopyalılar'ı, Longus'un Defni ve Kloe'si, Efesli Zenofon'un Efeslileri, Akhilleus Tatios'un Theagenes ile Kharikleia'sı, Kharitonus'un Kallirhoe'si.

Geçen yüzyılın en önemli Latinistlerinden biri olan Pierre Grimaldi'nin de sıklıkla altını çizdiği üzere bu eserler -antik romanlar- uzun bir süre boyunca milattan sonraki ilk yüzyılda ortaya çıkmış bir edebi hareket olan İkinci Sofistlerin nesirdeki karşılığı olarak düşünülegeldi.

Politik herhangi bir meseleyle ilgilenmeyen, yalnızca Neron sonrası Grekoromen günlük hayatın sorunlarını düşünen bir akımdır bu.

Yüksek kültür üzerinde o dönem öyle büyük bir etki bıraktı ki retoriğin bir sanattan ziyade gerçek anlamıyla bir meslek olarak ortaya çıkmasına ön ayak oldular.

İşbu, Helenistik dönemde kaleme alınan bu antik romanlar da Roma hâkimiyeti altında yazılmış olmalarına rağmen, ne kendi dönemlerinin ne de nostaljik bir duygu içerisinde kendilerinden eskilerin politik olaylarını arka plan olarak ele aldı.

Yalnızca basmakalıp günlük hayatın uğraşlarını aşk maceraları üzerinden anlatmayı tercih etti.

Bu durum, onların İkinci Sofistlere ait bir ürün olduğuna dair yanlış bir görüşün hâkim olmasına yol açtı.

Oysaki politik hiçbir olaydan, özellikle Antik Roma'yla alakalı hiçbir şeyden bahsetmemek başlı başına cüret edilebilecek en büyük politik bilinç değil de nedir!

Latincenin yavaş yavaş lingua franca olduğu dönemde hâlen Antik Yunanca kaleme almak, bu türün merkezinde seyahat yazıları yer alsa da akla gelebilecek her köşe bucağa yolculuklar konu edilse de Roma'ya, Roma'nın yarattığı dünyaya yolculuk etmemek kelimenin tam anlamıyla Roma'nın tasfiyesidir.

Bu romanlar, Antik Yunan edebiyatının ve sanatının düştüğü, kültürel hayatın romalılaştığı bir dönemde Antik Yunan bilincinin Roma'ya karşı kültürel hegemonyasını perçinlediği bir gövde gösterisidir.

Sanki şöyle der her bir Grek roman yazarı:

Siyasi olarak her yol Roma'ya çıksa da, kültürel olarak orası yok-ülke !


Erwin Rohde, bu a-politik bilincin yanı sıra, Grek romanlarını açıklarken bu eserlerin iki farklı türün harmanı olduğunu dile getirir.

Ona göre bu romanlar sevda hikâyelerinin seyahatnamelerle senteziyle doğar.

Yıldırım aşkıyla birbirine vurulmuş sevdalılarımız her daim binbir güçlük içerisinde birbirlerinden ayrı düşüp dururlar.

Birini korsanlar kaçırıp köle olarak satarken öteki sevgilisini bulma umuduyla sersefil yollara düşer.

Her daim benzer yerlerde gerçekleşir tek görüşte aşk: ya Anadolu'da, ya Yunanistan'da ya da Sicilya'da. Bir başka deyişle vatanlarında.

Oysaki seyahatlerin neredeyse tamamı vatandan uzakta geçer: Mısır, Etiyopya, Mezopotamya gibi.

En sonunda ise tıpkı Odiseus'un çetrefilli yolculuklar sonrası İtak'a dönüşü gibi bu romanlar da başladıkları yerde kutsal evlilikle son bulur.

Bu açıdan aslında Odiseus'a benzerler. Hatta gizlice onu ilk macera romanı olarak bile düşünmeye iterler(?) Zaten roman ne değildir ki!

Elbette her şeye roman (gibi) diyecek olsak bile Antik Yunan romanlarını tüm bir Yunan edebiyatı içerisinde de ayıran önemli özellikler var.

Bunların başlıcaları mekânı sürekli değiştirme arzusuyla beraber geçmişe doğru sürekli bir geri çekilmedir.

Trajediler üç birlik kuralı dolayısıyla aynı mekân ve aynı zamanda geçerken Antik Yunan romanları mekânı ve zamanı kırmaya cüret ettiler.

Tek mekândansa birbirinden farklı şehirler, ülkeler konu edilir.

Tek gündense aylar, hatta bitmek bilmeyen seneler kahramanlarımızı ayırır.

Ve belki de en önemlisi, ilk defa Antik Yunan romanlarıyla beraber aşk bir yan unsur olmaktan çıkarak edebi bir türün merkezine yerleşir.

Bu bakımdan bu romanlar destanların kahramanlık temasını, trajedilerin kader unsurunu ve komedinin absürtlüğünü kırar.

Herkes gibi, herkesin arasından şehir devletindeki bir insanla onun biricik hissiyatını, aşkı, merkeze alır.

Ve bunu yaparken bayayığılık içerisinde merkezilikten indirdiği tüm diğer temaları aşk etrafında sentezler.

Tıpkı modern romanın da melez bir tür olması gibi, Antik Yunan Romanı da melez bir türdür. Hatta belki ilk ciddi melez tür.


Her ne kadar edebi bir değerden yoksun olsa da Antik Yunan romanları, romanın yalnızca tarihsel bir arkesi olmaktan öteye gider.

Şehir devletlerinin yerlerini imparatorluğa bıraktığı, Roma vatandaşlığının belirdiği bir çağda sıradan insanın en sıradan ve bayağı zevklerinin anlatısını kurar.

Ancak bunu yaparken de Eflâtunculuktan yarım yamalak kaptıkları birkaç fikri de bu sıradan insanları eğitmek adına romana bayağı bir şekilde serpiştirmekten de geri durmaz.

Tam da sıradanlığa en yaraşacak biçimde!

Tüm bu saydıklarımızı, belki de bu romanların en edebisi (yine de edebi olmadığının altını özellikle çizmek gerekir) Heliodoros'un Etiyopyalılarında rahatlıkla görebiliriz.

Roman, şafak sökerken kadın kahramanımızın güzelliği karşısında haydutların donakalması sahnesiyle açılır.

Yazar burada ne konuşur ne betimler. Yalnızca haydutların şaşkınlığını gözler önüne serer.

Böylelikle Heliodorus, Eflâtuncu güzelliğin duyulara indirgenemeyen, dile gel(e)meyen mutlak olduğu tezini haydutların bakış açısından ortaya serer.

Tabi ki şu sorulabilir Heliodorus'a:

Nasıl olur da işlevi söylenebileni ifade etmek olan dili kullanarak okuyuculara tarif edilemez mutlak bir güzelliği anlatmaya girişir?

Hele roman gibi mimetik bir edebi formda.

İşte, bunun üstesinden gelebilmesini Yunan romanlarının melez ve kuralları önceki edebi formlar gibi sıkıca belirlenmemesine borçludur.

Hikâyeyi haydutların gözünden mutlak güzellik karşısında duydukları hayranlıkla anlatırken bu fiziksel güzelliği asla betimlemeye, anlatmaya kalkışmaz.

Sadece okuyucuyu düşündürmeye çalışır. Anlatıyı bırakır.

Eflâtun'dan devşirdiği basmakalıp fikirleri güneşin doğuşu, haydutların şaşkınlığı gibi olgularla mağara alegorisinin bir parodisini kurarak özel bir anlatı biçimi karar.
 


Tüm bunlar da Antik Yunan romanlarının günümüz edebiyat incelemelerinde neredeyse yalnızca arkaik, tarihsel bir eser olarak değerlendirilip değersiz bulunmalarına karşın roman sanatı için tarihselciliğin de ötesinde teknik bir damar, hatta insanî bir damar taşıdıklarını gözler önüne sermeye yeter.

Bu romanlar, her ne kadar edebi kaliteden yoksun olsalar da kendi zamanlarının kültürel ve politik ortamında a-politik ve a-kültürel bir duruşla belirmiş, Antik Çağ insanının içsel yaşamına ayna tutamamışsa da toplumsal zevklerine ve arzularına bir ayna tutmayı başarmıştır.

Antik Yunan'ın sıradan insanının bilincini bizlere taşır. Sıradan insanın Roma İmparatorluğu'na karşı kültürel bir direnç hareketini temsil eder.

Saklı kalan o Yunanlı ve barbar ayrımını gizlice Yunanlı ve Romalı ayrımına çevirir.

Bir başka deyişle Romalılaşan dünyaya karşı kendi kültürel kimliklerini koruma çabasını tam göbeğinde taşır bu romanlar.

Öyle ki, bu eserlerde aşkın anlatısı bile Yunan kültürel direncini temsil eden politik bir duruştur.

Eski Yunan ve Roma'da Tanrıların ve soyluların kader karşısında çektiği yüce duyguların anlatımına karşın Antik Yunan romanları sıradan insanı bayağılığı içerisinde, tüm eksikliği ve kusurluluğu içerisinde aşklarını gözler önüne serer.

Elbette karakterlerimiz basmakalıp, karton kahramanlardır. Ne yaşasalar da soylu trajedilerinin kahramanlarının aksine değişmezler, değişemezler.

Trajedilerde Oedipus ruhsal olarak dönüşürken, ruhsal bir buhran yaşarken, Defni roman boyunca yalnızca fizikî bir bunalım yaşar.

Hâlet-i rûhiyesi hep aynıdır. Aynı basitliğin peşinden koşar, aynı basmakalıp bir ruha sahiptir.

Ancak buna rağmen bize dönemin sıradan insanının beğenisini sunar.

Hepimizin hâlen sevdiği, aradığı, dizilerde kitlenip kaldığı o popüler kültürün beğenisinin bir arkesini sunar.

Bu romanlar aracılığıyla hepimiz, her birimiz insanların yaşamlarına sızabiliriz, hatta kendi yaşamlarımıza, kendi bayağılıklarımıza…

Bu sebeple, inanıyorum ki sanılanın aksine bu romanlar basit birer aşk öykülerinden daha fazlasıdır.

Hatta betimlemeye hüküm giymiş bu nesir, şiir ve şiirin imkanlarına dayalı efsanelerin, trajedilerin yanında hiç de azımsanmamalıdır.

Zira, onların çevreleyemediği bir olguyu, bayağılığı çepeçevreler.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU