Ayşe Ateş: Sinan, kalkıp gelse kimin suratına tükürür?

Ayşe Ateş, tam 16 ay boyunca susabileceği ölçüde sustuğunu, bu süre zarfında bu siyasi cinayete ilişkin eksiksiz bir adaletin sağlanacağına olan inancını koruduğunu ifade etti

Fotoğraf: Independent Türkçe

Öldürülen eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş'in eşi Ayşe Ateş, X (Twitter) hesabından "Son iki ayda neler oldu? Neler yaşıyoruz? Eksik iddianamede neler var? Duruşma öncesi son söz" başlıklı yazı paylaştı

Ateş'in yazısının tamamı şöyle:

Tam 16 ay boyunca susabileceğim ölçüde sustum. Bu süre zarfında bu siyasi cinayete ilişkin eksiksiz bir adaletin sağlanacağına olan inancımı korudum. Yüce Allah’a tevekkül ettim, devletime güvendim. Bunu da kamuoyuyla birçok kez paylaştım. Ta ki eksik iddianameyi görene kadar…

“Ganimet, kaşar, katalog kızı ve leş…”

Sustuğum dönemde muteber bir insandım. Konuşmaya başladığımda ne vatan hainliğimi bıraktılar ne de operasyon çocukluğumu. Bırakın dile getirmeyi, yazmaya bile utandığım “Ganimet, kaşar, katalog kızı vb.” gibi çirkin ifadelerle ahlak ve insanlık sınırlarını zorladılar, zorlamaya da devam ediyorlar. Şirazeleri o kadar kaydı ki Sinan’a “leş” demeye başladılar. Oysaki ben “Bu siyasi cinayetin bütün failleri yargı önüne çıkarılsın. Dava dosyası üzerindeki karanlık el ortaya çıkarılsın.” diyorum. Başka da bir şey demiyorum.

“Sinan, kalkıp gelse kimin suratına tükürür?”

Siyasi partileri gezdim. Kamuoyu oluşturmama yardım etmelerini, hukuki destek vermelerini, 1 Temmuz günü Sincan’da görülecek ilk duruşmaya katılmalarını talep ettim. “Bunlar FETÖ taktiği”, “Ülkücü düşmanlarını kapı kapı dolaşıyor”, “Kocası kalkıp gelse suratına tükürür.” dediler. Hâlbuki bunları dile getirenler Sinan katledildiğinde bir baş sağlığı bile dilemediler. Bırakın baş sağlığı dilemeyi, öte âleme göç etmiş bir insanın arkasından iftiralarını sıralamaya devam ederek âdeta ölüsünün üzerinde tepindiler, tepinmeye de devam ediyorlar. Keşke Sinan kalkıp gelebilse de o geldiğinde eline peçete alıp yüzünü silenleri aziz milletimiz tek tek görse.

“Ülkücü'ye düşmanlık edenlere kadar düştüler”

Bana bütün bunları söylerken kendileri daha önce çıkardığı bir kitapta Ülkücü-Gladio koalisyonundan dem vuran Zihni Çakır’a kadar düştüler. Kitabına ilişkin mülakatında şöyle diyordu Zihni Çakır: “MHP davasında rahmetli Türkeş’in söylediklerinden tutun da geçmiş dönem Ülkücü liderlerin sonradan deşifre olan ilişkilerine kadar hepsi koalisyonu da aşan bir kardeşlik ortaya koymuyor mu? ASALA’yı finanse eden Ermeni diasporasıyla ASALA’yı yok etmekte kullanıldığı öne sürülen Ülkücülerin silah ticaretine dayalı ortaklıklarını görmezden mi geleyim?” Fakat onlar için bu söylenenler önemli değildi. Beni “Ülkücü düşmanı” ilan ederken değirmenlerine su taşıyan her kim varsa ipine “dost” diye diye sarıldılar.

“FETÖ’nün ve Solcuların oyuncağı mı oldum?”

Bu siyasi cinayeti sessiz kaldığım dönemde olduğu gibi bugün de şahsi istekleriyle ve mesleki bir ilgiyle dile getiren gazetecilerin savundukları görüş yahut sahip oldukları siyasi kimlik üzerinden de beni itibarsızlaştırmayı denediler. “Bakın! Falanca Solcu ne diyor, filanca FETÖ’cü bu konu hakkında ne yazmış” şeklinde paylaşımlar yapıp “Ayşe Ateş; FETÖ’nün, Solcuların oyuncağı oldu.” şeklindeki sözleriyle kamuoyu oluşturmaya çalıştılar. Yine başaramadılar.

“Sinan’a ve bana nasıl FETÖ’cü iftirası attıklarını deşifre ettiler”

Kendini “ kimin FETÖ olduğu hususunda fetva makamı” olarak gören ve resmî tatil bittiğinde yargı önünde hesap soracağım bir şahısüzerinden kamuoyu önünde benim ve Sinan’ın boynuna FETÖ’cü yaftası geçirmeye kalkıştılar. O kadar acemice, telaşla ve panikle hareket ettiler ki “Sen FETÖ’cüsün, elimde belgeler var, açıklayacağım!” demesi mümkün olmayan bu şahıs,  “Eğer konuşmaya devam edersen seni FETÖ’ye monte ederim, seni FETÖ’yle ilişkilendiririm!” diyordu.  Farkında olmadan, geçmişten bugüne ellerinde tuttukları ancak Sinan'ın tertemiz şahsiyetinin üzerine bir türlü oturtamadıkları FETÖ’cü gömleğinin itirafını yapıyordu. Elbette bununla da yetinmediler. Aynı şahsa “Seni PENSİLVANYA’ya gömeceğim.” yazdırarak el altından beni ölümle tehdit ettirdiler. (Konuyu bilmeyenler birkaç paylaşım öncesine yahut haber sitelerine bakabilirler.)

“Yaptıklarından bir tek onlar utanmadı”

Yaptıklarından hayvanlar, ağaçlar utandı. Kediler köpekler, çiçekler böcekler utandı. Hepsinden önemlisi, insanlık utandı. Hatta her günün sonunda baktıkları ayna bile onlardan utandı. Yaptıklarından bir tek onlar utanmadı. Ellerinde sürmeye çalıştıkları lekenin izleri, zihinlerinde karanlık, kalplerinde fenalık olduğu hâlde her gece görevlerini yerine getirmiş olmanın huzuru içinde gözlerini kapatıp uyudular. Her sabah sokağa çıktıklarında da yerden bir avuç çamur alıp vazifelerine devam ettiler.

Fakat ne yapsalar nafile, ne anlatsalar beyhude. Söyledikleri hiçbir söz, ortaya attıkları hiçbir mesnetsiz iddia, savurdukları hiçbir iftira bu siyasi cinayeti meşru kılmadı. Bundan sonra da kılmayacak.

“Dileyen gelip sanık sandalyesine oturdu”

Ben hiçbir zaman iftira atmadım. Dosyayı inceledim, bu akşam sizlerle de paylaşacağım delillere baktım. Devletim önüme delil olarak ne koyduysa onu konuştum. Aksi bir durum olsaydı, bana bunca iftirayı atmazlardı. Bunca hakareti etmezlerdi. Bunca tehdidi yöneltmezlerdi. Doğrudan suç duyurusunda bulunur, -dile getirdikleri gibi- benimle hesaplaşırlardı. Ama vaziyet öyle olmayınca, içerideki hırsıza kilit tutmayınca “Bizi sanık koltuğuna oturtamazsın!” çıkışıyla beni hedef tahtasına oturtmayı tercih ettiler.

Şu iyi bilinmelidir ki ben kimseyi sanık sandalyesine oturtmadım. Devletimizin oturttuğu sanıklardan arta kalan sandalyelere dileyen gelip kendi oturdu.

“Adalet yerini bulsun”

Bulsun ki hiç kimse sağa sola sataşmasın, kadınları tehdit etmesin. Kalemşorlara ısmarlama yazı yazdırarak, hâlâ tutukluların sosyal medya baskısıyla içeride olduğuna inananlar olduğunu düşünerek onları etki altında tutmaya çalışmasın.

Hiç kimse Gabriel Garcia Marquez’in dünyaca ünlü “Kırmızı Pazartesi” isimli polisiye romanının bu siyasi cinayetin giriş, gelişme ve sonuç bölümleriyle bire bir örtüştüğünü söyledikten sonra, “Ayşe Ateş’in ‘Kırmızı Pazartesi’ ifadesi daha önce şunlar şunlar tarafından kullanılmış” şeklinde paylaşımlar yapmasın. Duvara çivi çakmaya yetmeyen aklıyla beni bir yerlere “monte” etmeye çalışmasın, cehaletini ön plana çıkarıp bu kadar alçalmasın.

Hiç kimse “Selman Bozkurt yurt dışına kaçtı!”, “Filancanın ifade vermesini Ayşe Ateş engelledi!” gibi okul öncesi seviyesi yalan ve iftiralarla daha fazla küçülmesin.

“Evet! Adalet yerini bulsun.”

Bulsun ki katiller hukuk sınırları içinde yargılanmış, nihayetinde bu siyasi cinayetin azmettiricileri ortaya çıkarılmış olsun. On sekiz aydır köşe bucak “ABD ve CIA ajanlarını”, “operasyon çocuklarını”, “FETÖ aparatlarını” arayanlar muradına ersin.

Şu andan sonra söyleyecek bir sözü olan da 1 Temmuz günü Sincan’a gelsin, orada söylesin. Hiç kimse delilsiz, belgesiz konuşup bu aziz milletin gündemini meşgul etmesin.

Sabırla okuyanlara teşekkür ediyorum.

Eksik olmayın.

Adaletle kalın.

 

Independent Türkçe

DAHA FAZLA HABER OKU