Ölüm yıl dönümünde Neşet Ertaş'ı anmadan geçmek olmaz.
Bu yazıyı geçen hafta yayınlayacaktım, ama Hizbullah-Nasrallah-İsrail konusunu değerlendiren yazıma öncelik vermek zorunda kaldım.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Neşet Ertaş'ı ilk tanıdığımda 6 yaşımdaydım.
Ankara'da, Cebeci semtindeki perşembe pazarının yanında, Dumlupınar Caddesi'nde oturduğumuz apartmanın altındaki dükkânlardan biri de Bayburtlu halk sanatçısı Recep Kırıcı'ya ait olan Kırıcı Saz Yapımevi'ydi.
Halk müziğinin ünlü isimleri, TRT'nin tanınmış sesleri buraya gelir ve sazlarını, bağlamalarını, curalarını, Recep Kırıcı'nın büyük oğlu Kenan Usta'ya yaptırırlardı.
Mahallenin çocuğu olarak, bu dükkânın önünden hiç ayrılmaz, kimi zaman da saz, bağlama yapımında Kenan Usta'nın verdiği ufak tefek işleri yapardım.
Ama hep elime saz almayı, öğrenmeyi, çalmayı isterdim.
Buraya gelen ünlü sanatçılar arasında bana en çok yakınlık gösteren iki isim vardı: Özay Gönlüm ve Neşet Ertaş.
Özay Gönlüm'ün elindeki o meşhur 3'lü sazın yapımına, Kenan Usta'nın elinden çıkışına başından sonuna kadar şahitlik etmiştim.
Birçok ünlü ismi, sazını, bağlamasını akort ederken, türkü söylerken birebir dinleme şansını bulduğum bu dükkânda, bağlama çalma merakım, en çok Neşet Ertaş'ın dikkatini çekmişti.
Hiç unutmuyorum;
İlkokul ikinci sınıfa başladığım gündü.
Eylül sıcağı vardı.
Okul dönüşü, saz yapımevinin önünde Neşet Ertaş'ı gördüm.
Bugün bile kulağımda olan o güzel Kırşehir, Çiçekdağı aksanıyla, "Yanıma gel Karaoğlan" dedi.
Koşarak gittim.
"Madem bugün okulun ilk günü, gel sana biraz da ben öğretmenlik yapayım" dedi (Neşet Ertaş, çocukluğunda hep öğretmen olmayı istediğini, ancak yaşam koşullarının zorluğundan dolayı bunu yapamadığını üzülerek anlatırdı).
Yeni yaptırdığı bağlamayı bana uzattı ve "İlk kez sen tutacaksın, tellerine sen vuracaksın" dedi ve "Aklına geldiği gibi vur tellere, sanki biliyormuşsun gibi çal" diye de ekledi.
Bağlamada bozuk düzen nasıl olur, akort nasıl yapılır, bağlama nasıl tutulur, bam teli nasıl boş bırakılır ve daha birçok şeyi Neşet Ertaş'tan öğrendim.
Ama saz çalmayı hakkıyla öğrenemedim.
Ankara'nın en iyi saz ustası Kenan Kırıcı ağabeyimin, "Bundan sazcı olmaz, boşuna uğraşma" demesine rağmen ilgisini eksik etmezdi.
O zamanlar dikkat eksikliği vardı bende.
Saz elimde, aklım başka yerlerde olunca, beceriksizlik ortaya çıkıyordu.
Karıncayı bile incitmeyen Neşet Ertaş bunu çoktan görmüştü.
Cebeci Ortaokulu'na başladığım yıldı.
Müzik dersinden ikmale kalmış ve çok utanmıştım.
Aslında müzik dersindeki notlarım kötü değildi, ama yeni mezun müzik hocası genç kız, saygılı olmadığımı öne sürerek ikmale bırakmıştı beni.
Parmak kaldırırken kafamı saklıyormuşum, o piyano çalarken ben türkü söylüyormuşum.
Ergen bir öğrenci olarak abartmış sayılır mıyım, bilemedim.
Karnemi gösterdiğim Neşet Ertaş, "Üzülme, ben kafamdan geçenleri saza söyletiyorum, sen de kafandan geçenleri kaleme söyleteceksin Karaoğlan" dedi.
Sonra da "Ne zaman istersen al eline sazı, aklına geldiği gibi vur tellere. Aman dikkat et, o sırada yanında kimse olmasın. Belli ki senin işin, düşünmek, yazmak olacak" dedi.
O günden sonra da bakkaldan aldırdığı, artan paraya da Ankara gazozu içtiğim bir deftere, bugün dillerde olan birçok türküsünün sözlerini ilk kez bana yazdırdı.
Hem de "Yaz kâtip" diyerek.
Sonra Almanya'ya gitti ve uzun süre göremedim.
Paris'te öğrenci olduğum yıllarda, bir kez, Dortmund kentinde ziyaret ettim Neşet Ertaş'ı.
Türkiye'de ise Ankara Altınpark'taki konseri öncesi ziyaret edip elini öptüm.
İmzaladığım kitaplarımı hediye ettim.
Hoşuna gideceğini bildiğim için de "3-5 parça dışında sazı yine çalamıyorum, ama güzel türkü söylüyorum. Kafamdakileri de kaleme söyletiyorum" dedim.
Beni en çok üzen ise Ergenekon Kumpası kapsamında ofisimde yapılan aramada, polislere çok yalvarmama rağmen odamdaki Neşet Ertaş CD'lerine "delil" adı altında el koymaları oldu.
Neşet Hocam, dediğini yapıyor, "Kafamdakileri kalemime söyletiyorum", dinleyenler "fena değil" dediği için de türküler söylüyorum.
Kırıcı Saz Evi'nin önünde, yanına oturtup bana sarıldığın, üzerimde ilkokul önlüğü olan siyah-beyaz fotoğrafı ve ilk kez sözlerini bana yazdırdığın türkülerinin olduğu defteri de saklıyorum.
Bir de "Hep efendi ve saygılı ol. Çok ama boş konuşanlardan olma. Seni küçümseyenlerin aslında kendilerini küçümsediklerini unutma. Sevdiğine gönül gözüyle bak. Yoksulluk gönlünde değil cebinde olsun" öğütlerini de hiç unutmuyorum.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish