Emced Ferid et-Tayyib
Devlet dışı aktörler (non-state actors) terimi, 20’nci yüzyılın ikinci yarısında giderek artan bir şekilde ortaya çıktı. Bu aktörlerin biçimleri kıtalararası şirketler, sivil toplum örgütleri, baskı grupları, silahlı hareketler ve diğerleri arasında büyük farklılıklar gösteriyordu. Ancak hepsinin ortak noktası, egemenlik ilkesini kuran, Avrupa'da Orta Çağ savaşları dönemine son veren ve modern devletin temellerini atan 1648 tarihli Vestfalya Barışı'na (Vestfalya Antlaşması) göre kurulan egemen devletlerin hükümetlerinden bağımsız olarak nüfuz ve etkiye sahip olmalarıydı. Kilisenin siyasi nüfuzunu kaybetmesine ve giderek Vatikan'ın mevcut şekline dönüşmesine neden olan bu anlaşmanın ilk kurbanı doğal olarak Papalık İmparatorluğu (diğer adıyla Kutsal Roma İmparatorluğu) oldu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Sudan'ın bağımsızlığını kazanmasından bu yana devlet dışı aktörler, özellikle de silahlı olanlar büyük ölçüde çoğaldı. Anyanya hareketi (adı Güney Sudan'ın Madi dilinde ‘kara yılan zehri’ anlamına gelir) 1955'te (Ocak 1956'daki bağımsızlık ilanından önce) Birinci Sudan İç Savaşı (1955-1972) sırasında merkezi hükümete karşı savaşmak için kuruldu. Adı geçen iç savaş, Cafer Numeyri rejimiyle (1969-1985) barış anlaşmasının imzalanmasıyla sona erdi. Ancak Mart 1972'de Addis Ababa'da imzalanan barış anlaşması 1983'te çöktü. Daha sonra Sudan Halk Kurtuluş Hareketi'ne dönüşen Anyanya-2 hareketi, merhum John Garang'ın liderliği altında İkinci Sudan İç Savaşı'nda (1983-2005) savaşacağını ilan etti. İkinci Sudan İç Savaşı, 2005 yılında Kapsamlı Barış Anlaşması’nın imzalanmasıyla sona erdi. Kapsamlı Barış Anlaşması, Güney Sudan'ın 2011 yılında bağımsız bir devlet olarak ayrılmasına yol açtı.
Sudan'ın batısında bulunan Darfur bölgesinde çeşitli siyasi, ekonomik ve sosyal faktörler bir araya gelerek istikrarsızlığa yol açtı. Bölgede 1970'li ve 1980'li yıllardan bu yana giderek artan sayıda silahlı örgüt ortaya çıktı. Öyle ki Libya'da Muammer Kaddafi rejiminin Sahel bölgesine uzanan ve Darfur bölgesi ile Çad devletine yayılan Arap kabilelerini silahlandırdığı ve bunları Aouzou Şeridi çevresindeki Libya-Çad savaşı (1978-1987) bağlamında yaygın olarak kullandığı bilinir. Zira Aouzou, Çad'ın 600 mil kuzeyinde, Libya sınırında, uranyum ve manganez bakımından zengin bir toprak şerididir.
Kaddafi, burada yaşanan savaşlarda piyade ve keşif kuvvetlerinin görevlerini yerine getirmek üzere Darfur bölgesi ile Çad arasında sürüleriyle doğal ve açık bir şekilde hareket eden çoban Arap kabilelerine ağır silah desteği sağladı. Çad ile Libya arasındaki ilişkiler 1988'de normale döndü ve Aouzou Şeridi’yle ilgili anlaşmazlık Uluslararası Adalet Divanı'na (UAD) sunuldu. UAD sonunda Şubat 1994'te bölgenin Çad'a ait olduğuna karar vererek anlaşmazlığa son verdi.
Ancak bu savaşın etkileri Sudan'ı, özellikle de Darfur bölgesini derinden etkiledi. Kaddafi'nin Arap kabilelerine dağıttığı silahların yayılması, kabileler arasında büyük ölçüde silahlı ve şiddet içeren çatışmaların patlak vermesine yol açtı. Özellikle bölgeyi vuran, tarımsal üretimin başarısız olmasına ve yaygın kıtlığa yol açan kuraklık ve çölleşme dalgası (1983-1985) ile birlikte çatışmalar şiddetlendi. Kuraklık, otlatma alanlarının azalmasına ve bu alanların tarım alanlarıyla çakışmasına yol açtı. Çobanlar, sürülerine ot bulmak amacıyla tarım alanlarına doğru genişlediler. Bu durum, çoğu Darfur'daki Arap unsurlara ait olan hayvancılıkla uğraşan kabileler ile tarım alanında çalışan kabileler (çoğunluğu Afrikalı) arasında çatışmalara yol açtı.
Sudan'ın bağımsızlığını kazanmasından bu yana devlet dışı aktörler, özellikle de silahlı olanlar büyük ölçüde çoğaldı.
Libya silahlarının bölgede ve Arap aşiretleri arasında yayılması, bu çatışmaların şiddetli bir hal almasına neden oldu. Hayvancılık ve tarımın temsil ettiği geleneksel geçim kaynaklarının çöküşü nedeniyle bozulan ekonomik durum, büyük ölçüde silahlı soygun olgusunun ortaya çıkmasına ve ‘Cancavid’ olarak adlandırılan milislerin doğmasına yol açtı.
Darfur'daki isyan hareketinin kökleri
2002-2003 yılları arasındaki dönem, Darfur'da Beşir rejimine karşı silahlı devrimin patlak vermesinin ilanına sahne oldu. Sudan Halk Kurtuluş Hareketi ile Adalet ve Eşitlik Hareketi, Darfur bölgesinin ekonomik ve siyasi olarak marjinalleştirilmesiyle ilgili siyasi şikâyetlere dayanıyordu. 30 Haziran 1989 darbesinin ardından Müslüman Kardeşler’in Sudan'da iktidarı ele geçirmesiyle bu durum daha da kötüleşti. Müslüman Kardeşler, benimsediği hegemonik İslam ve Arap ideolojisinin temellerinin yayılması ve sağlamlaştırılması çerçevesinde Darfur'daki Arap unsurların güçlendirilmesi için çalıştı.
Darfur silahlı mücadele hareketleri esas olarak Arap olmayan kabilelerden oluşuyordu. Sudan Halk Kurtuluş Ordusu/Hareketi, 2002 yılında Darfur'daki Arap olmayan başlıca kabilelerden (el-Fur, ez-Zaghava ve el-Masalit) unsurları içeren geniş bir silahlı hareket olarak kuruldu.
Hareket, (Mayıs 2004'te hareketin Sudan ordusuyla girdiği çatışmanın başlarında öldürülen) Abdullah Abkar Hatır tarafından oluşturulan 17 kişilik bir çekirdekle kuruldu. Bundan sonra hareketin liderliği, silahlı eylemleri yöneten üç büyük aşiretin temsilcilerine verildi.
Başkan, Fur kabilesinden Abdulvahid Muhammed Nur olurken, yardımcılığına Masalit kabilesinden, Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) milisleri tarafından suikasta uğrayan ve cesedi mevcut isyanın başlangıcını temsil eden Batı Darfur eyaletinin merhum valisi Hamis Abdullah Abkar getirildi. Genel Sekreterlik görevi ise Zaghava kabilesinden Minni Arko Minavi’ye verildi.
Libya-Çad savaşının etkileri Sudan'ı, özellikle de Darfur bölgesini derinden etkiledi.
Şubat 2005'te Abuja'da yürütülen barış müzakereleri sırasında hareket içinde anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Hareketin Abdulvahid Muhammed Nur ve Minni Arko Minavi liderliğindeki iki gruba bölündüğünün duyurulmasıyla sona eren Haskanita Konferansı'nda (hareketin Kasım 2005'te düzenlenen örgütsel konferansı) anlaşmazlıklar daha da alevlendi. Adalet ve Eşitlik Hareketi ise 2002 yılında Dr. Halil İbrahim tarafından kuruldu.
Beşir rejiminin liderlerinden biri olan ve öğrencilik yıllarından beri İslami Hareket'e olan bağlılığıyla tanınan Halil İbrahim, 1991-1994 yılları arasında Darfur bölgesinde Milli Eğitim Bakanlığı da dahil olmak üzere Ulusal Kongre Partisi rejimi altında çeşitli görevlerde bulundu. Daha sonra 1997-1998 yılları arasında Mavi Nil Eyaleti Sosyal İşler Bakanı, ardından Ağustos 1998'deki istifasına kadar Orta Ekvator Eyaleti Vali Müsteşarı olarak görev yaptı.
İbrahim, Aralık 1999'da Ulusal Kongre Partisi'nden ayrılarak Hasan et-Turabi'nin kurduğu Sudan Halk Kongresi Partisi'ne katıldı. O dönem halk sağlığı alanında yüksek lisans derecesi almak için Hollanda'da olan İbrahim, oradan Adalet ve Eşitlik Hareketi’nin kurulduğunu duyurdu.
Hareketin kontrolü küçük bir etnik grupla (Zaghava Kubi) sınırlıydı ve Çad sınırındaki birçok sosyal ve akrabalık ilişkisini içeriyordu. Hareket, kuruluşunun başlangıcında eski Libya lideri Muammer Kaddafi'den önemli siyasi ve mali destek aldı. Libya devriminin Kaddafi'yi devirmesinin ardından İbrahim, Libya'dan kaçmak ve Sudan'a dönmek zorunda kaldı. 23 Aralık 2011'de Sudan Silahlı Kuvvetleri, İbrahim'i Kuzey Kordofan'da hava saldırısıyla öldürdüklerini duyurdu. Hareketin liderliği daha sonra İslami Hareket içinde benzer bir siyasi geçmişe sahip olan kardeşi Cibril İbrahim'e geçti.
Darfur silahlı mücadele hareketleri esas olarak Arap olmayan kabilelerden oluşuyordu.
Beşir rejimi Darfur'da devrimle yüzleşiyor
Darfur'daki silahlı devrimin gidişatı, Beşir rejimini Arap aşiretlerinden yardım istemeye ve silahlarını artırmaya yöneltti. Darfur hareketlerinin isyanına karşı savaşmak amacıyla Cancavid milisleri askere alındı ve silahlandırıldı. İsyan hareketlerine karşı Darfur Arap kabilelerinden savaşçıları toplamak için etnik ve kabilesel faktörler kullanıldı.
Bu, Darfur'daki savaşta büyük bir güç olarak Cancavid milislerinin ortaya çıkmasına yol açtı. Ömer el-Beşir rejiminin milisleri kullanması ilk kez olmuyordu.
1990'ların başında Sudan hükümeti, Beşir'i 1989'da iktidara getiren darbeyi planlayan ve gerçekleştiren Ulusal İslami Cephe'nin üyelerinden ve destekçilerinden oluşan Halk Savunma Kuvvetleri’ni kurdu. En azından o dönemde rejim bu milisleri yasal çerçevede ve ordunun kontrolü altında kontrol etmeye çalışıyordu.
Hükümetin herhangi bir resmi bağlantıyı reddettiği ve suçları ortaya çıktığında ilk savunma hattı olarak kullandığı Cancavid'de durum böyle değildi. Darfur bölgesindeki savaş sırasında Cancavid, iktidardaki rejimin gözetimi ve desteği altında Afrika kabilelerine karşı cinayet, savaş, yağma ve tecavüz suçları işledi. Onlar, silahlı hareketlerin isyanı nedeniyle Darfur halkını toplu olarak cezalandırmaya çalışıyordu.
Darfur'daki Arap Mahamid kabilesi lideri Musa Hilal, Cancavid milisleri içinde merkezi bir rol oynadı. Birinci Darfur Savaşı'nın başladığı dönemde, ırkçı nitelikte suçlar işlediği gerekçesiyle hapsedilen Hilal, Sudan Devlet Başkanı Yardımcısı Ali Osman Taha tarafından adli afla serbest bırakıldı.
Serbest bırakılması karşılığında Hilal’den, Darfur'daki Arap kabilelerinden, isyancılara karşı mücadelede hükümete katılmaları için asker toplaması istendi. Hilal, iki yıl sonra İnsan Hakları İzleme Örgütü'yle (HRW) yaptığı röportajda bunu doğruladı ancak herhangi bir suiistimal olayına kişisel olarak dahil olduğunu reddetti.
Milislerinin Hartum'daki merkezi hükümetin yönetimi altında faaliyet gösterdiğini söyleyen Hilal, rejimin Güney Sudan'daki iç savaşı tanımlamak için kullandığı hegemonik söylemin aynısını hatırlatarak eylemlerini ‘cihad’ olarak nitelendirdi. Darfur'daki diğer Arap kökenli kabile liderleri, hükümetle bağlarını sürdürmek için Hilal'in yolunu takip ederken, birkaç lider ise bu ayrım gözetmeyen militarizme katılmayı reddetti.
Rejim, Cancavid'le herhangi bir bağlantısı olduğunu inkâr etmeye devam ederek bu güçlerin yalnızca yerel kabileler tarafından meşru müdafaa için oluşturulmuş kabile milisleri olduğunu iddia etti. Ancak zamanla milis üyelerinin ifadeleri de dahil olmak üzere, Cancavid'in hükümet tarafından finanse edildiğini, silahlandırıldığını ve yönlendirildiğini doğrulayan kanıtlar ortaya çıktı.
Cancavid güçleri, herhangi bir resmi askeri eğitim vermeyerek, ağır şekilde silahlandırarak ve rastgele asker toplayarak Darfur'daki durumu daha da kötüleştirdi. Hartum hükümeti, hızlı ve kesin bir zafer elde etmeye çalıştı. Bu, o kadar ileri gitti ki, hiçbir makullük veya yasal çerçeve kalmadı.
Darfur'da sivillere karşı ciddi ihlal ve suçlar işlendi. Öyle ki, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (UCM) Darfur'daki duruma ilişkin yönelttiği suçlar listesinde soykırım, toplu katliam, tecavüz ve diğer savaş suçları ile insanlığa karşı suçlar da yer alıyordu.
HDK Komutanı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu'nun (Hamideti) adı, o dönemde öne çıkan Cancavid liderlerinden biri olarak ortaya çıktı. Darfur'da devam eden çatışmaya ve Darfur, Güney Kordofan ve Mavi Nil'deki silahlı hareketleri birleştiren bir ittifak olarak 2011 yılında Sudan Devrimci Cephesi'nin kurulmasına ek olarak Güney Sudan'ın bağımsızlığını kazanmasının ardından savaş Güney Kordofan ve Mavi Nil eyaletlerine geri döndü. Beşir rejimi milislerini, bu sefer yarı resmi savaş güçleri olarak yeniden kurumsallaştırdı.
Ülkenin batısında ve güneyinde geniş bir yarım daire şeklinde iç savaş yürüten Beşir rejimi, Sudan Ulusal İstihbarat ve Güvenlik Teşkilatı bünyesinde, üyeleri tam hukuki dokunulmazlığa sahip olan HDK’yi kurdu. HDK milisleri yeni bir oluşum değil, Hamideti'nin komutası altında halihazırda var olan Cancavid milislerinin rehabilite edilmiş haliydi.
Hamideti ile eski tarz Cancavid liderleri arasındaki temel farklardan biri, Hamideti'nin, Hilal ve diğer kabile liderlerinin sahip olduğu kabile liderliğinin sosyal statüsünden yoksun olmasıydı. Bu farklılık, Beşir rejiminin gözünde Hamideti'ye ayrıcalıklı bir avantaj sağladı. Askeri rütbenin kendisine sağladığı sosyal statüye, paraya ve tanınmaya aç biri olarak görülüyordu. Koruması gereken kabile çıkarları ya da geleneksel kabile hesapları yoktu. Bu da bölgedeki kontrolünü genişletmeye çalışan rejimin denklemiyle uyuyordu. Bu nedenle Sudan Silahlı Kuvvetleri’nin devam eden başarısızlıklarının ardından Ulusal Güvenlik ve İstihbarat Teşkilatı silahlı hareketlerle mücadele etme görevini devralmaya karar verdiğinde Hamideti ve adamları bu görev için hazırdı.
Hamideti, o dönemde hükümetle ganimetler yoluyla asker toplama yöntemi ve kabile korkusunun askere alma mekanizması olarak kullanılması konusunda yaptığı anlaşmaya ek olarak adamlarına düzenli ve cömert bir gelir sağlayarak onların sadakatini kazandı. Başarılı bir milis sahibi olarak mali nüfuzunu kullanarak kendi nüfuz çemberini oluşturdu. Hamideti, Mayıs 2014'te düzenlediği basın toplantısında buna değindi. Başka gelir kaynakları olmadığı için gerekirse rejimin yanında savaşmak üzere 100 bin savaşçıyı askere alabileceğini vurguladı. Bu aslında Cancavid'e katılmaya yeni bir cazibe getirdi.
Milisler, paralı savaşçıları yağma operasyonlarının ganimetleriyle cezbederek saflarına çekmeye çalışır. Bu yöntem, halen milislerin kullandığı en güçlü istihdam faktörü olmaya devam ediyor. Hartum, Omdurman ve Vad Medeni gerçekleşen yağma operasyonları ayrıca, Nisan 2023'te savaşın başlamasından bu yana milisler veya siyasi arenada sivillerin varlıklarını güvence altına alma vaatleri karşılığında onlara siyasi ve medya desteği sağlayan politikacılar tarafından ele geçirilen diğer şehirlerde de gerçekleşti.
Hamideti'nin Beşir rejimiyle ilişkisi her zaman iyi değildi. O her zaman nüfuzunun ve güçlerinin artmasını garanti edecek geçici ittifaklar arayışındaydı. Kendi kartları ve çıkarları için oynuyordu. Mart 2006'da Hamideti, Çad'ın Abeche kentinde Adalet ve Eşitlik Hareketi ile saldırmazlığı öngören bir mutabakat zaptı imzaladı. Bu ne hükümetin ne de Beşir rejiminin farkında olmadığı bir şeydi. Bu durum Beşir'i, Hamideti’yi kendisi ve dönemin Savunma Bakanı Abdurrahim Muhammed Hüseyin ile görüşme yapmak üzere Hartum'a çağırmaya yöneltti. Ancak merkezi hükümetin kendisine olan ihtiyacını ve zayıflığını hisseden Hamideti durmadı ve Haziran 2007'de Abdulvahid Muhammed Nur hareketiyle benzer bir anlaşma imzaladı.
Hamideti, hükümetin zayıflığından ve ihtiyacından en iyi şekilde yararlanarak sahadaki nüfuzunu sağlamlaştırdı. Kuzeni Muhammed Hadi Umeyr’in düğünde öldürülmesinden birkaç gün sonra adamlarıyla Mahamid kabilesi ve rejim tarafından desteklenen Cancavid lideri Musa Hilal'in 12 adamını tutukladı. Hükümetin arabuluculuğunu reddeden Hamideti, askerlerine maaş verilmemesi, çatışmalarda ölenlerin ailelerine tazminat ödenmemesi ve kendi (Mahiriye) aşiretine bölgedeki amirlik ve hükümet pozisyonlarının verilmemesi halinde Cebel Merra’daki isyancılara katılmakla hükümeti tehdit etti.
Anlaşmazlık daha sonra Mayıs 2007'de Musa Hilal'in Hadi Umeyr'in ölümüyle hiçbir ilgisi olmadığına dair Kur’an-ı Kerim üzerine yemin etmesi ve hükümetin Hamideti'ye 50 savaş aracı ve 500 bin dolar sağlama sözü vermesiyle çözüldü. Ancak görünen o ki bu, Ağustos ve Ekim 2007 arasında ilan ettiği isyan için hazırlanmaya başlayan ve hükümeti Güney Darfur'un başkenti Nyala şehrini işgal etmekle tehdit eden Hamideti için yeterli değildi. Hamideti daha sonra Enver Hatır adında sol eğilimli bir mühendisle birlikte Sudan Devrimci Cephesi adlı silahlı bir grup kurduğunu bildirdi.
Hakların geri getirilmesi için isyan ettiğini belirten bu grubun kuruluş açıklamasında Hamideti ‘yüce lider’ olarak tanımlanırken, Genel Sekreterlik pozisyonuna Enver Hatır atandı.
Hamideti, güçlerine ‘Gerçek Vaadin Güçleri’ adını verdi. İsyanın ardından Ummu’l Kura yakınlarındaki Hamideti üssünü ziyaret edenler büyük miktarlarda Kalaşnikof tüfekleri, keskin nişancı tüfekleri, RPG'ler, makineli tüfeklerle donatılmış Land Cruiser araçlar, tanksavar silahları, çok sayıda roketatar, anti-tank silahları, uçak füzeleri, havan topları, geri tepmesiz tüfekler ve el telsizleri gördü. Bunların hepsi, Darfur'da faaliyet gösteren isyancı gruplar ve silahlı hareketler arasında daha önce görülmemiş ekipmanlardı.
Hamideti 2008'in başlarında Beşir hükümetine geri döndü. Hamideti ile birleşmeyi reddeden Hatır Hareketi çatısı altında birleşme girişimleri başarısızlıkla sonuçlandı. Enver Hatır, Hamideti ile ittifak kurmayı defalarca reddetti. Hamideti'nin kendisiyle birçok kez telefonla iletişime geçtiğini ancak Hamideti tarafından gerçekleştirilen insan hakları ihlalleri nedeniyle onunla birleşmeyi reddettiğini söyledi. Hamideti'nin Sudan Kurtuluş Ordusu hareketine katılma girişimleri de başarısızlıkla sonuçlandı ve liderlerini kendi çıkarlarının peşinde koşmakla suçladı.
Hamideti daha sonra Beşir rejimiyle 3 bin adamını düzenli orduya dahil etme konusunda bir anlaşma yaptı ve bunların 300'ünü eğitip subay saflarına terfi ettirme sözü aldı. Anlaşma aynı zamanda ordunun isyan öncesinde silahlı hareketlere karşı savaşmak için onlara verdiği ağır silahların da iadesini içeriyordu. Şubat 2009'da Beşir rejiminin, Adalet ve Eşitlik Hareketi'ni Güney Darfur'daki Muhaciriye şehrinden sürmek için Hamideti’nin güçlerine güvenmesi, hükümetin yeniden yoğun bir şekilde Hamideti'ye güvenmeye başladığını gösteriyordu.
HDK’nin resmi olarak ortaya çıkışı ve misyonunun Darfur'da, Nuba Dağları'nda, Mavi Nil'de veya Sudan'daki geniş savaş bölgelerinden herhangi birinde olmaması dikkat çekiciydi. Askeri isyancıların hiçbirine karşı değildi. Eylül 2013'teki ayaklanma sırasında Hartum'daki barışçıl göstericilere karşıydı.
HDK’nin resmi olarak ortaya çıkışı
HDK’nin resmi olarak ortaya çıkışı ve misyonunun Darfur'da, Nuba Dağları'nda, Mavi Nil'de veya Sudan'daki geniş savaş bölgelerinden herhangi birinde olmaması dikkat çekiciydi. Askeri isyancıların hiçbirine karşı değildi. Eylül 2013'teki ayaklanma sırasında Hartum'daki barışçıl göstericilere karşıydı. Dönemin Ulusal Güvenlik ve İstihbarat Teşkilatı Operasyon Otoritesi Direktörü Tümgeneral Ali en-Nasih'e göre HDK olaylara müdahale etti ve istikrarı yeniden sağladı. Hartum sokaklarında 200'den fazla gösterici vurularak öldürüldü. Birkaç gün süren protestolar sırasında yüzlercesi daha ciddi şekilde yaralandı.
HDK, bu dikkat çekici ortaya çıkışın ardından 2014 yılı başında Darfur ve Nuba Dağları'nda gerçekleştirdiği Sıcak Yaz Operasyonları’yla sicilini insan hakları ihlalleriyle doldurmaya devam etti. Bu operasyonlar, insani durumun 2003'teki çatışmadan bu yana tüm beklentileri ve sınırları aşan ciddi bir şekilde bozulmasına yol açtı.
Birleşmiş Milletler-Afrika Birliği Darfur Misyonu (UNAMID), 2014 yılının ilk üç ayında ülke içinde yerinden edilmiş kişilerin sayısının 215 bini aştığını, sayısı bilinmeyen kurbanların olduğunu ve çok sayıda köyün tamamen yağmalanıp yakıldığını duyurdu. Birleşmiş Milletler (BM), söz konusu raporunda şiddetin artmasını doğrudan HDK’nin müdahale ve operasyonlarına bağladı. HDK, Darfur'u adeta ateşe verdi. Bu, 2003'te savaşın patlak vermesinden bu yana yaşananlardan daha fazlaydı. Milislerin ihlalleri Nuba Dağları, Güney Kordofan ve Mavi Nil'in farklı bölgelerinde benzer sonuçlara yol açtı. Şubat 2014 ortasında Vali Ahmed Harun ile çatışmaya yol açan Kuzey Kordofan'da olduğu gibi askeri olmayan bölgelerde bile vatandaşları taciz etmeye devam etti. HDK milislerinin güç ve yetkilerinin rejimin kontrolünü aştığı ortaya çıktı. Ancak bu, HDK’nin nereye doğru gittiğine dair yalnızca yüzeysel bir göstergeydi.
Beşir hükümeti düşene kadar hakikatlerden ibret almadı. HDK milisleri giderek siyasi, ekonomik ve hatta dış uzantıları olan ayrı bir siyasi varlık haline geldi. Hükümet, hiçbir şekilde bu oluşumun üzerinde tam bir kontrole sahip olamadı. Hatta bu fraksiyon, rejimin resmi siyasi çizgilerine karşı baskı yapabilecek güce ve etkiye bile sahipti. HDK milislerinin etkisi Nisan 2019'da Beşir'i deviren darbe ve değişimden sonra daha da arttı.
Hamideti, kendisini Geçici Askeri Konsey'in ve sonra da Egemenlik Konseyi'nin Başkan Yardımcısı olarak dayattı. Ordu ile ortaklaşa 25 Ekim 2021 darbesine katılmasıyla doruğa ulaşan sivil ve askeri anlaşmazlıklardan yararlanan Hamideti, daha sonra 15 Nisan 2023'te mevcut savaşın patlak vermesiyle bariz bir şekilde ortaya çıkan askeri anlaşmazlıklardan yararlanarak kendisini önemli bir figür olarak dayattı.
Hamideti şu anda 1956 devletini yıkmak ve eşit vatandaşlığa sahip bir devlet kurmak için savaştığını iddia ediyor. Sahada ise Hamideti’nin güçleri ayrım gözetmeksizin öldürme, soykırım, tecavüz ve yağmalama suçlarını yoğun bir şekilde işliyor. Hamideti ve güçlerinin hikayesinin Sudan'dan geçen diğer silahlı siyasi hareketlerden en büyük farkı, bu güçlerin toplumun etkileşimleri sonucunda doğal olarak ortaya çıkmaması ve toplumun bileşenlerinden birini temsil etmemesidir. Aynı zamanda silahlı mücadeleyi siyasi veya sosyal taleplere ulaşmak için bir yöntem olarak benimsemesidir. Ancak bu yöntem, diktatör bir rejim tarafından kendini korumak, çıkarlarına hizmet etmek için yaratılan bir sindirme ve baskı aracıdır. Hamideti’nin şu anda yaptığı şey -ve yukarıda incelediğimiz gibi her zaman yaptığı şey- Beşir ve Müslüman Kardeşler rejimi adına yaptığı önceki çalışmalar yerine bu kez kendi adına, kendi çıkarlarına ve hırslarına hizmet etmeye çalışmasıdır.
Bu milisler Sudan'da ve bölgede istikrar ve normal yaşam için bir tehdit oluşturuyor. Ülkede her türlü barışı veya normal yaşamı yeniden tesis etmek için çalışmak, onların kurumsal varlıklarını tüm kanserli uzantılarıyla sona erdirmek için çabalamayı gerektiriyor.
* Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Şarku'l Avsat'ın haberlerine ulaşmak için tıklayın