Ulus devletler refahın zirvesinde!

Ortadoğu'daki devlet tecrübesinde de erkenden kargaşa ve başarısızlık baş gösterdi

Fotoğraf: Atlas

İsviçre'nin Lozan kentinde, I. Dünya Savaşı'nı kazanan ülkeler ve Milletler Cemiyeti temsilcileri ile o zamanki yeni Türkiye Cumhuriyeti arasında müzakereleri yürütülen Lozan Antlaşması'nın (Temmuz 2023) yüzüncü yıl dönümünde Türkiye'deki yazarlar, övgü ile eleştiri arasında değişen yazılar yazarken, ülkedeki Kürtler ve göçmenler anlaşmanın kınanması konusunda hemfikir.

Said Abdürrezzak, Şarku'l Avsat gazetesinde, üzerinden 100 yıl geçen Lozan Antlaşması hakkında bir araştırma yazısı kaleme aldı (27.07.2023).

Meslektaşım Dr. Muhammed el-Arnaut ise birkaç gün önce Kosova'dan Türkiye ile aynı taraflar arasında 1920'de imzalanan Sevr Antlaşması hakkında aydınlatıcı bir makale yazdı.

Türkler, Sevr Antlaşması'nı küçük düşürücü buluyor. Çünkü bu anlaşma Türkiye'nin bazı kısımlarını Yunanistan'a verdi.

O sırada Yunanistan, 1918'den beri İtilaf Güçleri tarafından işgal altında olan İstanbul gibi İzmir'i de işgal edip halkını yerinden etmeye hazırlanıyordu.

İki antlaşma arasındaki fark şu ki, 1922 yılında Mustafa Kemal önderliğindeki Türk güçleri, Yunanları Türkçe konuşulan tüm topraklardan kovmuş, İtilaf Güçleri İstanbul'dan çekilip (vekili ve halefi İsmet İnönü tarafından temsil edilen) Mustafa Kemal ile yeniden müzakereye hazır hale gelmişlerdi.

Kemalist Türkiye, Anadolu'nun batısında ve doğusunda istediklerini elde ederek, Arap ülkeleri üzerindeki ‘haklarından' feragat etti.

Musul'u istemeye devam ediyordu ki daha sonra İskenderun'u (Hatay) Suriye'deki Fransız sömürgecilerden almak için Musul'dan vazgeçti!

Peki, niçin Kürtler (ve Ermeniler), Lozan Antlaşması'ndan halen rahatsız? Çünkü Sevr Antlaşması'nda Kürtler ve Ermenilerin haklarından bahsedilirken (Madde 62) Lozan Antlaşması'nda bu haklar görmezden gelinmişti!

Sevr için referans, Osmanlı Devleti'nin İkinci Balkan Savaşı yenilgisinden sonraki 1914 anlaşmalarıydı.

Lozan'ın referansı ise Birleşik Krallık ile Fransa arasında Arap bölgelerini paylaşmak için yapılan Sykes-Picot anlaşmaları (1917), Türkiye'nin İstanbul üzerindeki egemenliğini kısıtlama hırsları ve diğer hususlar oldu.

Bu hususlar, Türkiye'nin Yunanistan'ı yenmesiyle Lozan'da kaldırıldı. Kaldırılan veya iptal edilen şeyler arasında Ermeniler ile Kürtlerin hakları da yer alırken diğer azınlıklar gözetilmiş ve bu azınlıkların Lübnan'da ve ardından Filistin'de hakları ve devletleri olmuştur.

Bu ayrım niye? Çünkü Lozan'da Yunanistan ile Türkiye arasında nüfus mübadelesi öngörüldü.

Mübadele derken; etnik mi dinî mi? Yüz binlerce Ortodoks, Yunanistan'a göç ettirildi ki bunlardan birçoğu, Yunanca bilmiyordu.

Yine yüz binlerce Müslüman da Yunanistan'dan Türkiye'ye göç ettirildi ve bunların da birçoğu Türkçe bilmiyordu!

Bulgaristan, Sırbistan, Makedonya ve Romanya gibi Balkanlar'daki azınlıklar için durum daha da vahimdi.

 

4d66a24b-e297-4197-985c-46cd68a6251f.jpg
Türkler, Lozan Antlaşması'nın 100'üncü yılını kutluyor ama Sevr Antlaşması'nı küçük düşürücü buluyor / Fotoğraf: Twitter



Nitekim milyonlarca kişi, kâh Müslüman oldukları için yerlerinden edildi kâh Türk kökenli oldukları için!

Yıllar önce, Balkanlar'da ölüme ya da zorunlu göçe maruz kalanların sayısının yaklaşık 6 milyon olduğuna, göç edenlerin de hepsinin Türkiye'ye değil, birçoğunun Suriye ve Ürdün'e geldiğine dair bir yazı okumuştum; 1915 yılındaki ‘kıyım' sonucunda Ermenilerde olduğu gibi. 1947'de Pakistan İslam Devleti kurulurken ölen ya da göç eden milyonlara ne demeli peki!

Kürt meselesi, savaşın öncesinden bugüne değin çözülmedi. Kürtler; Türkiye (15 milyon), Irak (5 milyon), İran (7 milyon) ve Suriye (2 milyondan fazla) arasında dağılmış durumda.

Lübnan'daki Hıristiyanlara, sonra da Ermenilere gelince; onların da devletleri oldu ama malum başarısız devletler!

1920 yılında azınlıkların kendi kaderlerini tayin etmesine dair Wilson ilkesi çıktığından bu yana araştırmacılar ve stratejistler tarafından ‘küçük devletlere' yoğun bir öfke yöneltildi.

Ortadoğu'daki devlet tecrübesinde de erkenden kargaşa ve başarısızlık baş gösterdi.

Bu durum daha sonra Afrika'nın her yerinde ve bazı Asya bölgelerinde de görüldü.

Kapsayıcı şekilde bütünleşmiş veya totaliter devletlerin ideolojisi ve uygulamalarında toplumsal gerçeklik, çoğulcudur; dinde veya etnisitede çoğunlukların varlığı, onun etkilerini azaltmaz.

Dinî ve etnik azınlıklar ise kendi gerçekliklerinden ve üzerlerindeki kısıtlamalardan rahatsızlar.

Onlarca yıl süren yoğun çabalardan ve Türkler kendilerine ‘dağ Türkleri' adını verdikten sonra Kürtler, bir parti veya partiler kurarak mecliste yer almayı başardılar.

Ardından Erdoğan geldi ve ilkesel bir açılımın ardından meşru Kürt partisinin lideri, kendisinden önceki silahlı Kürt örgütünün lideri gibi hapsedildi.

Ulusal homojenlik, bazı ülkelerin davranışlarında artık tek unsur değil; buna İran ve İsrail'de olduğu gibi İslami ve Yahudi homojenlik de eklendi.

Bu iki örnekten önce ve sonra Sudan, 1980'li yılların sonunda İslami homojenliğin etkisi altına girdi ve bu, güneyinin ondan ayrılmasına yol açtı.

İşte bugün orada iki sorunun kendini yinelediğine tanık oluyoruz: ordu ve milis sorunu ile 2004'te Darfur'da ortaya çıkan (dinî değil) etnik sorun!

İki yıkıcı savaştan çıkan Avrupa, saf ve bütünleştirici milliyetçiliği terk etmişti ve demokrasisi ona, eşit vatandaşlık gölgesinde bir tür çoğulculuğu ifade etme imkânı verdi.

Gelgelelim son on yıllar kimliğe vurgu yapan ve bazen kimliği göçmenler veya liberal eğilimli yasalar tarafından tehdit altında gören sağcı partilerde önemli bir yükselişe tanık oldu.

İslamofobi, Avrupa toplumunun en ağır hastalığı olmamakla birlikte, bazen karikatürize bazen de trajik görünen biçimler aldı! Yıllardır İslam'ı ve sembollerini küçük düşürmek için yarışlar ve çabalar gösteriliyor.

Bu, İsviçre'de minare inşasının yasaklanması için başarılı bir referandum yapılması veya bazen dindeki tarihi sembollere veya tesettüre karşı kin ve nefret uyandırmaktan başka bir amacı olmayan kışkırtıcı şekil ve çizimlerin yayınlanmasını içerir.

Son zamanlarda (köklü liberaller!) İsveç'te ve Danimarka'da, ifade özgürlüğünü koruma bahanesiyle her iki ülkedeki yetkililerin izniyle Kur'an-ı Kerim yakma ya da parçalama ‘geleneği' yayıldı!

Yazarlar, Karl Marx'ın tarihin kendini tekrar ettiği, ancak bunun bazen bir trajedi bazen de bir komedi şeklinde olduğu yönündeki ibaresini zikrederek alay ederlerdi; şimdi gerçek oldu!

Avrupa ülkelerindeki yeni yetkililerin, siyasette de kültürde de farklılık ve çoğulculuktan hazzetmedikleri ispatlandı. Solcu renkler bile onlar nezdinde artık kabul edilir değil. Dün buna İtalya'da şahit olduk, bugün İspanya'da şahit oluyoruz.

Bu kimlik çılgınlığı ne anlama geliyor? Seçimleri aşırılık tavrıyla kazanan İtalya Başbakanı, Tunus Cumhurbaşkanı'nı ülkesinden gelen göç dalgalarını durdurması için ikna etmeye çalışırken şöyle diyor: Göçmen işgücüne ihtiyacımız var ama düzenli göç istiyoruz!

Araplar ve Afrikalılar, uzun asırlar boyunca Darfur'da bir arada yaşadılar da neden artık bunu yapamıyorlar?

Türkiye, kendisine bağımsızlık, özgürlük ve tatmin edici sınırlar veren Lozan Antlaşması'nın 100'üncü yılını kutluyor. Ancak halkının dörtte biri, Türk milliyetçisi ve İslamcı siyasi partilerin uygulamalarından bıkmış durumda.

‘Lübnan ulusu' devletinin kurulmasının üzerinden 100 yıl geçtikten sonra, şimdi tek bir devlette başkalarıyla birlikte yaşamaktan artık memnun olmayan kayda değer bir Lübnanlı kesim var! Bütünleşmiş devletler ile çatışmaların alevlendiği diğer ulus devletler arasında bir tercih hakkı yok.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU