Çılgınca debelenip oraya buraya saldıran, hiçbir şeyi umursamayan, ölümcül teknolojik üstünlüğün yanı sıra, boyutu ve taraflılığı açısından muazzam küresel destekle donanmış İsrail karşısında, yükseltilmemesi gereken tek slogan, tam da bizim yükselttiğimiz slogandır:
Düşman yalnızca güç dilinden anlar.
Çünkü yukarıda bahsettiğimiz slogan doğru olsa da "gücümüz" yok.
Dahası güç, en çok etkisizleştirmemiz ve dışlamamız gereken şey çünkü kendisi bölgede bizim değil İsrail'in sahip olduğu şeydir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İsrail'in ölüm makinesi karşısında mantığın dayattığı şey, gücün etrafından dolaşmak ve onu siyaset, sivil direniş, daha iyi model olma ve birikime bahis oynamak ile kuşatmaya çalışmaktır.
Hızlı sonuç bekleyen ve gücün bunu sağlayacağını düşünenlere gelince, dönüp mevcut içler acısı güç dengesine bakmalı ve bizim güç kullanımımızın güç dengesizliğini her zaman kat kat artırdığına, ama bunu İsrail lehine yaptığına dikkat etmeliler.
Duygunun, etkisi altındaki kişiyi yerleşik yönteme yani güce sıkı sıkıya tutunmaya teşvik ettiği doğru.
Keza devam eden İsrail vahşeti karşısında güç kullanmanın cazibesine direnmenin zor bir görev olduğu da doğru.
Ancak akıl, bilgi ve deneyim, sahiplerini güç fikrini bir kerede ve tamamen terk etmeye teşvik etmeli.
Aksa Tufanı'nın başarısı, günümüzde yaygın olduğu gibi güce güvenmek için yeterli değil çünkü 11 Eylül de en az onun kadar etkileyici ve başarılıydı.
Aynı şekilde İran'ın sağlayacağı silahlar da yeterli değil çünkü sonuçta Amerikan silahlarına rakip olamazlar.
Güç kullanımına dayanmaya karşı uyarımızın arkasında, Gazze halkı ve bu güçsüz bölgedeki hepimiz için duyulan endişe yatıyor.
Bu, bazı akılsızların söyleyebileceği gibi, kurbanların yaralarını zamansız bir şekilde kaşımak değil, aksine kesintisiz olarak gözden geçirilmesi gereken tarihimizin yaralarını tam zamanında yeniden kaşımaktır.
Zira gerçeği arayışımızda her zaman bizi yönlendiren irrasyonel bir sabırsızlık ve dikkatsizlik oldu.
Her zaman akılsızca hareket etmemizi ve aceleciliğimizi istismar eden şüpheli amaçlara sahip bir dış taraf vardı.
Her türlü iyi niyetler bir yana, kurbanların sayısı ve maliyetler açısından akılsızca hareket etmenin zararı en az İsrail'in kötülükleri kadar büyük olabilir.
Bugün Filistinlilerin, davalarını sunacak birini ararken, savaşçıları arasında tek bir politikacı bile bulamamaları, aksine, aradıkları politik figürü, politikacıları, büyükelçileri ve aydınlarıyla birlikte "Ramallah'taki kukla otoritenin" kadroları arasında bulmaları ne kadar anlamlı.
Diğer yandan Baptist Hastanesi'nin bombalanmasına yönelik protesto tepkilerinin Hamas'ın füzelerinden daha aktif ve hatta belki de İsrail'in askeri kararını değiştirmekte daha etkili olması bekleniyor.
Gazze ve çocuklarının maruz kaldıkları ölüm ve yıkım, güç yolundan siyaset yoluna acil bir geçişi zorunlu kılıyor.
Yani tam olarak savaşın sona ermesini talep etmek, insani yardımların önünü açmak, zorla göç ettirmeyi durdurmak ve rehinelerin serbest bırakılmasını sağlamak gerekiyor.
Daha sonra halk adına konuşan ve onların haklarını savunan meşru organlar ortaya çıkaracak seçimlerin önü açılmalı ve sürekli bir şekilde Hamas'ın 2007'de yerle bir ettiği Filistin birliğini yeniden tesis etmek için çalışılmalı.
Saygın devletler ve seçilmiş organlar olmadan ciddi bir şeyin başarılması zor.
Keza olanlardan sonra halkı, popüler temsilinin kapsamı sorgulanabilecek, bu halkı istediği zaman ve kimsenin tartışmadığı bir nedenle, giyotine sürükleyebilecek bir askeri örgütün insafına bırakmak mantıklı mı?
Daha da kötüsü, bizden vatana ihanetle suçlanmamak için bu örgüte biat etmek ve eylemlerinden coşku duymamızın istenmesi ne kadar mantıklı?
Bu Gazze ile sınırlı olmayıp onu aşan bir durum. Nitekim mesela Lübnan'da nerede alınacağını, Beyrut'un güney banliyösünde mi ,yoksa Tahran'da mı verileceğini bilmediğimiz bir karara dayanarak savaşa girip girmeyeceğimiz bilmecesi ile yaşamamız mümkün mü?
Dahası sırf sahibi savaşmaya karar verdi diye alınan bu kararı sorgulamamızın mümkün olmaması doğru mu?
Gerçek şu ki, modern tarihimiz bir bakıma iki felaketin ateşi arasında yanma tarihidir; halklara dayatılan silahlı bir taraf ve çılgın İsrail saldırıları.
Bu iki uç noktanın karşısında, aciz olmak ya da coşkuyla desteklemekten başka seçeneğimiz yok.
Bir de böyle nihilist ve kutuplaşmış bir duruma müdahale edebilecek hiçbir aracımızın olmaması durumu var.
Bu durumdan bizi ancak güç ve şiddet yönteminden siyaset ve model olma yöntemine doğrudan geçiş kurtarabilir.
Öfkenin bize önerdiği çözümlere gelince ki, öfkelenmek hepimizin hakkıdır, bunlar sadece daha büyük felaketler ve daha az başarı getirir.
Bu, Amman Zirvesi'nin iptal edilmesinden Frankfurt Fuarı'nın boykot edilmesine kadar pek çok düzeyde geçerli.
İptal ve boykot politikaları, taraflılığa ve adaletsizliğe karşı bir protesto olarak anlaşılabilir olsa da, bunların yerleşmesi ve bir yaklaşıma dönüştürülmesinin bize geçmişteki sonuçlardan daha iyi sonuçlar getirmeyeceği ortadadır.
Çünkü sadece güçlüler bir şeyden geri çekildiklerinde veya boykot ettiklerinde etkili olurlar, zayıfların ise etkili olabilmeleri için güçlünün gücünü kuşatan veya onu zor durumda bırakan etkili politikalar geliştirmeleri gerekir.
Gösterilerde yankılanan savaşın genişletilmesi ve sınırların açılması haykırışlarına gelince, hastalığın ihtiyacı olandan daha yüksek dozlarda tedavi edilmesinden başka bir şey değil.
Zira bunlar bir kez daha İsrail'e kuşatılmış, saldırıya uğramış bir taraf imajı kazandıracak ve yolu üzerinde de en azından Lübnan ve Ürdün'de iç çatışmaların patlak vermesine neden olacak.
İç çatışmalar ise her iki ülkenin de sonunu getirebilir ve tüm Filistinlileri (ne kadar zayıf görünürse görünsün) bir ulusal otoriteye bile sahip olmadıkları zamana geri döndürebilir.
Bizi de şu soruyla baş başa bırakabilir: Savaşın kapsamı genişletildikten sonra ne olacak?
"Dünyanın adil olmadığının" ortaya çıkmasından ve "İsrail ile ABD'nin gerçek yüzlerini göstermelerinden" bıktık ve doyduk.
Zayıflığımızın bizi bu evrende bir sıfıra dönüştürdüğü bizlerin, bu adaletsiz dünyada çocuklarımızı İsraillilerin elinde ölmekten nasıl koruyacağımızı keşfetmemizin artık zamanı geldi.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.