“Dersim, Cumhuriyet devrindeki ayaklanmalardan ibaret değil"

Celalettin Can, Independent Türkçe için yazdı

Yıl 1986... Kemal Kılıçdaroğlu Siyasete atılmadan önce bir dönemin Dışişleri Bakanı, şu anda hayatta olmayan İhsan Sabri Çağlayangil ile ikamet ettiği Yalova'da röportaj yapıyor. Kılıçdaroğlu tarihin o zamanlarında Süleyman Demirel ile iyi ilişkiler içinde ve Demirel'in önem verdiği önemli bürokratlar arasında. Çağlayangil ile en netameli bir konuyu konuşabilmesi, buna Demirel'e yakın iş insanlarından Cavit Çağlar'ın eşlik etmesi durumu açıklıyor.  

Röportaj "Dersim ve Madımak söyleşileri" adı altında broşür denebilecek bir kitapçıkta 2016 yılında Dersim’li dostum Mesut Özcan tarafından yayınlanıyor. Onun izniyle gözden geçirilmiş halini Independent Türkçe'de yayımlıyoruz. 

Elbette Sayın Çağlayangil'in ifade ettiği bütün görüşlerine ve kimi aktarımlarına katılmam mümkün olmasa da gerçeğin çoklu yönleri olduğu bilinciyle buradan da bakmanın yararlı olacağı inancıyla... 

...

İhsan Sabri Çağlayangil: Cumhuriyet devrindeki ayaklanmalar başka iş, Dersim hareketi başka iş… Cumhuriyet devrindeki ayaklanmalara Dersim bir bölümüyle girer. Yalnız Dersim, Cumhuriyet devrindeki ayaklanmalardan ibaret değil.

Kemal Kılıçdaroğlu: Evet, evet…

İhsan Sabri Çağlayangil: Dersim hakkındaki en güzel kitabı “Hizmete Mahsus” olmak ve 100 nüsha basılmak şartıyla Kazım Orbay yazmıştır, Jandarma Genel Komutanı iken. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Kitabı gördüm efendim. Türk Tarih Kurumu’nun kütüphanesinde var.

İhsan Sabri Çağlayangil: Var… Onda tarihi izahat var. Ve Dersim hakkında en iyi, en resmi tetkik de odur. Benim bildiğim ve iştirak ettiğim kadarıyla Dersim, Türkiye'deki Kürtler meselesinin önemli bir parçasıydı. Halk Partisi devrinde, Atatürk devrinde ve onu takip eden İnönü devrinde Kürt meselesi önemli bir hadise idi, Bugün de önemlidir, bugün dünden daha önemlidir. Ben, Malatya Emniyet Müdürü iken Kürt meselesine merak sardım. O devirde Türkiye iki bölümdü. Fırat Şarkı ikinci yasak bölgeydi. Ecnebilere kapalıydı. Fırat’ın Şark’ına gitmek merasime tabiydi. Malatya etnolojik olarak Türklerin bittiği, Kürtlerin başladığı bir yerdir, bir sınır vilayetidir. Türk kazaları da vardır. Kürt meselesiyle uğraşırken Alevilik ve Şiilik meselesine de temas ettim. Hüseyinnâme isminde el yazması bir kitap buldum.

Kemal Kılıçdaroğlu: Hüseyinnâme…

İhsan Sabri Çağlayangil: Evet… Onu inceledim. Ve iki ayrı rapor yazdım, o devirde Dışişleri Bakanlığına verdim. Raporların birer nüshası bende. Fakat ara bul derseniz bu evrak-ı perişanın içinde imkânı yok bulamam. 

Dersim'de ilk hareket Galatalı Şevket Bey zamanında yapılmıştır. Galatalı Şevket Bey bir albay. Ben sizin yaşınızda iken, yani 40-45 senelerinde, Emniyet Genel Müdürlüğü Levazım Müdürü Avcı Halil Bey vardı. Kendi kendini yetiştirmiş bir adamdı, üniversite tahsili yoktu. Fakat Galatalı Şevket Bey’in bölüğünde ihtiyat subaylığı yapmıştı. Mersin’deki Kürtlerin Kürtçe şarkılarında hâlâ Galatalı Şevket Bey’in yaptığı mezalimin, öldürdüğü Kürtlerin ağıtları ve destanları yaşar. Hâlâ söylerler.

İki büyük siyaset Cumhuriyet’te zaman zaman hâkim olmuş ve çarpışmıştır. Birincisi, bunlara şiddet yoluyla hâkim olmak, ikincisi, kültür yoluyla hâkim olmak… Kültür yoluyla hâkim olmak siyasetinin müdafii Avni Doğan gibi 4. Umum Müfettişlik yapmış, o havalide uzun müddet valilik ve müfettiş-i umumilik yapmış, Kürtleri tanımış kimseler taraftardı. Fakat Atatürk devrinde Bütün Türk siyasetine Müşir Fevzi Çakmak’ın mutaassıp görüşü hâkimdir. Fevzi Çakmak Doğu’ya yol yapmanın, Doğu’da mektep açmanın, Kürtleri elit hale getirmenin, oraya medeniyet sokmanın aleyhindeydi. Bunlar uyanırlarsa istiklal fikrine kapılırlar ve vatanımız bölünür diyordu. 

 Cumhuriyet devri ayaklanmalarla geçmiştir. Bu ayaklanmalar Kürtçülük ile dincilik arasındaki yakın tesanüdün ve ittifakın neticesiydi. Şeyh Sait Ayaklanması, Seyit Rıza Ayaklanması, Dersim Ayaklanmaları bunların neticeleridir.

Şeyh Sait Ayaklanmasında faal bir rolüm yoktu. Onu, bir zamanlar bizim mebusluğumuzu yapan ve bugün de bizim partimiz için çalışıyor görünen torunu Melik Fırat’tan dinledim. Melik Fırat halen hayattadır, Ankara’da yaşar. Münevver bir Kürttür. Son 25 Mart belediye seçimlerinde Yalova’daki göçmen Kürtler üzerinde Melik Fırat’ın büyük nüfuzu olduğu söylendi, kendisinden ricada bulundum. Buraya gönderdim fakat teşebbüslerinde müsbet sonuç elde edemedik. Melik Fırat çok güzel satranç oynar, dini ilimlere yakından vakıf. Benim samimi bir Türkçü müdür, samimi bir Kürtçü müdür hakkında kesin karar veremediğim bir yaradılıştadır. 

Kendisiyle bu konuyu çok münakaşa ettim. Benim tezim şu idi: Türkiye’de Kürtlere herhangi bir ayrıcalık yapılmıyor. Kürtlerden general var, mebus var, Kürtlerden hâkim var, Kürtlerden bakan var, başbakan var, cumhurbaşkanı var. Ferit Melen Kürttür, Cemal Gürsel Kürttür. Bir Kürt Türkiye'de başbakanlığa, cumhurbaşkanlığına çıkacak imkâna malikse ve önü handikape değilse, kapalı değilse Kürdistan istiklale uğrasa, 6-7 milyonluk bir cumhuriyet olsa, 7 milyonluk bir cumhuriyetin başına geçmek mi iyi, 50 milyonluk bir cumhuriyetin başına geçmek mi iyi? Eğer Türkler, Kürtler Türkiye'de herhangi bir kısıtlamaya tabi tutulsalar, Türklere karşı cephe almakta haklıdırlar. Fakat bir Türk gibi önleri açıktır ve istediklerini yapma haklarına maliktir. O halde Türkiye’deki Kürtçülük akımlarının sebepleri nedir, diye Melik Fırat’la yaptığım münakaşada, bana dedi ki: “Doğru söylüyorsun ama Türkiye’de bugün 34 bin Rum kalmıştır, Ermeni kalmıştır, 7 bin Rum kalmıştır. Fakat Rumca ve Ermenice gazete çıkarmak mümkündür, Kürtçe gazete çıkarmak mümkün değildir. Rumca, Ermenice konuşmak hiç kimsenin kulağını hırpalamaz. Kürtçe konuşmak sizin için yakışık almayan bir iştir. Hâlbuki 2.5-3 milyon nüfusu vardır ki memleketin Kürtçeden başka bir şey bilmezler. Türkçe bilmezler. Ee, bunlar dünya ahvaline vakıf olmak isterler. Mecburen Nazımiye’deki Barzani'nin Kürt radyosunu dinlemekte ve onun tesiri altında kalmaktadırlar. Hâlbuki Türk radyosu, Kürtçe neşriyat yapsa ve bunlara Kürtçe Türkçülük telkin etse, bu milletin bir parçası olduğunu söylese, daha iyi olmaz mı” dedi.

Ben bir tarihte davetli olarak, bakan olmadığım bir devirde idi, İran’a gitmiştim. Şah davet etmişti. Şah’ın Nevin Partisi’nin büyük bir kongresi olacaktı. İran'da Kürtler yaşar. Bir gece yemek verdiler bize, folklor yaptılar.

Sunucu adam çıktı dedi ki: İran nüfusunun 4 milyondan fazlası Kürttür, bunlar ari mezheptir. İran Şah da Aryani ehlidir. Onların da padişahıdır. Çok güzel folkloru vardır. Şimdi size onlardan örnek vereceğiz dedi. 

Kürtler çıktı. Kürt şarkıları, Kürt halk oyunları söylediler. Kürtlerle övünmek İran için bir siyasetti. Kürtlerin de kendi kültürlerini bir İranlı olarak takdim edebilme imkânı, onlara bir nevi kaynaşma hissi veriyordu. Hâlbuki biz, Kürtçe plakları toplatıyorduk, Kürtçe şarkılar hakkında takibat yapıyorduk ve Kürtçe konuşmanın aleyhindeydik. Kürtlere mektep açmak, Kürtleri uyandırmak, Kürtleri münevver hale getirmek, Türk bağımsızlığının aleyhinedir fikri Kürtleri temsil etmek, Kürtleri Türk yapmak için Türklere hulûl etmek fikriyle daima mücadele halinde yaşamıştır.

Dersim’i merak ettiğimden Dersim’i gezdim.

Kemal Kılıçdaroğlu: Hangi yıldı efendim?

İhsan Sabri Çağlayangil: 1936, 1937… Dersim’e jandarma giremiyor, Dersim’e tahsildar giremiyor, Dersim'de ağa nüfuzu cari, Dersim’de hükümet yok, Dersim’de Türkiye Cumhuriyeti otoritesi yok. E otorite olmayınca o boşluğu ağa doldurmuş Kürt doldurmuş. Bir yandan hükümranlık Cumhuriyet’te, bir yanda otorite Kürt ağasında… Bu çelişki Dersim’in mukadder hayatını yaşıyor.

Ben Malatya'da Emniyet Müdürü iken beni Emniyet Genel Müdürlüğü Şube Müdürlüğü’ne tayin ettiler. Düşündüm ki zaten muvakkat gönderilmiştim Emniyet Müdürlüğü'ne ve zaten memuriyette terfi imkânlarımın yolu, kapısı açılsın, diye uğraşıyordu beni yetiştirmek isteyenler. Ben bir daha buraya dönmem, dedim. O tarihte Dersim’de harekât cereyan ediyordu.

Harekât şöyle başlamıştı: Fırat üzerinde Şeytan Köprüsü denilen bir yer vardır. Şeytan Köprüsü mevkiinde Fırat 4 metre enliğine kadar daralır. Buna mukabil derinliği 17 metre çoğalır. Onun başında karakol vardır. O Şeytan Köprüsü’nden geçilince Dersim’e girilmiş olur. O karakolda İsmail Hakkı isminde bir yedek subay komutasında 33 jandarma eri nöbet tutuyor. Orası Dersim'in kapısı. Seyit Rıza bir gece kuvvetleriyle basıyor bu İsmail Hakkı Bey’i ve 33 jandarmayı da şehit ediyor. Onun üzerine devlet, o tarihlerde Müfettiş-i Umumilik Teşkilatı var, 4. Umumi Müfettiş Abdullah Alpdoğan Paşa, Kastamonulu ona emir veriyor, bütün ordu iştirak etsin, bu Dersim’i temizleyin, diyorlar. Dersim Harekâtı böylece başlamış bulunuyordu.

Kemal Kılıçdaroğlu: 37’deki harekât değil mi efendim?

İhsan Sabri Çağlayangil:  37.. Ben de bu tarihte Ankara'ya tayin edilmiştim. Valiye gittim, dedim ki: Ben bir daha buralara gelemem. Biliyorsunuz, bu Kürt meselesine meraklıyım. Bu Abdullah Paşa’ya gidelim de nedir bu hareket, neler yapıyorlar öğrenelim. Acaba bize izin verir mi vekâlet?

Ben de merak ediyorum dedi Vali. Bir şifreyle vekâlete müracaat etti. Emniyet Müdürü Ankara'ya tayin edildi. Görmek istiyor dedi, şeyi. Ben de merak ediyorum. İzin verirseniz Abdullah Paşa’ya gidelim. Bize yardımcı olsunlar, harekât sahasını görelim. Vekâlet müspet cevap verdi. Abdullah Paşa’ya tebligat yaptık. Emniyet Müdürü’nü yanınıza alın, gidin dediler Vali’ye. 

Abdullah Paşa, o ara Elazığ’da değil mi efendim?

İhsan Sabri Çağlayangil: Elazığ’da… Ben de Malatya Emniyet Müdürüyüm. 

Valiyle otomobile bindik Elazığ’a gittik. Abdullah Paşa bizi misafir etti. Maksadımızdan haberdardı. Harekât başlayalı 1-2 ay olmuştu. Abdullah Paşa dedi ki: “Bu kefereyi, dedi kıstırdım. Ekinlerini yaktım. Uçakla mağaralara iltica ettiler, fakat dağlık arazi… Karargâhım Munzur’da. Munzur’a Hozat’tan geçerek gittik. Sonradan il olan veyahut o tarihte de il olan Bingöl ilinden başka ne var ortada? Tunceli… Tunceli vilayetinin merkezi… Karşıda Allahuekber Dağları var. Abdullah Paşa dedi ki, bu dağları tuttular, bu dağlarda bir mavzerli, bir alayı durdurabilir, öyle geçitler var, dedi.

Kemal Kılıçdaroğlu: Munzur Dağları mı, Allahuekber Dağları mı efendim?

İhsan Sabri Çağlayangil: Allahuekber Dağları. Munzur Dağları’nın bir parçasıdır.

Bir kadın var dedi, bunların içinde, kadının resmini de gösterdi, o kadar nişancı ki, dedi Şimdi dağlar böyle karşılıklı, karakol var, karakolda kapı aralığından jandarmayı vurmuş karşıdan, o kadar nişancı… Çok zorluk çekiyoruz, dedi. Bunlara, dedi, haber gönderdim, dedi. Bunların 15 kişi aşiret liderleri var. Bunları bize teslim edin, harekâtı durduracağım dedim, dedi. Mehil istediler, dedi, yarın bu mehil bitiyor, dedi. Madem merak ediyorsunuz beraber gidelim ne cevap getirecek Kürtler, dedi. Yalnız harekât sahasına gireceğiz, biraz tehlikeli, dedi. Pusuya düşme ihtimalimiz de vardır, dedi. E sen valisin, ben kumandanım… Emniyet Müdürü genç, isterse gelmesin, dedi.

Ben dedim ki: Ben de gelirim. Ben bu iş maksadı için geldim. Tehlike, tehlike…

Kemal Kılıçdaroğlu: Efendim yanınızdaki Elazığ Valisi miydi, Yoksa Malatya Valisi miydi?

İhsan Sabri Çağlayangil: Malatya Valisi… Beraber gidiyoruz. Elazığ’da hem Vali, hem Umumi Müfettiş şey…

Kemal Kılıçdaroğlu: Evet, evet. Özel kanun çıkmış o zaman. Abdullah Paşa…

İhsan Sabri Çağlayangil: Abdullah Paşa…

Biz ertesi gün iki otomobil ve bir de koruyucu manga, bir de taze ekmek çuvallara doldurulmuş, kafile halinde hareket ettik. Bir yerde yanlışlıkla ateş yedik, o badireyi atlattık, bir acayip yere vardık.

Abdullah Paşa, “İnmeyin arabadan, bizden evvel insinler” dedi. İndiler, subaylar onun yanında. Sonradan Paşa olan galiba ismi Şevket Bey, Erkan-ı Harp Başkanı. Onlar falan indiler. Bir yar var, böyle derin. Kürtlerle yapılan anlaşma gereği, iki tarafın da aşağıya silahsız inmesi lazımdır. Abdullah Paşa haber yolladı: “Biz üç kişi ineceğiz. Yabancı değildir biri Malatya Emniyet Müdürü’dür, biri Malatya Valisi’dir, çekinmesinler”

Cavit Çağlar: Abi o zaman şey olmuş muydu, yani bunları duman etmiş miydiniz? Olmamışlardı değil mi?

İhsan Sabri Çağlayangil: Hayır… Karşılıklı savaş devam ediyor.

Biraz bekledik, tercüman geldi. Ona izah edildi vaziyet. Sonradan 15-20 kişi geldi. Kürt bunlar. Ben de fotoğrafları var. Bunlar, garip adamlardı… Uzun boylu, insan güzeli, göğüslerinden kıllar sarkan, kumral kimselerdi. Heybetli adamlardı. Abdullah Paşa psikolojik hareket etti. “Ekmekleri dağıtın” dedi. Karşı taraf aç, muhasarada.

Bunlara fırından yeni çıkmış ekmekleri dağıttılar. Herkese birer ekmek verildi. Yarısını yediler, yarısını koyunlarına koydular. Oraya götürecekler.

Abdullah Paşa uzun bir konuşma yaptı. Dedi ki  ”Siz Demenan Aşireti’siniz. Ben Kastamonuluyum, Taşköprülüyüm. Niçin Kastamonu’ya Kastamonu denmiş bilir misiniz? Kastamonu bir dere içindedir. İki tarafı vardır. Bir tarafa bir aşiret yerleşmiş, bir tarafa da bir aşiret yerleşmiş. Bir tarafa Kast Aşireti yerleşmiş, Bir tarafa da Tuman Aşireti yerleşmiş. Kastuman denmiş. Ben Tuman Aşireti’ndenim. Tuman zamanla Demenan olmuş. Ben sizin aşiretinizin cetlerindenim. Biz birbirimizle akrabayız. Kürt denen grubun etnolojik aslı Türktür. Biz hep bir soydan geliyoruz. Bize ayrılık yakışmaz. Ben Tumanlardanım, siz Demenanlardansınız. Sizi iğfal eden başlarınızdaki, size ismini verdiğim adamlardır. Bunlar ortadan kalkarsa arada ihtilaf kalmaz. Birbirimizle iyi geçiniriz. Umarız ki iyi haber getirdiniz.”

İsmini hatırlamadığım tercümana Kürtçe anlattı. Tercüman bize tercüme etti. Adam diyor ki: “Beyanatınız bizi duygulandırdı.” 

“Verdiğiniz isimler üzerinde inceleme yaptık. Üç tanesi hariç bunların size teslimine karar verdik” dedi. Abdullah Paşa üç kişinin kim olduğunu sordu. İçlerinden biri bu kadın, iki tane de başka adamlar var.

Kemal Kılıçdaroğlu: O keskin nişancı kadın.

İhsan Sabri Çağlayangil: Abdullah Paşa, bu üç kişinin de teslim edilmesini istedi, bu üç kişinin istisna edilmesine razı olamayacaklarını, üç kişinin de tesliminin gerektiğini beyan etti ve bu üç kişinin istisnasının sebebini sordu.

Kürt, büyük bir samimiyetle dedi ki: “Bir adamın bir kocası olur. Siz bir harekât yapıyorsunuz. Bu harekât gelir geçer. Buraları gene Kürt ağalarına kalır. O zamanlar bize zulmederler bu ağalar. Bizi kurtaramazsınız siz. Siz bütün Dersim’e hâkim olsanız, oraya devlet otoritesi girse, zaten biz ağaya kul olmayız. Ama siz yoksunuz. Bizim daimi muhatabımız ağa olduğu için ve kudret de onda olduğu için, bunlar da Şeyh olduğu için, din büyükleri olduğu için, biz size değil onlara itaate, sizin değil onların söylediğini yapmaya mecburuz.”

Abdullah Paşa, şimdiye kadar bu işlerin böyle yürüdüğünü, fakat hükümetin bundan sonra kararlı olduğunu, Dersim’i de yurdun öbür parçası gibi hükümetin otoritesinin cari olduğu ve hükümetin üstünde tek bir otoritenin bulunmadığı yer bırakmama kararında olduklarını, ağaların lafına kapılmamasını, meseleyi tekrar düşünmelerini söyledi. Bunlar kabul etmediler. Sonra biz geri döndük. Yeni mehil istediler. Neticeyi söylüyorum. Bunlar kabul etmediler. Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden bunları fare gibi zehirledi. Ve yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir hareket oldu. 

Cavit Çağlar: “Bundan sonra oldu değil mi o hareket?”

 İhsan Sabri Çağlayangil: Evet… Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi. Dersim böyle bitti. 

Bugün Dersim’e rahatça gidebilirsiniz. Jandarma da girer siz de girersiniz. Yalnız son zamanlarda bilhassa sınırlarda dış tesirlerle Kürtlerin bağımsızlık hareketi başlamıştır. Kürtler, bir bölümü Türkiye'de bir bölümü İran'da, Bir bölümü Irak’ta oturan toplumlardır. İran’da oturanlar Nazımiye’de otururlar, Irak’ta oturanlar, Hakkâri ve havalisinde oturanlar, Türkiye’de oturanlar da yine bizim Irak ve İran hududumuzda otururlar. Gaye bu üç toplumun birleşip, Barzani, Doktor İhsan ve diğer Kürtçülerin öncülük ettiği hareket budur, müstakil bu üç devletten mukim Kürtlerden mürekkep bir Kürt devleti vücuda getirmektir. Son zamanlarda bu fikir artmıştır. Üniversitelerde okuyan Kürtler, bu fikri aşılamışlardır. Bunların merkezi halen İsveç’tir. İsveç vasıtasıyla Avrupa bu fikre ikna edilmiştir. Birleşmiş Milletler şartında bir coğrafi bölgede mukim halk kendi mukadderatını kendi tayin eder, diye yazar. Bunlar da siyasi mülteci olarak Türkiye’den, İran’dan, Irak’tan kaçarak “Biz bir bağımsız Türkiye [Kürdistan olmalı, M.Ö.] istiyoruz, dünyada 250 bin nüfuslu toplumlar Birleşmiş Milletler’e girip hükümet olmuşlardır. Biz 7-9 milyon arasındayız, bizim bu haydi haydi hakkımızdır. Bütün dünya bizle alakadar olmalıdır” demektedirler. Ve bu fikir tutmuştur. 

Ben Dışişleri Bakanı iken, bir gün Belçika Dışişleri Bakanı, sonradan Ortak Pazar Komitesi’ne başkan olan zat bana telefon etti. Dedi ki “Benim intihap çevremde çok müessir bir ailenin çocuğu Diyarbakır'da tevkif edilmiş. Senden çok rica ederim. Bana yardım et. Bu oğlanı bıraksınlar. Babası burada çok zengin bir adamdır.“ Ben dedim, meşgul olayım. 

Tevkif edilmiş deyince, valinin bir nüfuzu yok. Diyarbakır savcısına telefon ettim. Dedim: “Ben Dışişleri Bakanı’yım. Bir meslektaşım bana böyle böyle telefon etti. Anlayış rica ediyorum. Bunu, dedim, uluslararası mücadeleyi harekete getirerek adliyeyi zorlamaktansa siz halledersiniz.”

Dedi ki bana “Sayın bakanım, bu çocuk geldi, dedi, bir köye gitmiş, Kahvede bir Kürtçe ve Fransızca bilen bir tercüman bulmuş, demiş ki: ‘Siz hepiniz Kürtsünüz. Burada Türk’ün işi ne? Aranızda Türk yok. Niye bağımsızlık istemiyorsunuz? Biz size yardım ederiz’ Kahvede astsubay varmış. Haber vermişler, tevkif etmişler. Çocuk 22 yaşında.”

Savcı demiş ki: ‘Siz yabancısınız, bizim anayasamız gereğince bu suçtur. Vakıa böyle böyle, söylediniz diye yazılı burada, zabıtlarda, ama deyiniz ki ben böyle söylemedim. Tercüman beceriksiz bir adamdı, yanlış tercüme etmiş deyiniz. Bu meseleyi kapatalım. Siz de Lüksemburg’a gidiniz’ demiş.

Çocuk da demiş ki: ‘Ben öyle namussuzluk yapmam, namussuzluk yapan sizsiniz. Niye bunlara muhtariyet vermiyorsunuz? 

Ben mevki-i muameleye koymadım. Çocuğu adam olsun diye bekliyorum ama çocuk inatçı’ dedi.

Yapacak bir şey yok. Bu adam bana telefon edecek, söyleyeyim babası gelsin buraya da çocuğu kandırsın.

Dışişleri Bakanı tekrar telefon etti. Dedim ki bu sizin oğlan yaman “Amman, dedi, biz bunun ailesini gönderelim…”

Gönderdiler, bir hafta, 10 günde zor ikna edildi çocuk da… ‘Ben böyle şey söylemem, böyle şey söyledim gibi yazsınlar da ben sadece imza edeyim’, demiş. Öyle kurtardık.

Dış tahrikler var. Mesele Birleşmiş Milletler’e aksettirilmek isteniyor. Ne, ne dereceye kadar haklıdır, tartışılabilir. Fakat Türkiye olarak doğru veya yanlış, ama sabit bir siyaset takip etmedik. Kâh şiddet yoluna saptık, kâh ikna yoluna saptık. 

Demokrat Parti devrinden sonra yol götürüp, hizmet götürüp hâkim olmak istendi. 12 Eylül’den sonra şiddet, halen de tatbik edilen şiddet metodu hâkim olmak istendi. Benim şahsi kanaatimce şiddet metodu ile bir yere varılamaz. Şiddet metodu bu camiayı tıpkı Galatalı Şevket’in yaptığı gibi intikam hisleri ile meşbu hale getirir. Fakat aşağıdan almak, Melik Fırat’ın dediği gibi Kürtçe neşriyat yapmak suretiyle de bir neticeye varılmaz. İkisi ortası bir yol tatbik etmek lazımdır. Ne yapmak lazımdır, onu bilmiyorum. Daha doğrusu tek şey yapılmasının doğru olduğuna kani değilim. Mesela Diyarbakır’da cari olan usulün Mardin’de tatbikine imkân olmadığı, Siirt’te, her yerde, o muhitin şartlarına ve hitap ettiğiniz kitlenin psikolojik inançlarına göre ayrı tedbirler lazım geldiğine kaniyim.

Son tavırlar, son sözler...

Bugünkü siyasetin kökünden yanlış olduğuna inanıyorum. Kürt nüfusun mevcut 51, 52 milyon içinde muayyen bir nispeti var. Meclis içindeki Kürt mebuslar bu nispetten fazladır. Orduda 600 general varsa, mevcut nüfusa göre paşaların 23’ü mesela Kürt olması gerekirse, Kürt paşa o miktardan fazladır. Buna rağmen Kürtler tatmin edilmiş değillerdir. 

Benim münferit şahsi anılarım bundan çok fazladır. Fakat hepsini anlatarak size, bugün sizi yormak istemem. Önemlilerini ve prototip olanlarını anlattım. Sizin yaptığınız araştırmanın bir ilmi araştırma mı, yoksa Türkler, Kürtler hakkında ne siyaset takip etmeliler diye idari ve siyasi bir cephesi olan bir araştırma mı yoksa içgüdünüzün istikametinde muayyen bir neticeye varmak istiyorsunuz da o neticeye yarayan elemanları mı toplamak istiyorsunuz, onu bilmiyorum. Ama benim izahatım içinde hangi maksatla araştırma yaparsanız yapınız ona yarayacak elemanlar vardır, onlardan faydalanabilirsiniz.

Kemal Kılıçdaroğlu: Tabii efendim, mutlaka. Şimdi efendim Dersim’de iki hareket oluyor. 37’de ve 38’de… 37’de sonuca ulaşılamadığı için mi 38’de ikinci bir hareket yapılıyor?

İhsan Sabri Çağlayangil: 38 hareketi, 37’nin tamamlayıcısıdır.

Kemal Kılıçdaroğlu: 37’de bir bakanlar kurulu kararı var, bu hareketin yapılmasıyla ilgili olarak… 38’de de böyle bir karar var mı? Yoksa gerek olmadan devam mı edilmiştir?

İhsan Sabri Çağlayangil: Devam edilmiştir kanaatindeyim. Bunun içinde en mühim hatıra Seyit Rıza’ya ait hatıradır. Size Seyit Rıza’nın Şeytan Köprüsü’ndeki karakolda İsmail Hakkı merhumunu ve 33 jandarma erini şehit ettiğini anlatmıştım. Bunun üzerine yakalandılar bunlar. 

Kemal Kılıçdaroğlu: Yakalananlar arasında Seyit Rıza da var mıydı?

İhsan Sabri Çağlayangil: Var… Mahkemeye verildiler, Mahkemeleri bitti. Ben de bu Abdullah Bey’le olan, Paşa ile olan, Vali ile olan tetkiklerimi bitirmiş, Ankara’da göreve başlamıştım. 

Kemal Kılıçdaroğlu:  37’de mi, 38’de mi efendim?

İhsan Sabri Çağlayangil: 37’de… Yani o tarihin üzerinden 3-4 ay geçmişti. Şükrü Kaya Bey çağırdı. Dedi ki: Atatürk, Singeç Köprüsünü açmaya gidecek, Elazığ’a da uğrayacak. Seyit Rıza ile ilgili mahkeme bitmiş, fakat karar tatbik edilmemiş. Elazığ’da 6 bin Kürt toplanmış, Atatürk’ün seyahatini duymuşlar, Atatürk’ten Seyit Rıza’nın affı için şefaat isteyeceklermiş, dedi. Yanına sivil adamlarını al git… Bu, gelmeden evvel, Atatürk, dedi, bu mahkeme bitsin de bu Kürtlerin Atatürk'e müracaatları ve ricasına mani ol. Ben, 3-5 sivil aldım yanına gittim.

Elazığ’a gittik. Adliyeciler çok ihtilaf çıkardılar. Hatemi Semih Bey adında bir savcı vardı. Savcı yardımcısı benim sınıf arkadaşımdı Hukuk’tan. Savcıya bir hastalık raporu aldırdık. Savcı yardımcısı savcının yerine geçti. Ramazan’dı. O zamanlar tatil cumaya rastlıyordu. Cuma gecesi saat 02.30’da mahkemeyi kurduk. Cumartesi Atatürk gelecek.

Kemal Kılıçdaroğlu: Yani sabaha karşı kurdunuz.

İhsan Sabri Çağlayangil: Sabaha karşı… Hâkimi, ikna ettim. Siz, dedim, saat-i mesai bittikten sonra mahkemeye devam ettiğiniz oluyor mu? Ooo gece onlara kadar mahkeme görürüz dedi. E saat-i mesai sonlardan ihlal edilir de başından ihlal edilmez mi dedim. Ne demek o? dedi… Mademki 10’a kadar, bu sefer de 9’dan evvel mahkeme yapalım, dedim. Samiin lazım dedi. Ben samiin bulurum dedim. Cellat, çingene bulduk asmak için. 15 kâğıt isterim, bir şişe de rakı isterim, dedi. Onu da bulduk, samiin de bulduk. Davanın 72 sanığı var. Elazığ’da o saatte elektrik yok. Hapishaneye gittik, jipin projektörüyle mahkûmları kaldırdık, getirdik. Mahkeme görüldü. 7 tane idam mahkûmu vardı. İçinde Seyit Rıza ve oğlu da var. Biz, Emniyet Müdürü’yle Elazığ Emniyet Müdürü İbrahim Bey, Seyit Rıza’yı aldık. İmam dini telkin yapmak istedi. Seyit Rıza kabul etmedi. Jandarma karakolunun önünde bir meydan vardı, orada asılacaktı. Oraya götürdük. 

Savcı bir yafta yapıştırdı.

Vasiyetin var mı dedi.

“40 lira param var, onu oğluma verin” dedi.

Hâlbuki oğlu da asılacaktı, farkında değildi.

Saatimi de oğluma verin, dedi.

Başka vasiyetim yok, dedi.

Beyaz gömlekle çıktı, sehpayı gördü. Bomboş meydana, sanki doluymuş gibi, insan doluymuş gibi hitap etti:

 “Biz evladı Kerbelayık, bihatayık, ayıptır, zulümdür, cinayettir” dedi.

Son sözleri bu oldu, asıldı.(1)

Yanımda Macar Mustafa diye bir polis varmış, asıldıktan sonra sehpada bunun resimlerini çekmiş. Atatürk ertesi gün gelmedi, bir gün sonra geldi. Fakat gece yarısı gelmiş vagonda uyuyor diye, istasyona çekmişler. Hadi Bey isminde bir jandarma komutanı yaveri vardı Şükrü Kaya’nın. Macar Mustafa, Şükrü Kaya’nın yaverine, “Astık herifleri” diye resimlerini vermiş. O da kahvaltıda Atatürk’e göstermiş. Atatürk fena halde sinirlenmiş. Beni çağırdı. “Nedir bu rezalet?” Bütün Kürtleri ayaklandırır bu resim. Herif seyit, peygamber sülalesinden. Öyle sümükleri akmış, sehpada beyaz sakalıyla… Git, derhal imha et. Jandarmadan negatiflerini bul.” dedi. Gittik, bulduk, jandarmadan negatifleri imha ettik. O şekilde Seyit Rıza hadisesi kapandı.

Yani Dersim’deki liderler Şeyh Sait İsyanında asıldı. Seyit Rıza bu şekilde bertaraf edildi, işte öbür liderlerin çoğu da Dersim harekâtında hayatlarını kaybettiler. Kürtler üzerinde ağalık taslayacak, dini liderlik yapacak kimse kalmadı. Kalanlar da Kasım Küfrevi gibi, Melik Fırat gibi, Kamran İnan’ın babası Şeyh Selahaddin gibi hükümete muti adamlardı.

Dersim hadisesi bu şekilde kapanmıştır. Ve Dersim Kürtleri iç tahrikten bu şekilde kurtulmuştur. Fakat dış tahrikler, bilhassa son zamanlarda arttı ve bağımsız bir Kürdistan fikri bir türlü terk edilmedi.

Kemal Kılıçdaroğlu: Efendim, bu Dersim olayları sırasında, isyancıların gerçekten bir Kürt devleti kurma şeklinde bir düşünceleri mi vardı, yoksa daha çok… 

İhsan Sabri Çağlayangil: İsyancıların… İsyancılar birer maşaydılar. Asıl hareket şeyhlerin ve aşiret reislerinin elindeydi. Aşiret reislerinin çoğu bilinçsizdi. Onlar sırf hükümete mukavemet etmek ve kendi nüfuzlarını idame ettirmek için çalışıyorlardı. Fakat perde arkasında Barzani gibi, Mustafa gibi, oğlu gibi, Celal gibi, Dr. İhsan gibi kimseler Kürt istiklali için çalışmaktaydılar. Kamran gibi….

Kemal Kılıçdaroğlu: Bir de efendim, bu olayların olduğu dönemlerde, yani 1937’de İsmet İnönü’nün mecburi izne ayrıldığı bir dönem var. Bu dönemde de Sayın Bayar vekâlet ediyor, sonra da başbakan olarak atanıyor. Bu olaylarla bağlantısı var mı bunun?

İhsan Sabri Çağlayangil: Ooo… Başbakan olarak geldi Bayar. Benim bir resmim var, Elazığ Tren İstasyonunda… Atatürk’ün koruması bana tevdi edilmişti. Bayar, Şükrü Kaya ve Sabiha Gökçen, Atatürk, seryaver, hep beraber çıktılar. İstasyonla Halkevi arasında koruma benimdi, ondan sonra Vilayete devredecektim. Pek bir hadise olmadı. Kürtler de bir şey yapmadılar. Yalnız bir manalı sükût vardı. Yol boyuna dizilmişti 6 bin Kürt. Hakaret-i sükût vardı.

Kemal Kılıçdaroğlu: Bu olaylarla, yani İsmet İnönü’nün görevden alınıp Bayar’ın atanmasıyla, bir şeyi yok…

İhsan Sabri Çağlayangil: Zannetmem. Yok.

Cavit Çağlar: İnönü, Kürt müydü abi?

İhsan Sabri Çağlayangil: Hayır… Malatyalı… Tevfik Bey vardı, ben Malatya Emniyet Müdürü iken. İnönü'nün aslı Bitlis’lidir. Bitlis’ten gelmiştir aile. Ama Kürt olduklarını zannetmiyorum. O Tevfik Bey, Kürt değildi. Şimdi Saim Temelli vardır, Sarıyer’de oturur. Tevfik Bey ailesindendir o da amcazadesidir. Zannetmiyorum Kürt olduklarını. Kürttü diyenler var. 

Kemal Kılıçdaroğlu: O hadiseden sonra, yani 1938’den sonra herhangi bir hadise olmadı Dersim’de değil mi?

İhsan Sabri Çağlayangil: Olmadı…

Kemal Kılıçdaroğlu: Efendim siz bu 100 örnek basılan bir rapordan bahsettiniz, galiba o Rauf Orbay’ın yazdığı değil mi?

İhsan Sabri Çağlayangil: Kâzım Orbay…

Kemal Kılıçdaroğlu: Haa Kâzım Orbay… O da Dersim olaylarına katılmış mıydı?

İhsan Sabri Çağlayangil: Jandarma Genel Komutanıydı o dönemde… Bilfiil katıldığını zannetmiyorum. Son hareketi Abdullah Paşa idare etti ve tenkili de Abdullah Paşa yapmıştır. 

Cavit Çağlar: Bayağı insan öldü ama değil mi orada? Çok adam öldü değil mi, İhsan abi, orada?

İhsan Sabri Çağlayangil: Oooo… Çok öldü… Küçük çocukları kestiler. Vahşet dolu.

Cavit Çağlar: Asker kesti… Dayandılar gittiler ha.. Bombaladılar mı abi, yoksa şey mi?

İhsan Sabri Çağlayangil: Rivayet… Gözümüzle görmedik ki… Ama öldürdüler. Başka türlü yapacak bir iş de yoktu. Abdullah Paşa bu hale gelmemesi için elinden geleni yaptı, çok çalıştı.

Kemal Kılıçdaroğlu: Osmanlı döneminde de galiba Dersim sorun olmuştu.

İhsan Sabri Çağlayangil: Çook…

....

Mustafa Kemal, Kırımdan sonra “Dersim meselesi tarihe havale olmuştur” minvalinde bir cümle ile tarihe kayıt düşmüştü.

Oldu mu, değdi mi?

Büyük İnsanlığa çağrı: Dersim kırımı ile yüzleşmek, daha fazla ertelenemeyecek bir insanlık görevidir!  

-----------------------------------------------------  

(1)1863 doğumlu, 75 yaşında olan olan Seyit Rıza fazla  haddi fazla olduğundan yaşı küçültülerek(54) asıldı. Yanısıra oğlu da dahil o gece altı dersimli idam edildi.

17 yaşındaki oğlu Resik Hüseyin ise yaşı büyütülerek (21) idam edildi.

Seyit Rıza oğlundan önce asılmak istiyordu. Ancak o acıyı yaşasın istediler... Oğlu gözlerinin önünde asılıreken, ona şöyle seslendiği söylenir...

Bizim alnımızda kara leke yok, 

Başını dik tut Cigarem,

Varsın Buğday Meydanı bugün bize Kerbela olsun! 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU