Yusuf Dikeç'in ikonik pozunun anlattıkları: Algılar ve olgular arasında uçurum

Ulvi Saran, Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: TRT Spor

Paris olimpiyatlarında milli atıcımız Yusuf Dikeç’in koruyucu aksesuar ve lens kullanmadan bir eli cebinde tabanca atışı yaparken takındığı soğukkanlı ve artistik poz, izleyicilerin bir anda beğenisini kazandı ve sosyal medya aracılığıyla günler içerisinde tüm dünyada viral oldu…

Oyunların rutin akışı sırasında bir sporcunun bir anlık sergilediği özgüvenli ve karizmatik tavrın, ortaya koyduğu performanstan ve elde ettiği dereceden çok daha fazla ilgi uyandırması ve olimpiyatların en ikonik  görüntülerinden biri haline dönüşerek hafızalara kazınması gerçekte neyi anlatıyor?

Bu bize, 

- “Algıların, çoğu kez olgulardan daha önemli olduğunu”,
- Twitter, Instagram ve Facebook gibi platformlarda geniş çapta paylaşılan “mem”ler ve gönderilerin bir anda toplumsal ilginin odağına oturarak bu tür anları ikonik hale getirebileceğini,
- Sosyal medyada etkileşim ve katılım dinamiklerinin çoğaltıcı etkisiyle, haber veya görüntülerin bir salgın tarzında, üstel büyüme (exponential growth) niteliğinde ve çok yüksek bir “viral katsayı” ile, deyim yerinde ise “meteorik hızda” yayılarak bir anda tüm dünyaya ulaşabileceğini,
- Sosyal medyanın, manipülasyon işlevi ve gücüyle, popüler gündem konularında, insanların zihninde ve hayallerinde oluşturduğu düşünce kalıpları ve imgelerle kitleleri yönlendirmede ve toplumların algısını şekillendirmede sanıldığından çok daha fazla etkili olduğunu gösteriyor.

Dikeç’in pozunun, izleyicilerde belli bir amaç doğrultusunda etki oluşturmak üzere, önceden düşünülmüş, planlanmış ve sonuçları hesaplanmış değil, doğal halinin bir yansıması olarak kendiliğinden (spontane) sergilediği bir tavır olduğu anlaşılıyor.

Dikeç’in kendisinin bile tahmin edemediği bir şekilde bir anda dünya gündemine oturmasını sağlayan ve milyarların dikkatini Türkiye’nin üzerine çeviren bu çok istisnai pozunun Türk imgesine ve Türkiye’nin tanınırlığına yaptığı olumlu katkı, özellikle İnternet ve sosyal medya çağının hızlandırıcı ve çoğaltıcı etkisiyle beklenmedik ve tahmin edilemeyecek ölçüde yüksek olmuştur.

Buradan elde ettiğimiz olumlu sonuç ve kazanımın ne denli bir başarı olduğunun, orta ve uzun vadede Türkiye’nin uluslararası kültürel, ekonomik, ticari ve siyasi ilişki ve rekabet düzenindeki konumuna ve rolüne ne gibi somut ve kalıcı bir katkı sağlayacağının ayrıca irdelenmesi ve sorgulanması gerekiyor.

Kabul edilmelidir ki, bu olay;

- Ülkemizin uluslararası tanınırlığını ve  uluslararası itibarını arttırmıştır.
- Türkiye’nin ülke ve devlet olarak  güçlülük imajına katkı sağlamıştır
- Dünya insanının zihninde oluşan “Türk” imgesine, güçlülük, soğukkanlılık, kararlılık ve özgüven sahibi olmak gibi olumlu özellikler kazandırmış ve bunların pekiştirilmesini sağlamıştır.
- Milletimiz için ulusal bir gurur kaynağı olmuş, toplumumuzda milli kimlik duygusunu, birlik ve beraberlik anlayışını güçlendirmiştir.
- Türk halkında ve özellikle gençlerde özgüven arttırıcı bir etki yapmıştır 
- Viral etkinin sağladığı bilinirlik ve tanınırlıkla, Türkiye’nin dünyada siyasal ve ekonomik rekabette varlığı ve önemli bir oyuncu olduğu vurgulanmıştır.
- Türkiye’nin turizm potansiyeline, ülkemize gelecek turist sayısını, dolayısıyla turizm gelirlerini arttıracak yönde olumlu etki sağlamıştır.

Peki bunlar, genel olarak uluslararası ilişkilerde veya uluslararası spor etkinliklerinde, elde etmeye çalışmamız ve hedeflememiz gereken, gerçekçi ve objektif kriterler ve normlar çerçevesinde Türkiye’nin ihtiyaç ve beklentilerini tam olarak karşılayacak bir başarı olarak nitelendirilebilir mi?

Aramamız ve talep etmemiz gereken şey, dünya çapında viral olan ve olumlu imaj oluşturan bu tür görüntülerden mi ibarettir? Bu, nihai hedefimize ulaştığımız ve tüm dertlerimizi unutmamız gerektiği anlamına mı geliyor?

Tabii ki hayır…

Çünkü bu;

- Hiç beklemediğimiz bir anda gelen, tesadüfi ve istisnai bir olaydır.
- Belli bir öngörüye ve stratejiye dayanmamaktadır.
- Sistematik, planlı, programlı ve bu kapsamda belli süreçlerin ve uygulama aşamalarının izlenmesi sonucunda elde edilebilen, standart normlar ve tanımlarla ifade edilebilecek bir başarı değildir.
- Kalıcı etki ve sonuç sağlamaktan uzaktır ve bu nedenle sürdürülebilir değildir.

Öncelikle, Dikeç’in küresel ilginin  odağına oturması ile oluşan “soğukkanlı ve havalı Türk imgesi”nin, kim olursa olsun dünyadaki tüm Türklerin göğsünü kabarttığını ve gururunu okşadığını kabul etmek gerekir.

Şimdi, bu olayın, sosyal psikolojinin bir konusu olarak toplumumuzun kollektif zihninde ve algı dünyasında ne gibi etkilere ve sonuçlara yol açtığını inceleyelim:

Toplumca zamanını, yerini ve sınırlarını belirleyemediğimiz ve koşullarını denetleyemediğimiz bir anda meydana gelen bu olay sonrasında, girdiğimiz ruh hali ve psikolojik durumumuzu yansıtan bireysel ve toplumsal refleksler şöyle özetlenebilir:

Viral görüntülerin oluşturduğu bu uluslararası odaklanma ve tanınırlık;

- Toplumumuzda günlerdir varlığını sürdüren coşkun bir ruh hali, gurur ve mutluluk hissi yaşamamıza yol açmıştır.

Bu, “teşbihte hata” olmazsa, kendinden geçen bir hayalperestin gördüğü kısa bir rüyaya veya bir bağımlının aldığı doza bağlı yüksek dopamin deşarjı sonucu yaşadığı zevk, heyecan ve yoğun mutluluk duygusunun etkisine (öföri haline) benzemektedir.

Bu, hiç şüphesiz gelip geçici bir keyif ve sarhoşluk halidir. Yine abartılı olsa da benzerlik kurduğumuz takdirde, toplumca bundan sonra tecrübe edeceğimiz şey, hayalperestin rüyasından uyandıktan veya bağımlının öföri halinin etkisi geçtikten sonra yaşayacağı derin hayal kırıklığı, çöküntü, kaygı ve boşluk hissinden farklı olmayacaktır.

-  Toplum ve bireyler olarak var olan sorunları görmezden gelmek ve unutmak suretiyle geçici bir rahatlama yaşamamızı sağlayan bir tür “psikolojik kaçış”a neden olabilecektir. Bu kaçış durumu, haliyle sorunların çözümünü geciktirmekten başka bir sonuç getirmeyecektir.

-Bireylerin sosyal normlara uyum göstermesi gerçeğinden doğan “benzeşme” etkisiyle bu tür anlık başarıların ve olumlu görüntülerin, gerçek başarılar ve ilerlemeler olarak algılanabilmesi nedeniyle “toplumsal yanılsamaya” ve “yanlış güven duygusuna” yol açabilecektir.

Peki, toplumların bu tür, sabun köpüğü gibi bir anda kabarıp sönen, yüzeysel ve gelip geçici imajlarla avunup aldatıcı bir keyif haline girmeleri, gerçekte yaşadıkları temel açmazlarını, gerilikten ve sistemsizlikten doğan sorun ve çelişkilerini örtebilir mi?

Bu konuda, “olgu ve algı” ilişkisine, genel çerçevede ve Türkiye bağlamında bakıldığında şunlar söylenebilir:

Algı, bireylerin çevrelerinden edindikleri bilgileri yorumlama ve anlamlandırma süreçlerini ifade eder. Duyusal bilgilerin beyin tarafından işlenmesi ve yorumlanması sonucu oluşur ve sübjektif bir nitelik taşır.

Olgu ise, gözlemlenebilir ve ölçülebilir gerçeklikleri ifade eder. Objektif verilere dayanır ve bireysel yorumlardan bağımsızdır. Bilimsel yöntemlerle doğrulanabilen ve tekrar edilebilen özellikler taşır.

Algılar, bireyleri ve toplumları gerçeklerden uzaklaştırabilir. Sorunların üzerini bir süreliğine örterek gerçeklerle yüzleşmesini engelleyebilir.

Algılar ve olgular arasındaki farklılıktan doğan uyumsuzluk, toplumun uzun vadeli ve kalıcı çözümler üretmesini zorlaştırabilir. Bu durumda elde edilen yüzeysel ve geçici başarılar, toplumu tatmin ederken, derin ve yapısal sorunların göz ardı edilmesine neden olur.

Türkiye’nin genelde sportif başarısı ve olimpiyat oyunlarında elde ettiği sonuçlar açısından algılarla olgular arasındaki ilişkiye baktığımızda, ortaya pek iç açıcı bir sonuç çıkmamaktadır.

Öncelikle, Türkiye’nin Paris olimpiyatlarındaki genel başarı düzeyini ortaya koyan kazandığı madalya sayısı, nüfus ölçeğine ve ekonomik ve siyasal açıdan uluslararası sıralamalarda yer aldığı ilk 20 ülke içindeki konumuna uygun bir yer değildir.

Bu bağlamda, Türkiye’nin yarısı kadar nüfusa sahip olan Güney Kore toplam 28 madalya ile 7’inci sırada yer alırken; Türkiye’nin 5 madalya ile 60’ıncı sırada yer alması, asla artan uluslararası tanınırlığımızı haklı çıkartacak bir başarı değildir.

Bu, olgularla algılar arasında var olan ve  yeterince farkına varamadığımız uçurumu ortaya koymaktadır.

Sporcumuzun, yarışma arkadaşı Şevval İlayda Tarhan ile kazandırdığı madalyadan bağımsız olarak sükseli duruşunun uyandırdığı viral etki, bireyseldir ve algı temellidir. Oysa, ülkemizin Paris Olimpiyatları başarı sıralamasında gerçekte olması gerektiği yerin çok uzağında kalması, kurumsal düzeyde negatif bir gerçekliktir ve bir olgudur.

Kamuoyunun, şimdilerde ise sosyal medyanın hafızası zayıftır ve oldukça nankördür.

Bireysel başarı ve aniden gelen şöhret, sabun köpüğü gibi bir anda söner, günler süresince yaşadığımız keyif ve mutluluk hali hızla sona erer. Ardından kendi gerçeklerimizle baş başa kalırız.

Güçlü Türkiye algısına hangisi daha büyük ve kalıcı katkı sağlar?:

-Aniden gelen, sıradışı ve Türkiye’yi bir anda sosyal medyanın odağına oturtan  bireysel başarı ve tanınırlık mı?
-Planlı, sistematik, uluslararası başarı sıralamalarında  düzenli bir yükseliş grafiğiyle kendisini gösteren kollektif kurumsal başarı mı?

Elbette sürdürülebilir nitelikte, kurumsal kapasiteyi arttıracak ve geleceğe miras bırakılabilecek olan ikincisidir.

Sonuç

Paris Olimpiyatlarında, ülkemiz adına yarışan Yusuf Dikeç’in tabanca atışını gerçekleştirirken sergilediği havalı, özgüvenli, soğukkanlı ve karizmatik duruşun uyandırdığı gurur ve bunun getirdiği dünya ölçeğindeki tanınırlık, tek başına sevindirici olsa da, bütüncül bir açıdan bakıldığında bizde gerçek ölçütler ve verilerle altı doldurulamayacak ve ülkemizin uluslararası sportif başarı sıralamalarındaki sırasıyla uyumlu olmayan yapay ve geçici bir başarı hissi uyandırmıştır.

Bir ülkenin gerçek gücünü ve itibarını yansıtacak olan şey, imgeler değil, somut gerçekler; algılar değil, olgular olmalıdır.

Bu bağlamda, uluslararası alanda, dünya kamuoyunun ülkemize yönelik genel ve kalıcı bakış açısı, ucuz ve kolaycı bir yaklaşım ve iyimserlikle kendimize atfettiğimiz gibi Yusuf Dikeç’in sergilediği bireysel başarı ile sınırlı ve dolayısıyla algı temelli olmayacaktır.

Özellikle ülkemizin uluslararası arenadaki güçlü ve zayıf yönlerini gösteren, insani gelişme, gelir dağılımı adaleti, şeffaflık, inovasyon kapasitesi, ekonomik özgürlük, sürdürülebilir kalkınma, yumuşak güç kapasitesi, ekonomik rekabetçilik, yolsuzlukla mücadele gibi kritik alanlarda ilerleme kaydetmesi gerektiğini gösteren sosyoekonomik göstergeler ve bunların esas alındığı endeksler üzerinden, yani “olgu temelli” olacaktır.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU