Yemen'deki Husi milislerinin sorumluluğunu üstlendiği Tel Aviv'e yönelik son insansız hava aracı saldırısı, doğrudan maddi sonuçlarının ötesine geçiyor. İsrail'in verdiği güçlü yanıttan sonra bile, stratejik anlamlarına göz yummak, Tel Aviv'i hedef alan bu türden ilk saldırının meydana gelmesine gerekçe olarak, tehlikenin boyutunu tahmin edemeyen insani bir hatanın sonucu olduğunu söylemek yeterli değil.
Olanlar, İran destekli milislerin güç ve yeteneklerinde ciddi bir artış olduğunu ve İsrail'in güvenliğinin yanı sıra, genel bölgesel güvenliğe yönelik teşkil ettikleri tehditlerin düzeyini de ortaya koyuyor. Aynı zamanda İHA tehdidi karşısında genel olarak ülkelerin hava savunma sistemlerindeki stratejik zayıflıkları da açığa çıkarıyor. Bu durumda, çok düzeyli bir felaketin zeminini hazırlamak için insani veya teknik tek bir hata yeterli.
Durum şu ki, artan bölgesel gerilimlerle birlikte bu olay, daha geniş yansımalarının analiz edilmesi, Husi ve onun arkasından İran ile mücadelenin stratejik olarak yeniden değerlendirilmesi ihtiyacı açısından hükümetlerin kaygılar listesinin üst sıralarına yerleşiyor.
İster gelişmiş insansız hava araçlarına sahip olma, isterse uzun menzilli saldırılar gerçekleştirmek için bunları kullanma deneyimi açısından olsun, Husiler askeri yeteneklerinde önemli bir ilerleme gösterdi. Bu başarı, İran ve onun desteklediği milis gruplarla arasındaki koordinasyon ile yakından bağlantılı olduğundan, Hizbullah gibi daha gelişmiş ve daha etkin düzeye ulaşmış diğer milis grupların nasıl bir durumda olduklarına dair endişe verici işaretler veriyor. Bunu bir de “arenaların birliği” stratejisine bağlayıp, İsrail'e veya herhangi bir bölge ülkesine aynı anda yüzlerce, binlerce İHA ile birden fazla cepheden saldırı düzenlenme ihtimalini hayal edelim, İran milis ağının cephaneliğini güçlendirme ve operasyon kapsamını genişletme yeteneklerindeki önemli sıçramadan kaynaklanan tehlikenin boyutu bizim için açık hale geliyor. Ortadoğu'da hızlı bir şekilde yükselen gerilim halinin gölgesinde, bu tür ve büyüklükteki saldırılar teorik olmaktan çıktı.
Binaenaleyh son Husi saldırısının sonuçları, acil güvenlik endişelerinin ötesine geçerek bölgesel dinamiklerde ve güç dengesinde bir değişim potansiyeline işaret ediyor.
Tel Aviv’de bir binayı vuran İHA, bundan önce ABD’nin Ortadoğu'daki imajına ve prestijine zarar verdi, müttefikleri arasında ona olan güvenin daha da azalmasına neden oldu. Saldırı, Başkan Joe Biden yönetiminin Kızıldeniz'deki stratejisinin başarısızlıklarını ve seyir özgürlüğünü sağlamaya yönelik Refah Muhafızı Operasyonu’nun korkunç sonuçlarını bir kez daha teyit etti. Washington ne Avrupalı, Ortadoğulu ve Asyalı müttefiklerinin güvenini kazanıp bu çabanın bir parçası olmalarını sağlayabildi ne de İran'ı ve gruplarını dizginleyebildi. Avrupalılar kendi güvenlik operasyonlarını yürütürken, Körfez ülkeleri operasyona katılmaktan kaçındılar. Hindistan ve Çin gibi kilit ortaklar ise Amerikan girişimine katılmamayı tercih ettiler. Buna ilave olarak, Biden yönetiminin Husileri terör listesinden çıkarıp ardından eksik ve yetersiz bir şekilde iade etme kararı, İran destekli milislere karşı zayıflık ve teslimiyet sinyali vermiş oldu. İlgili Körfez ülkelerinde memnuniyetsizlik uyandırdı ve Amerikan yönetiminin kendilerine karşı yükümlülüklerinden vazgeçtiği yönündeki algıyı güçlendirdi.
Husilerin artan tehdidinin, tüm bölge ülkelerini ortak tehdide karşı koymak için ittifaklarını güçlendirmeye itebileceği doğru. Ancak diğer taraf da Husilerin ve İran'ın vereceği zarardan korunmaya çalışmanın, ülkeleri normalleşme ve bölgesel entegrasyon süreçlerini dondurmaya itebileceği, bunun da barışın bugün pek güvenilir görünmeyen Amerikan garantilerine olan ihtiyacı ışığında kapsamlı barış çabalarının donmasına yol açabileceği de doğru.
Halihazırda devam eden ortaklıklar ve iş birliği için hayati öneme sahip güvenlik desteği ve caydırıcılık sunabilen, güvenilir bir uluslararası muhafız bulunmuyor. Dolayısıyla İran'ın nisan ayında İsrail'e düzenlediği füze saldırısının ardından ortaya çıkan bölgesel iş birliği ortamı, bölge hükümetlerinin İsrail ile aralarındaki doğrudan veya dolaylı iş birliği biçimlerinin güvenlik ve istikrarlarını gelecekte daha fazla riske maruz bırakacağını düşünmeleri halinde tehdit altına girebilir.
Ayrıca Husilerin kendilerine güvenlerinin artması, Yemen'de siyasi çözüm süreçlerini ve barış çabalarını giderek karmaşıklaştıracak, Husilerin bölgesel, uluslararası güvenlik ve ekonomi için bir şantaj kaynağı olarak kalmasına neden olacaktır. İran, Husilerin siyasi, askeri, teknik ve lojistik destekçisi olmasına rağmen, bölgedeki nüfuzunun artması, Tahran'ın Ortadoğu'daki nüfuzunun pekiştirilmesi, oradaki güç dengesinin yeniden yapılandırılması açısından şu anda olup bitenlerin objektif sonucudur.
Husilerin Tel Aviv'e düzenlediği İHA saldırısı, bölgede artan tehditlerin karmaşık doğasını hatırlatıyor. Askeri hazırlık ve savunma politikalarının yanı sıra, çeşitli uluslararası hesaplara göre İran ve kollarıyla stratejik ve siyasi bir şekilde başa çıkmakta stratejik değişikliklere acil ihtiyaç olduğunu gösteriyor.
İran ve milislerine karşı caydırıcılık sisteminin yeniden kurulması, Biden yönetiminin karakteristik özelliği olan stratejik saflık sayfasının kapanması anlamına gelen Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesi yoluyla, yaklaşan Amerikan seçimleri siyasi bir değişim getirecek mi?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.