İran ve İsrail: İmkânsız yüzleşme ve beklenen gerileme

Fotoğraf: AA

Hamas lideri İsmail Heniyye'nin başkent Tahran'da öldürülmesinin yanı sıra İran'ın Irak ve Lübnan'daki destekçilerine yönelik toplu suikastların ardından birçok kişi, Lübnan'daki Hizbullah liderinin deyimiyle İsrail'in İran'ın onurunu lekelemesinin ardından Tel Aviv'e füzelerin yağmasını bekliyordu. Ancak dikkatli bir analizle füzelerin yağacağını ama bunun topyekûn bir savaş kapsamında olmayacağını tasavvur etmek mümkün. Bu da İran'daki rejimin doğasından, İsrail devletinin doğasından ve her birinin bölgesel ve uluslararası çevre ile ilişkisinden kaynaklanıyor. Objektif bir ölçü olarak geçmişteki uygulamalar İran'ın önceliğinin İsrail olmadığını, İsrail'in önceliğinin de İran olmadığını kanıtlıyor. İsrail'in önceliği Filistinlilerin devlet hakkını ortadan kaldırmak, İran'ın önceliği ise Filistin davası sloganı altında bölgenin lideri olmaktır. Dolayısıyla aralarında herhangi bir geniş çaplı çatışma her iki tarafı da tatmin etmeyecek bir çözüm üretecek çünkü Filistin devletinin kurulmasını ve İran'ın bölgedeki askeri varlığının ortadan kaldırılmasını içerecek. Bu sebeple, Araplar İsrail ile çözüme yaklaştıkça, liderliği daha çok kaçıyor ve üzerindeki Arap ve dış baskılar yoğunlaşınca da İran beklenen çözümü sabote ediyor. 7 Ekim 2023 saldırısının yaptığı da bu; İsrail'i Filistinlilere ait bir devleti tanımaktan, İran'ı, kendisine karşı bir denge kuracak ve Filistin meselesini elinden alacak bir Ortadoğu ittifakının kurulmasından kurtardı. Bu bir sır değil, zira İran, saldırının normalleşmeyi engellediğini ifade etti, pek çok kişinin kendisinden habersiz olmadığına inandığı saldırıdan yararlanan İsrail de öyle. Nitekim New York Times'ın yayınladığı bilgiler, İsrail liderliğinin, Hamas'ın hazırlıklarına ilişkin raporları görmezden geldiğine, hatta Gazze sınırının gözetiminden sorumlu bazı İsrailli kadın askerlerin hazırlıkları liderliğe bildirdiği ve kendilerine bu konuyu unutmaları yanıtı verildiğine işaret ediyor. İsrail liderliği bunu neden görmezden geldi? Amacı, 1980'lerde Lübnan'ın işgalini meşrulaştırdığı gibi, savaş için bir gerekçe bulmak mıydı?

İsrail büyük olasılıkla Hamas'ın hareketlerini izliyordu ve 7 Ekim baskını hakkında hiçbir ipucu veya ipuçlarına sahip olmadığı kesin bir şekilde söylenemez. Baskından sonra İsrail'in zincirlerinden kurtulmuş bir canavara dönüşmesi ve gizli odak noktasının Gazze Şeridi'nde etnik temizlik ve Filistinlileri Batı Şeria'dan sürmek olması da bunun kanıtı. Operasyonlar o kadar çirkinleşti ki, tüm sükûnet çağrıları boşa çıktı, çünkü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bu fırsatın bir daha tekrarlanmayacağına inanıyor. Hamas'ın saldırısı İsrail'e hizmet ettiği gibi, aynı zamanda öldürülen Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani'nin "ateş çemberi" teorisiyle bulunduğu kehanete de hizmet etti. Bu teori, İran'ın "Kudüs'ü özgürleştirme" sloganı altında Arap başkentlerini fiilen kontrol etmesine olanak tanıdı. Ancak İran, İsrail'i ortadan kaldırmanın önce ABD'yi ortadan kaldırmayı gerektirdiğini ve bunun imkânsız olduğunu çok iyi biliyor. Bu nedenle; “ateş çemberi” Kudüs’ü özgürleştirmenin değil, müzakerenin ve baskının kartı haline geldi. İran, devrimden bu yana Filistin’e kurtuluş bayrağını yükseltiyor. Rafsancani, İsrail'i ortadan kaldırmak için birden fazla bombaya ihtiyaç olmadığını düşünüyordu. Ondan sonra tüm İranlı liderler, İsrail'in nükleer güce sahip bir devlet olduğunu, İran nükleer güce sahip olsa bile onu ortadan kaldıramayacağını kavramalarına rağmen, onun varlığına son vermekten söz ettiler. Eski Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac da İran'a nükleer tetiği çektiği anda haritadan kaybolacağını hatırlatmıştı.

Bu gerçekler göz önüne alındığında İsrail'in İran'a yönelik büyük gerilimi iki hedefe hizmet ediyor; Filistinlilerin devlet hakkını ortadan kaldırmak ve İran'ın nükleer tesislerini yok etmek. İlk hedefin gerçekleşmesi için çalışılıyor, ikinci hedef ise zor görünüyor çünkü İran, İsrail'in kendisini zorla savaşa sürüklemek istediğini anlıyor. Böylece denklem netleşiyor; İsrail savaşmak istiyor, İran ise bundan kaçınıyor. Bu nedenle İsrail'in Suriye'de, Yemen'de, Lübnan'da, hatta Tahran'ın göbeğinde İran ile arasındaki tüm kırmızı çizgileri ihlal ettiğini görüyoruz. İran'ın güçsüzlüğünü, “stratejik sabır” adı verilen ve amacı, İsrail'in belirleyeceği bir savaşa sürüklenmemek olan yeni bir teori icat etmesiyle açıkça görüyoruz. Ancak İsrail'in provokasyonları ve kışkırtmaları, Heniyye'nin Tahran'daki Devrim Muhafızları’na ait bir tesiste öldürülmesiyle doruğa ulaştı ve böylece İran liderliği, kendisini "stratejik sabır" teorisini revize etmek zorunda bırakan bir sınavla karşı karşıya buldu. Sahada bu, Şam'daki İran konsolosluğuna yapılan saldırıya yönelik misillemenin tekrarlanamayacağı anlamına geliyor ve bu nedenle İran liderliği kendisini büyük bir sıkıntı içinde görüyor. İsrail ise İran'ın içinde bulunduğu durumun farkında ve bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyor; Filistin devleti fikrini devirmek ve İran'ın nükleer silahından kurtulmak.

Önce Heniyye'nin korunaklı Devrim Muhafızları tesisine yönelik bir füze saldırısı ile öldürülmesini, ardından Hizbullah'ın kalesinde ikinci önemli şahsiyetinin öldürülmesini, aynı zamanda Bağdat'ta İranlı grupların vurulmasını, Husi tesislerinin yok edilmesini bu bağlamda okumak mümkün. Geriye şu soru kalıyor: İran nasıl karşılık verecek; Şam konsolosluğu anlaşmasını tekrarlayacak mı, yoksa geniş çaplı bir çatışmaya yol açacak kademeli bir savaşa mı sürüklenecek? İran'ın önünde iki seçenek var; İsrail'in sabırsızlıkla beklediği ve Batı, İsrail'in arkasında durduğu sürece kazanılması mümkün olmayan bir çatışmaya girmek. Yahut yaraya tuz basıp Amerikalılarla itibarını zedeleyecek ama en azından onu belirsiz bir süre bölgede tutacak bir anlaşma yapmak.

 

Şarkul Avsat

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU