Ben gerçeğin peşindeyim, kimin söylediği önemli değil.
Ben adaletin peşindeyim, kim için veya kime karşı olduğu önemli değil.
(Malcolm X)
İslam peygamberi Hz. Muhammed'in "Keşke Nuşirevan da benim ümmetimden olsaydı, ben bu adil hükümdar zamanında doğmuşum" diyerek övdüğü ve ona yetişememiş olmanın hüznünü yaşadığı, adaletiyle asırlara nam salan Meşhur Sasani Kralı Nuşirevan-ı Adil'i bilmem duydunuz mu hiç?
"Bir peygamberin bile kendisini göremediği için üzüntü duyacak kadar yüce bir erdeme sahip olan bu kral da kim?" dediğinizi duyar gibiyim.
Hz. Ömer'in ruhunda adaletin temelini atan, ona lisanı haliyle adaletli olmanın en derin hikmetini anlatan adamdır Nuşirevan!
Kendisinden sonra gelen tüm insanlığa, harf harf, hece hece adaleti haykıran ve bu uğurda en sevdiklerinden bile gözünü kırpmadan vazgeçebilen engin ferasetin adıdır Nuşirevan!
Adaletin gücünü kendi gücünün üstünde tutan, kimseye baş eğmediği halde, adalet karşısında her an başı eğik duran eşsiz bir hükümdardır Nuşirevan!
Evet, şimdi gelin bugün adaletsizliğin karanlığında kıvranan çağımız dünyasına inat, adaletiyle her yere ışık saçan ve herkese örnek olan Nuşirevan'ın hayatıyla yazdığı adalet destanını hep beraber okuyalım ve adaletsizliğimizin yüzüne tükürmek için onun adalet rahlesinden dersler alalım.
Hz. Ömer'in halifeliği zamanında Şam Valisi olan Sad b. Ebu Vakkas, şehirde büyük bir cami yapmak ister.
Bu nedenle de caminin yapılacağı yerde bulunan arsaları kamulaştırma kararı alır.
Herkes arsasının bedelini alarak arsasını camiye devreder.
Ne var ki Şam'da yaşayan bir Yahudi, cami yapılmak istenen yerde bulunan arsasını satmak istemez.
Vali, ne kadar yüksek bir ücret teklif etse de Yahudi vatandaş arsasının kamulaştırılmasına bir türlü rıza göstermez.
Duruma daha fazla sabredemeyen vali, arsa sahibi Yahudi'ye arsanın bedelini fazlasıyla verip onun rızası olmadan arsaya el koyar.
Arsası, zorla elinden alınan Yahudi, komşusu olan bir Müslüman'a gider. Sızlana sızlana derdini anlatır ve şöyle der:
Vali, rızam olmadan arsama el koydu bana zulmetti. Şimdi ne yapacağımı bilmiyorum, bana bir yol göster.
Müslüman komşusu da ona, "Medine'ye git. Orada halife Hz. Ömer var. Derdini anlat; Ömer, son derece adildir, elbette seni dinler" diye akıl verir.
Şamlı Yahudi, Medine'nin yolunu tutar.
Yorucu bir yolculuktan sonra Medine'ye ulaşır, halifeyi sorar.
Vatandaşlar, bir hurma ağacının gölgesinde dinlenen halifeyi gösterir ve "İşte halife bu zattır" derler.
Hz. Ömer'in yanında ne bir koruma ne bir muhafız ne de bir güvenlik duvarı vardır.
Şamlı Yahudi şaşırır kalır ve kendi kendine, "Nasıl olur da koca halife bir hurma ağacının altında tek başına oturur?" diye söylenir.
Ruhunu saran o şaşkınlıkla Hz. Ömer'in yanına gider, selam verip, yamacına oturur.
Sonra olan biten her şeyi bir bir anlatır.
Hz. Ömer adamı dikkatlice dinler.
Derken, önünde bulunan bir kemik parçasının üzerine bir şeyler yazıp, karşısında duran Yahudi adama uzatır ve şöyle der:
Al bunu Şam valisine ver. Arsanı ondan geri alabilirsin.
Yahudi, denileni yapar ve yazıyı alıp, oradanayrılır.
Halifenin kendisine verdiği kemiğin üzerinde ne yazdığını merak eder ve yazılanı okumaya başlar.
Kemiğin üzerinde aynen şöyle yazar:
Bilesin ki, ben Nuşirevan'dan daha az adil değilim!
Adam, bu kısa ve net cümleye bir türlü bir anlam veremez.
Şaşkınlığı daha da artar.
Yolda giderken, kendi kendine, "Şam'daki idarecilerin giyim, kuşam ve oturdukları yerdeki ihtişam ve debdebe nerde; Medine'deki halifede bulunan tevazu nerde? Şam'dakiler şu mütevazı halifeyi ciddiye alırlar mı ki? Hiç sanmıyorum..." diye düşünür.
Sonunda Şam'a varır.
Doğrusu valiye gitmeyi hiç ama hiç istemez.
Zira sonuç alamayacağı kanaatindedir.
En sonunda "Mademki yorulup da oralara kadar gittim, bari halifenin şu yazdığı cümleyi valiye vereyim" diye düşünerek valiye gider.
Valinin huzuruna çıkar çıkmaz Hz. Ömer'in kendisine verdiği kemik parçasını uzatır ve "Medine'deki halifenin size mesajıdır" der.
Vali, kendisine uzatılan kemiğin üzerinde yazılanları okuyunca, aniden beti benzi atar, sapsarı kesilir; uzun müddet başını yerden kaldıramaz.
Derken endişe içinde, başını yerden kaldırıp Yahudi adama dönerek, şöyle der:
Arsanız size geri verilmiştir.
Bunun karşısında Yahudi adam, hayretler içinde kalır.
Zira tek bir cümlenin koca valiyi bu denli sarsacağını hiç tahmin edememiştir.
Merak ve dehşet içinde valiye dönerek sorar:
Lütfen, bana bu cümlenin neden sizi bu kadar dehşete düşürdüğünü anlatır mısınız?
Burada yazılanlara anlam verememiştim; şimdi sizin bu halinizi görünce hayretim ve merakım iyiden iyiye arttı. Bu cümlenin hikmeti nedir acaba?
Bunun üzerine Şam Valisi Sad Bin Ebu Vakkas, "Bak, sana bu cümlenin hikâyesini anlatayım" der ve devam eder:
O zaman benim neden bu denli ürperdiğimi anlarsın.
İslam gelmezden evvel, ben ve bugün halife olan Hz. Ömer, İran taraflarına ticaret için gittik. Yanımıza 200 deve almıştık.
İran'a vardık. Orada cirit oynayan gençleri seyrederken, birileri zorla elimizdeki develere el koydu.
Çok kalabalık bir çete grubuydu, hiçbir şey yapamadık. Zaten baş edemezdik de...
Elimizde para da kalmamıştı. Çaresiz ve üzgün bir şekilde, geceleyeceğimiz eski bir han bulduk.
Hanın sahibine sıkıntımızı anlatınca bize yardım etti ve 'Gidip krala durumunuzu anlatsanıza, bizim kralımız adil bir adamdır, mutlaka size yardım eder' dedi.
Biz de sabah olur olmaz kralın huzuruna çıkıp durumu anlatmaya karar verdik.
Gece ikimizi de uyku tutmadı, yatamadık. 'Acaba dikkate alınır mıydık, kral bize gerçekten çözüm olabilir miydi?' gibi sorular kafamızı kemirip durdu.
En nihayetinde sabah olunca kralın huzuruna çıktık.
Şikâyetimizi, bir mütercim krala tercüme etti.
Kral Nuşirevan, tercümanı dikkatle dinledikten sonra her birimize birer kese altın verdi ve olayı inceleteceğini söyleyip memleketimize geri dönmemizi istedi.
Bunun üzerine tekrardan Han'a döndük. Doğrusu böylesi bir sonuca gönlümüz hiç ama hiç razı olmamıştı.
Hancı olan biteni öğrenince bir hayli üzüldü ve 'Bu işte bir hata var! Gelin beraber gidelim, ben size tercümanlık ederim' dedi.
Son bir umut kabul ettik ve hancıyla birlikte tekrardan kralın huzuruna çıktık.
Hancı durumu Kral Nuşirevan'a anlattı. Develerimize el koyan kişilerin kıyafetlerini, halini, olayın geçtiği yeri tüm detaylarıyla tek tek anlattı.
Hancı konuşmasını bitirdiğinde Kral Nuşirevan'ın yüzü sapsarı kesildi.
Bir gün önceki mütercimi çağırttı. Ona bazı sorular sordu.
Sonra ayağa kalkıp her birimize ikişer kese altın verdi ve bize dönerek şöyle dedi:
'Akşama kadar develeriniz gelecek, develeri alın ve sabahleyin burayı terk edin.'
Ayrıca, 'Giderken biriniz doğu kapısından, diğeriniz de batı kapısından çıkın' talimatını verdi.Kralın dediklerine anlam verememiş bir halde huzurundan çıktık.
Akşam olunca 200 devemiz kapıya geldi. Durumu anlamak için hancıya 'Neler oluyor?' diye sorduk.
Hancı, şöyle cevap verdi:
"Sizin develerinize el koyan kişi Nuşirevan'ın büyük oğlu ile veziridir. Bunlar bir çete kurmuşlar. Garibanların mallarına el koyuyorlar.
Siz ilk gittiğinizde, mütercim bunu anlamış. Ama sizin sözlerinizi Nuşirevan'a yanlış tercüme etmiş. Böylece kralın oğlunu ve veziri korumuş.
Ben sizinle gidip durumun gerçeğini anlatınca Nuşirevan bu oyunu anladı. Ne var ki neden 'ayrı kapılardan gidin' dedi, ben de anlayamadım. Hele yarın olsun anlarız.'
Şam Valisi, anlatmaya devam etti:
Ertesi gün ben doğu kapısından çıktım. Kapının çıkışında iki kişinin darağacına asılı olduğunu gördüm.
Halk toplanmış seyrediyordu. 'Kim bunlar, suçları ne' diye sordum.
Dediler ki, 'Bunlardan biri Nuşirevan'ın büyük oğlu, diğeri de veziridir. Bunlar, buraya gelen iki Arap'ı soymuşlar. Nuşirevan, ceza olarak ikisini de asarak idam etti.'
Nuşirevan kendi öz oğlunu idam etmişti.
Hz. Ömer'in çıktığı kapıda ise bizim şikâyetlerimizi yanlış tercüme ederek, kralın oğlunu korumaya çalışan kişinin asılı olduğunu gördük.
İşte Hz. Ömer senin eline verdiği kemik parçasının üzerine 'Bilesin ki, ben Nuşirevan'dan daha az adil değilim' sözüyle bana bunu hatırlatıyor.
'Eğer halkına zulmedersen seni darağacına çekerim' diyor.
'Senin gözyaşlarına bakmam, tıpkı Nuşirevan'ın öz oğlunun gözyaşına bakmadığı gibi...' demeye getiriyor.
Şimdi anladın mı; neden benim benzim böyle sapsarı?
Bir hükümdar düşünün ki ülkesine ticaret için gelen yabancı bir tüccarın uğradığı haksızlığa adaletle hükmetmek için canından bir parça olan öz oğlundan bile vazgeçiyor.
Ne kendisini aldatan tercümanını ne de en yakınında duran ve kendisinden sonraki en üst makamda bulunan vezirini affediyor.
Üstelik, tüm bunları hiç tanımadığı ve bir daha asla göremeyeceği dilini ve kimliğini dahi bilmediği sıradan tüccarlar için yapıyor.
Sırf adalet yerini bulsun diye Nuşirevan'ın feda ettiklerine bakın hele!
Derken ardan uzunca yıllar geçiyor.
O tüccarlardan biri İslam Halifesi Ömer, diğeri Şam Valisi Sad Bin Ebu Vakkas oluyor.
Ve o Halife Ömer, rızası olmadığı halde, evi vali tarafından elinden alındığı için kendisine şikâyete gelen bir Yahudi için kendi valisinden vazgeçiyor.
Tıpkı çalınan birkaç deve için öz oğlundan ve vezirinden vazgeçen adil Kral Nuşirevan gibi.
Evet, dün adalet uğruna her şeyini feda eden Nuşirevanlar vardı; bugün ise haksızlığın ve acımasızlığın zalim ellerinde can çekişen adalet var!
Dün haksız yere evi elinden alınan bir Yahudi için kıyametleri koparan Halife Ömerler vardı; bugün ise aynı yerde Yahudi işgalciler için çoluk çocuk, kadın yaşlı demeden üzerlerine ölüm yağdırılan, evleri başlarına yıkılan, yetmezmiş gibi acımasızca açlığa ve susuzluğa boğdurulan milyonlarca insan var!
Dün mazlumun yanında olmak için öz oğlundan vazgeçebilen bir Nuşirevan vardı; bugün kundaktaki bebeğe bile acımayan onlara bir damla suyu bile çok gören Siyonist zalimlere gönderilen gemilerinden bile vazgeçemeyen vicdansızlar var.
Dün mazlumların halini Kral Nuşirevan'a bilerek yanlış anlatan, zalimi korumak için onu yanıltan, yalancı bir tercüman vardı bugün de tıpkı o tercüman gibi zalimi koruyan, mazlumun halini saklayan ve dünyayı aldatan yalancı bir medya var!
Gel gelelim bugün günlerden ramazan!
Bir yandan Gazze'de açlıktan ölen masum çocuklar öte yandan akşam sofrasına kadar aç kaldığından oruç tuttuğunu sanan 2 milyar Müslüman!
Ve tüm bu acılara olabildiğince sağır bir yığın insan!
Adaletin güneşi yeniden doğar mı bu rezil dünyaya bilmiyorum ama bu koca dünyada Nuşirevan gibi bir hükümdar yok aramızda.
Anlayacağınız; Nuşirevan'sız bir çağın karanlığındayız ve asırlardır koca bir dünya hem Nuşirevan'ın adaletini hem de adaletin Nuşirevan'larını arıyoruz.
Ne var ki artık vakit çok geç; zira insanlığın vicdanı son nefesini veriyor…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish