30 yıl sonra açıklanan İngiliz belgelerine bakılırsa, batılı devletler bugün olduğu gibi esas olarak İsrail devletinin yanında yer almış, onların zulüm ve işkence uygulamalarını görmezden gelmişlerdir.
Kimi devletler, Filistinlilerin bu zor durumunu fırsat bilerek FKÖ lideri Yaser Arafat'tan İsrail lehine daha fazla taviz koparmaya çalışmışlar.
Dönemin ABD Başkanı oğul George Bush, işi o derece ileri götürmüş ki, Arafat'ın "tasfiyesini" bile isteyebilmiştir.
Yine de o tarihte hem İngiltere hem de bazı Avrupa Birliği (AB) ülkeleri, bugünkü Gazze savaşı sırasında olduğu gibi pervasızca davranıp "insanlık suçu işlenmesine" çanak tutan suskun bir tavır takınmamışlar.
İkinci İntifada (2000-2005) sırasında İsrail'in intikamcı ve katliama dayalı askeri operasyonlarına karşı "kırmızıkart/kırmızıçizgi" koyabilmişler.
Konunun arka planını anlamak için Arapça "İntifada" olarak tanımlanan ve bu adıyla dünya kamuoyunda kavramlaşan Filistin halkının hem sivil hem de silahlı ayaklanması hakkındaki özet bilgiyi okuyucuyla paylaşalım:
İşgalci İsrail zorbalığına karşı iki önemli ayaklanmadan söz edilebilir: Birinci ve İkinci intifada.
Birinci İntifada, Filistin topraklarının işgal edilmesine karşı Aralık 1987'den Oslo Çerçeve Anlaşması'nın imzalanmasına (1993'e) kadar süren kitlesel direniştir.
Ayaklanma 9 Aralık 1987'de Hamas örgütünün kitle desteğinin olduğu Gazze'deki Cebaliye mülteci kampında başlar.
Gittikçe yükselen tansiyon, ölen Filistinli ve İsraillilerle İsrail ordusuna ait bir aracın dört Filistinliye çarpıp öldürmesi ayaklanmayı ateşler.
Aracın 4 Filistinliye kasıtlı çarptığı söylentisi hızlı bir şekilde Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te yayılır.
Ayaklanma sürecinde gerçekleşen eylemler şöyle sıralanabilir:
Genel grev, Gazze ve Batı Şeria'daki İsrailli kurumları boykot, ordu emirlerine karşı sivil itaatsizlik, İsrail yerleşkelerinde çalışmamak, İsrail ürünlerini satın almamak, vergi vermemek, Filistinli araçları İsrail ehliyetleriyle kullanmayı reddetmek, grafitiler (duvar yazıları ve resimleri) çizmek, barikatlar kurmak, Filistin sınırları içindeki İsrail'e ait askeri binalara taş ve molotofkokteyli atmak.
Altı yıl süren sivil itaatsizlik ve isyan süresince 1000 kişi katledilmiş, 120 binden fazla Filistinli tutuklanmıştır. 1
Ayaklanmalar genelde Hamas örgütüne mal edilse de, gerçekte Filistin Kurtuluş Örgütü çatısı altındaki birçok hareketin (özellikle Yaser Arafat ile yardımcısı Ebu Cihad'ın) girişimi sonucu ortak bir mücadele platformuna dönüştürülmüştür.
İkinci İntifada veya El Aksa İntifadası ise, Eylül 2000'den 2005 yılına kadar devam eden sivil ve silahlı Filistin ayaklanmasıdır.
Olaylar şöyle başlamıştır:
28 Eylül 2000'de dönemin muhalefet lideri ırkçı ve radikal Siyonist Ariel Şaron, yanında bir bölük askerle Mescid-i Aksa'ya girer.
Şaron'un provokatif ziyareti, Filistinliler arasında derin öfke ve galeyana yol açar.
Tepki babından cami ile avlusunun giriş kapıları yabancılara kapatılır.
Üç yıl, Mescid-i Aksa içine Yahudi ve Hıristiyanlardan kimse alınmaz.
20 Ağustos 2003'te İsrail yönetimi, Mescid-i Aksa ziyaretlerine tek taraflı olarak izin verir.
Filistinliler, İsrail'in bu oldu-bitti tutumuna öfkeyle karşı çıkarlar. Bundan sonra Mescid-i Aksa'ya herhangi bir yabancı (bilhassa Yahudi ve İsrail yanlısı Hıristiyan turist) girişini işgale yönelik kışkırtıcı baskın şeklinde nitelendirirler.
İkinci İntifada'nın diğer adı "Oslo Savaşı" olarak da bilinir. 1993'de Filistin Kurtuluş Örgütü önderliği (Arafat) ile dönemin İsrail Başbakanı İzak Rabin arasında Oslo Çerçeve anlaşması imzalanmış ancak şartları İsrail hükümetleri tarafından yerine getirilmemiştir.
Arafat, ikinci ayaklanma sayesinde Oslo hükümlerinin hayata geçirilmesi için İsrail ile silahlı çatışma tercihini yapmak zorunda bırakılmıştır.
İsrail ve Filistin arasındaki çatışmalar, Şubat 2005 yılında (Başbakan) Ariel Şaron ve (o tarihte Arafat'ın yardımcısı) Mahmud Abbas'ın katıldığı Şerm'ul Şeyh (Mısır) Zirvesi ile sona ermiştir.
Toplam ölü sayısı Filistin tarafında 3 bin ve İsrail tarafında bini bulmuş ve 64 yabancı da ayaklanma sürecinde hayatını kaybetmiştir.
İsrail merkezli barış örgütü B'Tselem'in raporlarına göre; 30 Nisan 2008 tarihine kadar öldürülen Filistinlilerin yüzde 35,2'si ayaklanmalarda aktif bir şekilde rol almıştır. % 46.4'ü ayaklanmalara katılmamıştır.
Yüzde 18,5'inin katılıp katılmadığı ise bilinmemektedir.
Yine B'Tselem raporlarına bakılırsa, İsrail tarafında ölenlerin yüzde 31,7'si güvenlik güçlerinden ve yüzde 68.3'ü sivillerdendir.
İsrail Uluslararası Terörle Mücadele Enstitüsü'nün 2005 tarihli bir çalışmasına göre, Filistinliler arasında yaşamını kaybedenlerin çoğunluğu aktif fedailerdendir. 2
İşte, 30 yıl sonra açıklanan İngiliz resmi belgeleri, o dönemki çatışmada gerileyen ve İsrail'in savaş makinesi tarafından sıkıştırılan Arafat'ın "uluslararası camia" ve özellikle batılı ülkelere yaptığı çağrı nedeniyle Avrupa ve Amerika başkentlerindeki diplomatik temaslar ile kulis bilgileri yansıtması bakımından önemlidir.
Tanık olup hatırlayanlar bilir: Arafat'ın karargâhı kuşatılmakla kalmamış; bazı İsrail askerleri binanın duvarlarına idrarlarını boşaltarak Filistinli lideri aşağılamışlardı.
Arafat o sırada beylik tabancasıyla hazır bekliyor, "Teslim olmayacağım; makamım basılırsa tabancayla kendimi öldüreceğim!" diye dışarıya mesajlar iletiyordu.
İngiliz arşivleri, "zor durumdaki Filistinli yetkililer ile Avrupalı temsilciler arasında sert ve hararetli tartışmaların yaşandığını" da gösteriyor.
Mesela Arafat, "İsrail'in aşağılaması karşısında çok kederli olduğunu" belirterek, "kadere inandığını ve bu yüzden İsraillilerin (askerlerin) kendisini öldürmesinden korkmadığını" vurguluyor.
Belgeler, İspanyol siyasetçi ve diplomat olan Javier Solana Madariaga'nın1999'dan itibaren Avrupa Birliği yüksek temsilcisi olduğu dönemde eski İngiltere Başbakanı Tony Blair ile birlikte, Aralık 2000 tarihli İntifada sürecinde İsrail-Filistin çatışmasının daha fazla tırmanmasını önlemeye yönelik diplomatik çabalarını da içermektedir.
Örneğin 1 Aralık 2001 tarihinde bir Hamas militanı Kudüs'teki bir ticari merkezde intihar eylemi gerçekleştirmiş; sonuçta 10 kişi ölmüş 170 kişi yaralanmış; ertesi gün militanların Hayfa'daki bir otobüse saldırması neticesinde 15 kişi hayatını kaybetmiş, 40'ı ise yaralanmıştı.
İsrail ise buna misilleme olarak üst düzey bir Hamas sorumlusunu katletmişti.
Bu olaydan yaklaşık 6 ay önce (Haziran 2001'de), yine Tel Aviv'deki bir gece kulübüne yönelik intihar eyleminde 20 İsrailli öldürüldü. Bahsedilen eylemleri karşılıksız bırakmayan İsrail Gazze, Batı Şeria bilhassa Arafat başkanlığındaki Filistin Yönetimi karargâhını (Ramallah) hedef alıyordu.
Bunun üzerine AB Yüksek Temsilcisi Javier de Solana, 3 Aralık 2001 tarihinde Arafat ile telefon konuştu. Ertesi gün dönemin İngiltere Başbakanı Tony Blair ile görüşerek "Arafat'ın gayet üzgün olduğunu; çığırından çıkmış çatışmayı durdurabilmek elinden başka bir şey gelmediğini, neticede İsrail kendisini öldürecekse de öldürsün!" dediğini aktardı.
Javier de Solana, Blair ile konuşmasında "ABD, çatışmayı durdurmak için müdahale etmekte gayet tereddütlüdür; meseleyi ciddiye almıyormuş ve hatta daha da yayılmasını istiyormuş gibi bir tutum alıyor…" tespitini yapınca, İngiliz başbakan şunları söylemişti:
Korkunç bir şey! Sanıyorum İsrailliler intikam alıyorlar ve böyle giderse çok insan ölecek! Çatışmayı önleme noktasında ilerleyebilmek için iki tarafın (İsrail ve Filistin yetkililerin) önceden güvenlik tedbirlerine yönelik adım atmalarında yarar var.
Asayiş sağlanırsa müzakereler de başlayabilir. Bu arada Arafat kendi saflarındaki aşırıları (muhtemelen Hamas militanları-F.B.) tutuklayabilir; İsrail de buna paralel adımlar atabilir. Eğer bunlar yapılmazsa vaziyet hızla kötüleşecektir.
Bir AB yetkilisi Blair'e şöyle bir öneride bulunur:
Malum, New York'ta 11 Eylül 2001 saldırıları yaşandı. Bu olay, Arafat için bir fırsattır. Dolayısıyla hemen Hamas eylemcilerini tutuklayıp İntifada'yı derhal durdurmalıdır.
Blair'in yukarıdaki önerilerini uygun bulan Solana da "ABD ile İsrail'in, Hamas'ın arkasındaki adam olarak düşündükleri Arafat, İntifada'yı durdurmak suretiyle bu töhmetten kurtulabilir" kanaatini ileri sürüyor.
İngiltere'nin İsrail'deki eski büyükelçisi ve Blair'in o zamanki danışmanı ünlü diplomat David Manning, batılı ülkeler açısından farklı bir uyarı ve öneride bulunuyor:
Arafat kurtarılmalıdır; aksi halde, Batı Şeria'daki kötü gidişat Lübnan'dakinden çok daha beter hale gelebilir! İkisi arasında bir tercih yapılmalıdır!
Kanımca Arafat'ın kurtarılıp konumunun istikrara kavuşturulması ve kendisinin birinci başvuru makamı olması hususunda Amerikan yönetimi ikna edilmelidir.
Buna karşılık da bölgedeki asayiş ve huzurun sağlanmasına yönelik adımlar atmasına ilaveten İsrail'i doğrudan tehdit eden Filistin direnişi dinamiklerinin Arafat tarafından derhal durdurulması şart koşulmalıdır.
Aynı hususta Başbakan Blair ile danışmanı David Manning arasında şöyle bir diyalog kaydedilmiştir:
Blair: "Arafat, İntifada sona erdi duyurusu yapsa ne olur?"
Manning: "Mevcut durumda gerçekçi olmaz. Öncelikle ve acilen Arafat'ın sıkıntıdan kurtarılıp konumunun sağlamlaştırılması hususunda ABD yönetimi ikna edilmeli. Ardından onun İntifada'yı bastırması sağlanmalı ki, ateşkes görüşmeleri için gerekli adımlar atılabilsin."
Blair: "ABD'nin böyle yapacağı konusunda karamsarım. Başkan Bush, mevcut çatışma durdurulmadıkça kesin bir adım atmaz. Çünkü Amerikan yönetimi, Filistin lideri Arafat'ın üstüne düşeni yapmadığı kanısındadır. Dolayısıyla Arafat Filistin topraklarındaki gelişmeleri kontrolü altına almadıkça, Beyaz Saray'ın kendisiyle irtibat kurmasının faydalı olmayacağını düşünmektedir.
Amerikalı yetkililer sorup durmaktalar: 'Arafat, radikal kesimler (Hamas çevresi-F.B) hakkında neden tedbir almıyor?' Bu durumda, tek yanlı olarak ve köklü adımlar atmak suretiyle asayişsizliği (İntifada'yı) sona erdirerek, tutum değişikliği içine girdiğine dair mesajlar verme noktasında Arafat zorlanmalı ve hatta buna mecbur edilmelidir.
Arafat, böyle bir tavır almakla birkaç amaca birden hizmet edecektir:
- ABD'nin kendisine yanıt verip temasa geçmesi.
- Çatışmaların tırmanmasında başrolü oynayan (General ve Başbakan) Ariel Şaron'un durdurulması.
- Filistin meselesinin müzakere edilmesine zemin hazırlanması."
Başka bir İngiliz belgesinde, ABD Başkanı oğul George Bush'un Filistin'deki ayaklanma ve silahlı çatışmanın tırmanması üzerine Filistin lideri Yaser Arafat'ın "tasfiye edilmesi" yönünde talimat verdiği de kayda geçilmiş.
Olayın perde arkasındaki ayrıntılar şöyle özetlenebilir:
Oslo Çerçeve Anlaşması'nın hükümlerine uymayan İsrail Başkanı Ehud Barak ile Filistin Yönetimi Başkanı Yaser Arafat arasında Temmuz 2000 yılında ABD aracılığıyla düzenlenen Maryland'daki Kamp David buluşması başarısız olunca, 2001 yılında Mescid-i Aksa İntifadası (yaygın adıyla İkinci İnitfada veya Oslo Savaşı) başladı ve hızla Gazze, Batı Şeria ile Doğu Kudüs'te yayılıp kitlesel bir hal aldı.
O tarihten sonra Beyaz Saray'da iktidara gelecek olan Yeni Muhafazakâr (Neo-Con) ekibin temsilcisi ABD Başkanı Bush, İşçi Partisi hükümeti başkanı Ehud Barak'ın ardından iktidarı devralan radikal Siyonist Ariel Şaron'un "Filistinli taraflar arasına nifak sokup böl-yönet politikası güdeceğini ve ayaklanmayı silah zoruyla bastıracağını" tahmin etmişti.
Nitekim Ocak 2001 yılında başkanlık koltuğuna oturan Bush, 28 Eylül 2000 yılında Müslümanlarca kutsal bilinen ve Filistin halkının tarihi simgesi sayılan Mescid-i Aksa'ya kalabalık bir asker bölüğüyle giren Ariel Şaron'un bu kışkırtıcı tavrı üzerine İkinci Filistin ayaklanmasının ivme kazanmasına tanık oldu.
Bush, İsrail ile müzakerenin zemininin oluşturulması maksadıyla Arafat'tan bu ayaklanmanın durdurulmasını istedi. Bu arada BM Genel Kurulu'nda "İşgal altındaki topraklarda yaşayan sivil Filistinlileri himaye etmek üzere BM tarafından bir Gözlem Gücü oluşturulması" yolundaki önergeyi veto eden ABD yönetimi ile İngiltere Başbakanı Tony Blair arasında telefonda bir dizi görüşme yapıldı.
Filistin'deki ayaklanma ve İsrail tarafından 1967'de işgal edilmiş toprakların durumunu da içeren Filistin meselesi, ikili görüşme ve tartışmaların eksenini oluşturuyordu.
Bush kesinlikle İsrail tarafını tutarken; Blair, AB üyesi ülkelerle de danışıklı biçimde Filistin meselesinin çözülmesi çerçevesinde Arafat'ın desteklenerek konumunun güçlendirilmesine karşılık Filistin liderinin de Hamas kaynaklı intihar eylemlerini engellemesi, eylemcileri tutuklaması ve İntifada'nın sona erdirilmesini sağlamasından yanaydı.
Blair'in özel kalemi ve danışmanı ünlü diplomat Sir Robert John Sawers'in notlarına göre; Arafat'ın akıbeti konusunda Bush ile telefon aracılığıyla veya yüz yüze görüşmeler yapan İngiliz başbakanının ana fikri şuydu:
Arafat heba edilmemeli. Zira kendisi olumlu anlamda yapabileceğinin son sınırına varmış bulunuyor. Elinden gelen ve mümkün olan her tavizi verdi zaten. Bu haliyle o, sadece kendi kişisel durumunu/konumunu koruma peşindedir. Bundan fazla taviz verip gerileyemez zaten.
Blair'in bu tespitini doğru bulmayan Bush ise şöyle bir itirafta bulunuyordu:
Zayıf ve güçsüzün tekidir Arafat. Ondan bir fayda gelmez. Dolayısıyla CIA'ya Arafat'ın yerine geçebilecek isimlerin araştırılıp titizlikle tespit edilmesi için talimat verdim. Ne yazık ki onun yerine geçebilecek kimse henüz yok.
Bush'un bu talimatının muhtevası tartışmalara yol açtı.
ABD Başkanı gerçekten Arafat'ın katledilmesi veya şiddet yoluyla tasfiye edilmesini mi istemişti, yoksa görünüşte sivil yöntemlerle alternatifini bulduktan sonra ayağını kaydırıp liderlik koltuğundan azledilmesini mi kast etmişti?
Hadiseyi günümüzde gündemine alan Arap basını, bu noktada ikiye bölünmüştür.
İngiltere Başbakanı T. Blair'in bu "alternatif kişi arayışı veya tasfiye" meselesi hakkındaki cevabı, Özel Kalemi Sir Robert John Sawers'in notlarında yer almamaktadır.
Sadece şöyle bir kayıt düşülmüştür:
Arafat'ı tasfiye etmeden önce onun yerine bir alternatif bulmayı emreden Bush'un bu talimatı, o tarihte ABD Savunma Bakanı Colin Powell tarafından benimsenmemiştir.
Sir R.J. Sawers de notlarında, o zamanki İngiliz hükümetinin Bush'un siyasetine yönelik şu tespitine yer veriyor:
ABD yönetimi, İsrail hükümetinin genelde İntifada'ya ve özelde Arafat'a yakın Filistin güvenlik güçlerine karşı uyguladığı şiddeti ve sert tedbirleri destekliyor.
İngiliz Başbakanın Bush'un bahsedilen tutumuna karşı olduğunu başka bir vesileyle anlayabiliyoruz.
Blair, Bush'un ziyaretinden 5 hafta önce kendisini uyaran bir mesaj daha iletiyor:
Korkarım ki Filistin Yönetimi düşürülürse Arafat'ı hepten kaybederiz!
Bush'un bu mesaja cevabı hayli ilginç görünüyor:
Arafat iyi bir bezirgândır. Onun İsrail ile yeni bir anlaşma yapıp yapmayacağından da emin değilim.
Aynı süreçte görüş belirten Beyaz Saray idari ekibinden iki önemli şahsiyetten biri olan Savunma Bakanı Colin Powell şunları söylüyor:
Öncelikle şiddet ve çatışma denetim altına alınmalıdır. Bu gerçekleştiği takdirde, ABD sorunun çözümü için devreye girebilir. Beyaz Saray, aktif biçimde müzakereye katılır ancak gerçekçi bir tutum takınır.
Filistinliler ile İsrailliler kendi aralarında gerekli güvenlik düzenlemeleri yaparak güven tesis ettiklerinde, ekonomik yardım ve faaliyetlerimiz yeniden devreye girecektir. Esasen Filistin yönetimi toplam 90 milyon dolarlık yardımın 10 milyonunu her ay alabiliyordu.
Dönemin Başkan Yardımcısı Richard Bruce Dick Cheney ise daha temkinli bir tavır takınıyordu:
Bush yönetimi, Ortadoğu barışının sağlanması için acele etmiyor. Bilhassa Başbakan Ariel Şaron'un İsrail hükûmetini kurduktan sonra ne yapacağına bakarak karar verecektir.
Örneğin Şaron, kendisinden önceki Başbakan Ehud Barak'ın 'Kamp David'de Arafat ile buluşması türünden bir öneriyi kabul etmeyeceği gibi Filistin lideri de bunu makbul bulmayacaktır.
Blair, bu süreçte Körfez ülkelerini ziyaret ettiğinde bölgedeki kral ve hükümdarların (şeyhlerin) "Arafat'ın Araplar adına Kudüs konusunu müzakere etmesinden son derece rahatsız olduklarını" görüyor ve oldukça şaşırıyor.
Blair'in özel kalemi Sir Robert John Sawer'in notlarını okumaya devam edelim:
Blair, ABD Başkanı Bush ile yüz yüze konuşmasında 'Filistin ve İsrail'deki aşırıların çatışmalar nedeniyle süreci kendi kontrollerine alıp daha kötü bir duruma yol açmamaları için devreye girip barış müzakerelerinin başlatılması gereğini' vurgulamış.
Kuzey İrlanda meselesinin çözümü konusundaki tecrübesini aktarmış ve o günkü tavrını şöyle özetlemiş: 'Meseleyi çözemiyorsan, onu yönetme yoluna gitmelisin!'
Filistin meselesinde de tutum bu olmalıdır. Aşırıların dümeni ele almasını istemiyorsak ılımlı kesimlerin konumları güçlendirilmelidir. Bu sebeple küçük sorunların çözülüp uygulanmasıyla işe başlanabilir.
Bu hususta Filistinliler, asayişi tesis etmekle yükümlü olmalılar; İsrail tarafı ise (işgal altındaki topraklarda yaşayan) Filistinlilerin ekonomik durumunu düzeltmekle mükelleftirler. Buradaki kritik nokta bahsedilen adımların başarısızlığa uğramasından kesinlikle kaçınmaktır.
Mevcut durumda Ariel Şaron, Filistin lideri Arafat'tan daha güçlü bir konumdadır. Çünkü o, olumlu adımlar atarsa Ortadoğulu Arapların kendisine yönelik bütün olumsuz ve karamsar yargıların değişimine yol açacaktır.
Bush ise Blair'e şunları söylemiştir: 'Ben Mısır ve Ürdün ile mevcut problemi ele almayı tercih ederim. Öncelik çatışan tarafların güvenlik görevlilerini masada buluşturmalı, ardından siyasilerle diyalog başlatılmalıdır.
Örneğin Mısırlıların Filistin meselesinin çözümüne ilişkin müzakerelere aktif olarak katılacağını umuyorum. Ürdün'e gelince, yeni Kral İkinci Abdullah bir hayli zayıf konumdadır. Bu yüzden Kongre'nin de onaylaması halinde Ürdün ile ABD arasında bazı ticari anlaşmalar yapıp kendisinin güçlenmesine yardım edeceğiz.
Şaron'a gelince, kendisine bakılırsa Filistinli ılımlıların işbaşında kalmasını ve onlarla diyaloga geçilmesini onaylamakla birlikte, gerçekte Filistinli kesimler arasına ikilik sokup birbirleriyle çatışmalarını düşünmektedir. Yani böl-yönet taktiği güderek Filistin topraklarını, Gazze- Batı Şeria diye ayırıp birbirine hasım iki idare kurma peşindedir.
İşin dikkat çekici yanı şudur:
Bu konuşmalardan 4 yıl sonra Şaron aklından geçeni hayata geçirmiştir.
Gazze'den tümüyle çekilerek orayı özerk bir yönetim haline getirirken Batı Şeria'da kendi hegemonyasında bağımlı-uydu bir Filistin otoritesi bırakmıştır.
İsrail'i koruyup kollayan, her türlü şiddet kullanımına onay veren ve Filistin meselesini çözermiş gibi yapıp aslında İsrail'in ilhakçı/yayılmacı tavırlarına ses çıkarmayan ABD iktidarlarının bugün bile devam eden geleneksel politikası, Bush tarafından çok açıkça Blair'e bildirilmiştir:
Duruma hemen müdahale etmeyiz, acilen devreye de girmeyiz. Sabırlı olacağız. Bu teslimiyet değil, reel politik bir tutumdur.
Evet, Filistin çatışması ve mücadelesinin çözümü hususunda birçok baskı grubu tarafından sıkıştırılıyoruz. Ancak bizim devreye girmemiz vakit alacaktır. Barışı kimseye (gerçekte İsrail'e-F.B.) dayatmamız imkânsızdır.
Gerçek şu ki; günümüzün iki mazlum halkı olan Filistinliler ile Kürtlerin imha ve sürgün edilmelerine yönelik sürekli operasyonlar karşısında Batılı-Doğulu büyük devletler ile bölgesel güç odaklarının geleneksel tutumu hemen hiç değişmemiştir:
Suskun kal, sesini çıkarma; sıkıntıda olan direniş hareketlerinden azami ölçüde taviz kopar ve önderlerini baskı altında tut!
Kaynakça:
1. https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0ntifada#.
2. https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0kinci_%C4%B0ntifada; https://www.gzt.com/mecra/mescid-i-aksaya-baskin-ve-tarihcesi-3400838, 28 Haziran 2018.
3. https://www.almayadeen.net/news/politics/, 31 Aralık 2023. https://www.al-ayyam.ps/ar_page.php?id=15caf0d4y365621460Y15caf0d4, I Şubat 2023; https://alrai.com/article/10764920/, 31 Ocak 2023. https://arabic.rt.com/middle_east/1430701-, 31 Ocak 2023. https://www.aljazeera.net/news/2023/1/31. https://www.raya.ps/news/1145547.html.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish