Sığınmacı meselesi, normalleşme süreci ve kaosun muhtemel failleri

Doç. Dr. Eren Alper Yılmaz Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Türkiye, eş zamanlı olarak orman yangınları, sığınmacı sorunu ve sınır ötesinde gerçekleşen çatışmalarla zor bir virajdan geçiyor.

Türkiye'nin 13 yıldır yüzleştiği göç ve sığınmacı sorunu öyle kritik bir noktaya geldi ki, içeride ve sınır bölgesinde yaşanan kaosun askeri yöntemlerle bile durdurulmakta güçlük çekildiği bir duruma geldik.

Zira konu, siyasal bir çıkmazdan ziyade toplumsal bir mesele haline gelerek her yaş, meslek ve görüşten tepki almaya başladı.

Aslında sığınmacılar hususunda yaşanan olayların geldiği nokta çok da yeni sayılmaz.

Geçmişe dönüp hafızamızı tazeleyecek olursak, 2021 tarihinde Ankara Altındağ'da Suriyeli bir grubun 2 Türk gencini bıçaklaması sonucunda taraflar arasında çıkan kaos ortamı, Kocaeli'nin Dilovası ilçesinde Suriyelilerin evcil bir hayvanı zehirlediği iddiasının ardından Türkler ve Suriyeliler arasında yaşanan gerginlik, Zeytinburnu'nda 3 yaşındaki kız çocuğunu taciz ettiği öne sürülen Afganistan uyruklu kişinin çevredekiler tarafından darp edilmesi ve daha niceleri…

Son olarak Kayseri'nin Melikgazi ilçesinde Suriye uyruklu bir kişinin 5 yaşındaki Suriye uyruklu bir çocuğa taciz etmesi, Suriye-Türkiye devletleri arasında diplomatik düzlemde normalleşme sürecinin konuşulduğu şu günlerde işin tuzu biberi oldu. 

Olay üzerine öfkeli kalabalık, henüz durumun sıcaklığıyla Suriye uyruklu şahıslara ait ev, iş yeri ve araçlara zarar vermeye çalıştı.

Bölgeye Özel Harekat polisleri de sevk edilirken ekipler kalabalığı dağıtmak için yoğun bir çaba sarf etti.

Tacizci tutuklanmasına rağmen sığınmacılar konusunda tahammül sınırları aşılan vatandaşlar, bazı aşırı sağ tandanslı partilerin öncülüğü doğrultusunda "Sığınmacılar gönderilsin", "Ülkemde sığınmacı istemiyorum" söylemleri ile sosyal medyada ve sokaklarda protesto başlattılar.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Eş zamanlı olarak Hatay, Adana ve Gaziantep'te de sığınmacılara yönelik eylemler başladı. 

Üzerine bir de sınır ötesinde yeni bir hareketlenme yaşandı ve adeta ateşe benzin döküldü.

Türkiye'nin, Suriye'nin Fırat Kalkanı Operasyonu ile kontrol altına aldığı bölgelerde Türkiye karşıtı militanların sokağa indiği, Türk bayraklarını parçaladığı ve yaktığı, Azez'deki sebze ve meyve taşıyan Türk tırlarını ateşe verdiği ve şoförlerimizi darp ettiği, o da yetmezmiş gibi Türk askerlerinin bulunduğu valilik binasına girmeye çalıştığı görüldü.

Ayrıca Suriye'nin kuzeyindeki El Bab, Azez ve Afrin'de Türkiye'nin yönettiği kamu binalarına, PTT ofislerine, resmi araçlara saldırılar yapıldı. 

Kuzey Suriye'den gelen bu görüntülerin ardından bu kez de Gaziantep'te ellerinde Türk bayrakları taşıyan kalabalık bir grup, tekbirlerle şehirde yürüyüşe geçti, bir Suriyelinin aracına tahrip edildi, Suriyelilerin yaşadığı mahallelerde sopalı gençler yürüdü.

Bunlar işin iç politika boyutu.

Yaşanan infial ortamını dış politika açısından analiz edecek olursak, malum Türkiye ve Suriye'den cumhurbaşkanları düzeyinde yapılan karşılıklı açıklamalar, uzun süredir kötü giden Ankara-Şam arasındaki normalleşme sürecinin yeniden canlanmasına yönelik beklentileri artırdı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan"Suriye ile yeniden diplomatik ilişkileri kurmamak için bir sebep yok. Geçmişte nasıl yaptıksa yine yapabiliriz. Suriye'nin iç işlerine karışmak gibi bir niyetimiz yok. Biliyorsunuz ailece görüşmeye varana kadar sayın Esed'le geçmişte nasıl yaptıksa yeniden yapmamamız için bir sebep yok" dedi ve bir zamanlar "darbeci" olarak yaftaladığı Mısır lideri Sisi'ye karşı kullandığı ılımlı üslubun bir benzerini kullandı.

Beşşar Esad da bunun üzerine "Suriye, Suriye-Türkiye ilişkilerine yönelik tüm girişimlere, Suriye Devleti'nin egemenliği ve toprak bütünlüğüne saygı temelinde ve terörizmin her türlüsüne karşı mücadele çerçevesinde açıktır" diyerek bir nevi kendisine uzanan zeytin dalını şartlı olarak kabul etti.

Şartlı olarak dememin sebebi ülkesinin toprak bütünlüğüne saygı duyulması, bir diğer ifadeyle Türk askerinin Suriye'den çekilmesi.

Ama bu noktada dikkat çekmek istediğim daha önemli husus, "terörün her türlüsüne karşı mücadele" ibaresi.

Esad her ne kadar direkt olarak PYD/YPG ismini vermekten kaçınsa da Türkiye'nin sınır ötesindeki öncelikli tehdit algısının PKK'nın uzantısı olarak görülen bu terör örgütünün olduğunun son derece farkında.

Dolayısıyla Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması ve Türk askerinin bölgeden çekilmesi karşılığında Türkiye'nin de Suriye'nin kuzeyinde PKK'nın uzantıları ile mücadele noktasında kendisinden destek isteyeceğini biliyor.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da bu savı doğrulayacak şekilde, Esad'ın açıklamasından iki gün önce Ankara'nın görüşmelere açık olduğunu ifade etmiş, PKK ile mücadelede amacıyla Türkiye ile ilişkili muhalefet ve Suriye hükümeti arasında iletişime işaret etmişti.

Süreçte "kolaylaştırıcı" olarak rol oynaması beklenen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in bu hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yapacağı görüşme ise barış sürecinin sağlanmasında umut ışığı olarak görülüyor.

Rusya'nın göstereceği tutumun şekli, ABD tarafından yıllardır desteklenen PYD/YPG tarafından açılan terör koridorunun dağıtılması noktasında Türkiye açısından hayati önem taşıyor.
 


Peki, Türkiye'de yaşanan olaylar bir provokasyon mu?

Yaratılmak istenilen kaos ortamının muhtemel failleri kim olabilir?

Bu noktada yaşanan olaylarda kıvılcımı çakan ve alev haline getirenlere dair birkaç ihtimal söz konusu. İlk ihtimal PKK unsurlarının böyle bir provokasyonu başlatmış olması.

Erdoğan'ın ve Fidan'ın Esad'a yeşil ışık yakmasının ardından Esad'ın da ılımlı cevap vermesi ve yapmış olduğu "terörle mücadele" vurgusu, Suriye'nin kuzeyinde ABD desteğiyle kendisine kontrol sahası yaratan YPG/PYD unsurlarını rahatsız etmiş olabilir.

Zira olası bir normalleşme süreci karşısında Esad Hükümeti'nin Rusya ve İran'ın da icazetini alarak IŞİD, PYD, YPG gibi terörün tüm unsurları ile Türkiye'nin yanında mücadele etmesi en çok PKK'ya zarar verecektir.

Bu yüzden taraflar arasındaki diplomasi ağının bölgesel düzlemde dengeleri değiştirebileceğinin ve kendisi için bir handikap oluşturacağının farkında olan PKK unsurlarının böyle bir çatışmayı başlatması muhtemeldir.

Bu yazının kaleme alındığı saatlerde YPG/PYD unsurlarının Suriye Milli Ordusu ile çatışması da bu ihtimali güçlendirmektedir.

Ayrıca, Suriye Geçici Hükümeti'nin olaylarla ilgili yapmış olduğu "Suriye Geçici Hükümeti, bu olayların devrim düşmanları tarafından Türk-Suriye ilişkilerine zarar vermek ve Suriye topraklarını terörizmden kurtarmada Suriye halkıyla birlikte çalışan Türk kardeşleri hedef almak için kullanılma tehlikesinin altını çizmektedir" açıklamasında da üstü kapalı da olsa PYD/YPG unsurları işaret edildi. 

Yine Suriye Geçici Hükümeti Başbakanı Abdurrahman Mustafa da olayın olduğu gece bir Türk kanalına bağlanarak Türk halkında özür diledi, sözlerinin devamında Türkiye'nin ve Suriye halkının iyiliğini istemeyen en büyük örgütün PKK olduğuna vurgu yaptı.


Olayları tetikleyen ikinci ihtimal ise aşırı milliyetçi partilerin ateşe benzin dökmesi.

Gerek Avrupa Parlamentosu seçimlerinde gerekse Avrupa'nın önemli ülkelerinde (Almanya, Fransa, İtalya) aşırı sağın güçlendiğini ve en büyük argümanlarının ise "göç ve sığınmacılar" olduğuna şahit oluyoruz.

Türkiye'deki aşırı sağ partiler de son yıllarda dünya üzerinde en fazla sığınmacıya ev sahipliği yapan Türkiye'nin göç politikalarını şiddetle eleştiriyorlar ve başta Suriyeliler olmak üzere tüm sığınmacıların ivedi bir şekilde ülkelerine geri gönderilmesi gerektiğini savunuyorlar. 

Normalleşme adımlarının atıldığı şu günlerde ise olası bir Türkiye-Suriye barışında, tüm sığınmacılar için konuşmak zor olsa da, bir kısmının ülkelerine dönme ihtimali yüksek.

Çünkü Türkiye tarafından bu diplomasi ayağının yürütülmesinin en önemli gerekçelerinden birisi sığınmacıların Suriye'ye geri gönderilmesi ve ülkenin yeniden imarı için uluslararası kamuoyundan destek alınması.

Kamuoyunun sığınmacılara dair olumsuz algısı da epey yüksek ve Hükümet bu algıları artık dikkate almaya başladı.

Fakat taraflar arasında yapılacak olan görüşmelerin ne kadar süreceği, sığınmacıların ne zaman gideceği hatta görüşmelerden sonuç alınıp alınmayacağı henüz belli değil.

İşte bu noktada aşırı sağ bazı oluşumlar tarafından toplum içinde kutuplaşma yaratılarak sığınmacılara yönelik nefret duygusunun körüklenmesi ve propagandanın tüm unsurları kullanılarak toplumsal infial yaratılması da muhtemel.

Bu bağlamda, hükümete "elini çabuk tut, sığınmacı sorununu artık çöz" mesajı verilerek sığınmacıların gönderim sürecinin hızlandırılması için birtakım girişimlere başvuruluyor olması muhtemel.

Aşırı sağın ve popülizmin Avrupa'da güç kazanması ve toplum nezdinde itibar görmesi, Türkiye'deki aşırı sağ ve milliyetçi cenahtan bazı kesimleri rüzgârı arkalarına alarak daha da cesaretlendirmiş olabilir. 

Sonuç olarak; her ne olursa olsun yapılması gereken; sağduyulu olmak ve provokasyonlara gelmemektir.

Elbette sığınmacı sorunu en kısa sürede çözülmelidir, bunun için de ülkelerine güvenli ve ivedi bir şekilde geri gönderilmeleri için Suriye Devleti ile müzakereler bir an önce başlatılmalıdır.

Fakat bu şekilde iç karışıklığa ve çatışma ortamına çanak tutarak değil.

Dilerim ki bugün yıldönümü olan 2 Temmuz 1993'teki Madımak katliamına ve 6-7 Eylül (1955) olaylarına bir yenisi daha eklenmesin, tarih böyle acı bir şekilde tekerrür etmesin!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU