Türk mefkuresinin en önemli ismi şüphesiz Ziya Gökalp'tir.
Peki, Ziya Gökalp'i önemli kılan ne?
İyi bir düşünür olması mı; yoksa iyi bir şair olması mı?
Sorunun cevabı ikisi de değil. Gökalp'i önemli kılan ilk olmasıdır.
Daha mücessem hale getirmek gerekirse şunları söyleyebiliriz;
Bugün "cinayet" denildiği zaman aklımıza gelen ilk imge Habil ve Kabil hadisesidir.
Bunun nedeni bu cinayetin mahiyeti değil, ilk olmasıdır.
Aksi halde insanlık tarihi geniş bir cinayet tarihi panoraması arz eder.
Ziya Gökalp'in ismi de bu sebeple önemlidir.
Türk milliyetçiliğini La Vita Nova'dan hareketle bir teoriye derli toplu şekilde oturtan ilk isim olması nedeniyle son derece önemlidir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Sıra dışı bir aydın
Ziya Gökalp'in hayatı tuhaflıklarla doludur.
Aslen Diyarbakırlı olan Gökalp, menşei mütemadiyen gündem olmuştur.
Onun idamla yargılanmasını isteyen Peyam-Sabah başyazarı Ali Kemal, Ziya Gökalp'in Kürt olduğunu ısrarla vurgulaması üzerine Gökalp, şiir ile cevap verir.
Ziya Gökalp'in söz konusu şiiri şu şekilde:
Ben Türküm! diyorsun, sen Türk değilsin!
Ve İslamım! diyorsun, değilsin İslam!
Ben, ne ırkım için senden vesika,
Ne de dinim için istedim ilam!Türklüğe çalıştım sırf zevkim için,
Ummadım bu işten asla mükâfat!
Bu yüzden bin türlü felaket çektim,
Hiçbir an esefle demedim: Heyhat!Hatta ben olsaydım: Kürd, Arap, Çerkes;
İlk gayem olurdu Türk milliyeti
Çünkü Türk kuvvetli olursa, mutlak,
Kurtarır her İslam olan milleti!Türk olsam olmasam ben Türk dostuyum,
Türk olsan olmasan sen Türk düşmanı!
Çünkü benim gayem Türkü yaşatmak,
Seninki öldürmek her yaşatanı!Türklük hem mefkûrem, hem de kanımdır: Sırtımdan alınmaz, çünkü kürk değil!
Türklük hadimine 'Türk değil! ' diyen Soyca Türk olsa da 'piçtir', Türk değil!
Türklük ülkücülüğü Gökalp'i hayata bağlayan nedendir.
Öncesinde yaşadığı buhranlar ve ailesinin onu evlendirmek için kurduğu baskıya dayanamayarak intihar etmiş ve mucizevi bir şekilde kurtulmuştur:
Abdullah Cevdet, hadiseyi şöyle nakleder:
Diyarbakır münevverlerinden İsmail Efendi'nin evinde bir akşam oturuyordum. Bir genç hizmetçi geldi ve İsmail Efendi'nin kulağına bir şeyler söyledi. İsmail Efendi'nin rengi atmıştı.
'Ne var?' dedim.
'Ziya (Gökalp) kendini vurmuş!' dedi.
Derhal oradan kalktık Ziya'nın evine gittik. Kendisini kan içinde ve başı bağlı bulduk.
'Ne yaptın Ziya?' dedim.
'Tabanca bana hıyanet etti' dedi.
Bu sözüyle tabancanın kendisini öldürmediğinden şikâyet ediyordu.
Hemen yarasını temizledim. Pansuman yaptım, müsterihti.
Beş dakika sonra gömleğiyle eti arasında buruşmuş bir kâğıt çıkardı bana verdi.
Bu kâğıtta sebeb-i âsarını izah ediyordu ve 'Abdülhamit'ten şikayetle benim kanım çehre-i istibdâda saçılmalıydı' diyordu.
İleri gazetesinde Gökalp'in ölümüne ilişkin 30 sene önceki kurşunu işaret eden haberi görüyoruz:
Evvelki akşam Dr. Mazhar Osman, Âkil Muhtar Beyler ile Hakkı Şinasi Paşa Fransız Hastahanesi'ne giderek Ziya Gökalp Bey'e konsültasyon yapmışlardır.
Ziya Gökalp Bey'in röntgen ve muayene edilen dimağında 30 sene evvel başına giren kurşun izi müşahade edilmiştir.
İçtimaiyat mütehassısımızın hastalığı beyin iltihabıdır ve yapılan konsültasyonda süratle ilerlediği görülmüştür. Mütehassıs etıbbamızın beyanına göre Ziya Gökalp Bey'in hayatı maalesef ümitsiz bir safhaya girmiştir.
Gökalp hayatı boyunca isyanı ahlak edinmiş bir münevverdi.
İstibdata karşı sultana isyan, kışkırtmalara karşı Ermeni mezalimine isyan, okulda idareye isyan ve dahası…
Bu isyanların içinde en tuhafı ise Diyarbakır'da yoldan çıkmış bir aşiret reisine karşı görevini yerine getirmeyen devlete isyan…
Gökalp'in isyanı
Gökalp'in Diyarbakır'da ikamet edip namuslu bir bürokrat ve aydın olarak vazifesini icra ettiği sırada İbrahim Paşa isimli bir zındık, Diyarbakır ve çevresinde adeta terör estiriyordu.
Hamidiye Alayları'ndaki önemli aşiretler arasında görülen Milli Aşireti Reisi İbrahim Paşa; Viranşehir, Siverek ve Diyarbakır'ın çevre köylerinde taş üstünde taş; omuz üstünde baş bırakmamıştı.
Genç Gökalp bu duruma seyirci kalacak bir yapıda değildi ve nitekim de harekete geçti.
Diyarbakır'da kadın, yaşlı, genç ve hatta çocukları örgütleyerek Ağustos 1905'te Diyarbakır Telgrafhanesi'ni işgal ederek Yıldız Sarayı'na şu mektubu göndereceklerdi:
Feryâd-ı mazlûmânemiz vâsıl sem'-i şâhâne olmamış olmalıdır ki Milli Reisi İbrahim Paşa'nın te'dib ve terbiyesi hakkında henüz bir irâde şeref taalluk etmedi. İbrahim Paşa ki düşmanı medeniyet olan bir bedevinin ahâli-i fukarâya tasallut ettiği urbân ve Ekrâdın muzırrâtına hâşâ ki ahali-i mutiyeyi fedâ etsin.
Katl-i nüfus, hetek-i namûs, nehb ve ğarâtdan giriftâr sefalet olan kurâ ahalisi fevc fevc merkez vilayeti doldurdu.
Ah ve anînleri cümleyi dağdar etmekle mezâlimine tahammülümüz kalmadı. Umum sekene-i vilayet günden güne telâfisi kâbil olamayacak hasâratdan mahv ve perişân olurlar.
Efkâr ve ahvâl istilâcûyânesi ahâli-i muti'yeyi heyecân içinde bıraktı. Temâdî eden tecâvüzâtını hükûmetin merkez vilayetindeki kuvve-i zâbıta ve askeriye mukavemet edemeyecek dereceye vardırdı.
Merhamet-i şâhâneden başka ilticâgâh aramağa diyânetimiz manidir. İstanbul'daki hâmîleri sayesinde mûcîb-i intibâh olacak icraât göremeyecek ise nereye müracaat edeceğiz.
Ziya Gökalp tam 3 gün boyunca devletin en önemli kurumu -o dönem için- telgrafhaneyi işgal altında tutarak sarayla yazıştı.
Nihayet Sultan Abdulhamid, "oğlum" diye hitap ettiği zındık İbrahim Paşa'nın yakalanması için İstanbul'dan Talat Paşa isimli bir komutanı vazifelendirecekti.
İbrahim Paşa kısa sürede öldürülmüştü.
Bu hadiseden sonra Gökalp tutuklanmışsa da kısa sürede serbest kaldı.
Gökalp her ne kadar kahramanca bir iş üstlenmişse de yaptığı cürüm otoritenin gözlerini üzerine çevirmiş oldu.
Hayatı boyunca hiçbir otoritenin gölgesi altına girmek istemeyen mütefekkir, artık sakıncalı bir kimseydi.
Artık zindanlar ve sürgünlükler hayatının ayrılmaz bir parçası olacaktı.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish